Cemil Barlas'tan Akit yazarına: Sümüklü, kripto FETÖ'cü!
Kenan Alpay, "Pelikan Mafyası halkımızın üzerine Fethullahçılar gibi çökecek" demişti
Gazeteci Cemil Barlas, "Pelikan Mafyası'nın Ergenekon ve
Fethullahçılık gibi bir cuntacılık belasının farklı bir versiyonu
olarak halkın üzerine çökeceğini" savunan Yeni Akit yazarı Kenan
Alpay'a yönelik olarak "Olmayan bir şeyi FETÖ ile eşitleyen olsa
olsa kripto FETÖ'cüdür. Sümüklü FETÖ aklayıcısıdır. Başka
alternatif yok" dedi.
Alpay, daha önce gazeteci Cemil Barlas ve Sabah yazarı Hilal
Kaplan'a yönelik olarak "Pelikan Şebekesi namıyla maruf ateş topu
gibi bir komitacılık türü doğdu. Hayır, E Tipi veya F Tipi
komitacılık gibi yaygın ve köklü değil, onlar gibi tecrübe ve görgü
sahibi değiller. Ama onlardan daha büyük ihtirasları, onları geride
bırakmaya azmetmiş ‘acilci’ bir tarzları var" demişti. "Cemil
Barlas başta olmak üzere hemen bütün trolleri kamuoyunda ahlaksız,
mantıksız, çirkef ve nefret uyandırıcı mesajlarıyla iyiden iyiye
rezil oldular" ifadesini kullanan Alpay, "Hilal Kaplan’ın
Ahmet Taşgetiren ve Hakan Albayrak gibi İslamcılar için geçtiği
terbiye dışı mesajları da buraya kaydedelim. Takip eden yazımız
komitacılığa hevesli bu trollerin neden ve nasıl hızlı bir çöküşe
maruz kalacağına dair olsun" diye yazmıştı.
Alpay, dün "Türkiye’nin Yeni İmkân ve Riskleri" başlığıyla
yayımlanan yazısında da "Pelikan Mafyası'nın Ergenekon ve
Fethullahçılık gibi bir cuntacılık belasının farklı bir versiyonu
olarak halkın üzerine çökeceğini" iddia etmişti. "Strateji
dedikleri, global siyaset diye pazarladıkları aslında Ergenekon ve
Fethullahçı cuntaların heveslenip de beceremedikleri türden
iktidar, kudret ve şehvet tutkularından ibaret" diyen Alpay, "Bunca
tecrübeden sonra soyunacak başka bir iş kalmamış gibi kimilerinin
böylesi çirkin bataklıklara talip olmalarına hayıflanıyor insan"
ifadesini kullanmıştı.
"Pelikan Mafyası namıyla maruf küstahça bir cüret var
ortada"
Kenan Alpay'ın "Türkiye’nin Yeni İmkân ve Riskleri" başlığıyla
yayımlanan (3 Şubat 2017) yazısı şöyle:
İngiltere Başbakanı Theresa May’in Ankara’da kalktığı koltuğun
soğumasına fırsat bırakmadan Almanya Başbakanı Angela Merkel
tarafından dolduruldu. Ankara’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın
karşısındaki koltukta May’in gündemiyle neredeyse aynı meseleleri
konuşmak üzere bu sefer Merkel oturuyordu. Başbakanlar için tahsis
edilen bu koltuğun sıcaklığını kaybetmeksizin hizmet vermesi
Türkiye’nin hem kendi içinde hem de bölgesel ve küresel ölçekte
giderek yoğunlaşan gündeminin önemli bir göstergesidir.
İngiltere ve Almanya başbakanlarının Türkiye dosyasında Suriye,
Irak, terörle mücadele ve mülteciler sorununun yanı sıra savunma
sanayiinde işbirliği ve ticaret hacminin arttırılması konularında
ciddi mutabakat arayışları yer alıyor. Avrupa Birliği’nin içine
düştüğü kriz kadar Türkiye’nin Rusya’yla kimi ortak projelerde
mesafe kat etmesi ve Amerika’nın Donald Trump’la birlikte NATO’yu
tartışmaya açması, birçok ticari-siyasi ittifakı sonlandıracağına
ilişkin attığı adımların da mezkûr ziyaretleri hızlandırdığını
söyleyebiliriz. Türkiye’nin gündemini Anayasa referandumu kadar
PKK, FETÖ ve IŞİD’le mücadele belirliyor, Suriye ve Irak’la
birlikte Ege Adalarına ilişkin Genelkurmay Başkanı’nın savaş
gemilerinden verdiği beyanat ve resimler dolduruyor. Yunanistan’ın
iade etmeyi reddettiği darbeciler kadar Ege’deki egemenliği
tanımsız bazı adaları silahlandırma girişimlerine hız veriyor
önümüzdeki dönemin sıcaklığı geçmeyecek bir konusu olarak kendini
gösteriyor.
Putin ve Trump’ın Arasına Erdoğan mı?
Siyasi, iktisadi, diplomatik ve askeri alanlarda yaşanan çalkantı
ve gerilim küresel ölçekte büyüyor hatta geleceğe dair çok
tehlikeli işaretler veriyor. Donald Trump’ın aldığı ırkçı-ayrımcı
kararlar kimi Pelikancı ahmakların ifade ettiği gibi ne “global
çeteye direnebilecek tek doğal oluşum” sadedinde görülebilir ne de
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı Trump ve Putin’den müteşekkil bu muhayyel
ittifakın parçası saymak mümkündür. Lakin gerek Cumhurbaşkanı
Erdoğan tarafından gerekse Hükümet tarafından taktik düzeyde beyan
edilen kimi söylemleri veya alternatif arayışlarını sanki stratejik
kararlarmış gibi sunmaya pek hevesli bir çevre işleri iyice
rezilleştirerek mesafe alıyor. Hesapsız bir Putin ve Rusya övgüsü
için yarışırken eş zamanlı olarak Trump Başkanlığındaki Amerikan
siyasetinin Türkiye açısından nasıl büyük fırsat ve imkânlar
getireceğine dair efsaneler yazabilen acayip bir şebeke türedi.
İşin daha da acayip ve garaip olan tarafı bu şebeke ve istihdam
ettiği uzmanların ‘global’ düzeyde strateji üretme iddiasıyla
muazzam düzeyde finanse edilişinden kaynaklanıyor.
Oysa Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkanlığı devralmak üzere olduğu
evrede sarf ettiği “Trump’ın söylemleri rahatsız edici, oturup
değerlendirmek gerekir” cümlesi hâlâ kulaklardadır. Trump’ın genel
olarak Suriye, özel olarak PKK-PYD konusunda alacağı tavrın
Obama’dan farklı olması beklenmiyor, bu yönde hiçbir emare
görünmüyor. Esas olan Türkiye’nin Suriye ve Irak’ta giderek büyüyen
krizi bütün bir bölgenin lehine çözmek üzere küresel aktörlerin iç
çelişkisinden yararlanmaktan başka çıkar yol bulamamasıdır.
Astana’daki gelişmelere Rusya’nın da PKK-PYD’den vazgeçmeye hiç
niyetinin olmadığını gösteren dayatmalarla ilerliyor. Rusya tercihi
Avrupa’nın dayatmalarını, Avrupa’yla yakınlaşmalar da Rusya’nın
dayatmalarını dengeleme hatta boşa çıkarma hamleleri olarak
tasarlandı. Keza mevcut arayış “Obama yönetimin liberal ve sempatik
söylemleriyle oluşturduğu felaket tablosundan acaba Trump’la çıkmak
mümkün mü?” tarzı naif bir beklentiden öteye anlam taşımıyordu
Türkiye için.
İslam ve İslamcılıkla Mücadele
Daha dün Cumhurbaşkanı Erdoğan ortak basın açıklaması sırasında
neden Merkel’in konuşmasına müdahale edip “İslamist terör ifadesini
kabul edemem, böyle bir ifade kullanılamaz, sessiz kalamayız,
Müslüman bir Cumhurbaşkanı olarak böyle bir ifadeyi kabullenemem”
demek durumunda kaldı acaba? Suriye’de rejime muhalif neredeyse
bütün İslami örgütler adım adım terörle ilişkilendiriliyor ve bütün
bir bölge seküler despotizmin hegemonyasına mecbur ve mahkûm
ediliyor. Benzer bir biçimde Trump’lı Amerikan yönetiminin
ırkçı-ayrımcı politikaları Müslümanların seyahat ve sığınma hakkını
çiğnemekten öteye tehdit ve tehlikeler içeriyor. Bugün yarın İhvanı
Müslimin’in de terör listesine konulması, Türkiye’de kamusal alanın
İslami sembol ve söylemlerden arındırılması gibi talepler hiç de
uzak ihtimal sayılmamalı.
Türkiye’de güya Hükümete en çok da Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yakın,
onu koruyup kollamakla kendilerini vazifeli gösteren fakat giderek
çeteleşen hatta mafyalaşan bir kliğin de İslamcılıkla mücadele
konsepti geliştirdikleri sır değil. Siyaset ve toplumu İslamcı
etkiden temizleme, arındırma ameliyesini üstlenen Ergenekoncu ve
Fethullahçı cuntaların beceremediği işi becerebileceklerini
zanneden Pelikan Mafyası namıyla maruf küstahça bir cüret var
ortada.
Putin ve Trump’ı sözde esprilerle ‘reyiz’ ilan eden, sempatik hatta
ehven göstermek üzere yazılar yazıp sohbetler düzenleyenlerin,
İslamcılıkla ve İslamcılarla girişilen savaşa küresel bir destek
temin etmek peşinde olduklarını aşırı bir şüphe sanılmasın.
İstihdam edilen ahlaksız, şaibeli ve kirli tetikçi ve troller
üzerinden strateji üretilemeyeceği aşikâr. Olsa olsa Ergenekon ve
Fethullahçılık gibi kurtulmaya çalıştığımız bir cuntacılık
belasının farklı bir versiyonunun karanlığı çökecektir halkımızın
üzerine. Strateji dedikleri, global siyaset diye pazarladıkları
aslında Ergenekon ve Fethullahçı cuntaların heveslenip de
beceremedikleri türden iktidar, kudret ve şehvet tutkularından
ibaret. Bunca tecrübeden sonra soyunacak başka bir iş kalmamış gibi
kimilerinin böylesi çirkin bataklıklara talip olmalarına
hayıflanıyor insan.