Cemal Uşşak: Zaman gibi, Aydınlık ve Sözcü'nün kapısında da durabilmeliyiz!
Cemal Uşşak 14 Aralık operasyonundan Ahmet Şık ve Nedim Şener'e, Selahattin Demirtaş'tan Hüseyin Gülerce'ye uzanan ilginç açıklamalar yaptı.
Cemaate yakınlığı ile bilinen Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın
mütevelli heyeti üyesi Cemal Uşşak 14 Aralık operasyonuna ve konunu
medyada ele alınışına ilişkin açıklamalar yaptı. T24'ten Hazal
Özvarış'a konuşan Uşşak, “Dün yapmadık, yapmadınız; Cumhuriyet
gazetesine, Sözcü’ye veya yerine göre Aydınlık’a benzer bir
tasallut söz konusu olduğunda biz de gidip kapılarında Zaman
gazetesinde durduğumuz gibi durabilmeliyiz” dedi. Hüseyin
Gülerce’nin iddialarını da yanıtlayan Cemal Uşşak’la röportajın
ilgili bölümleri şöyle:
“Ahmet Şık ve benzer meslektaşlarımızın sadece
gazetecilikten içerde tutuldukları onlara güvenenlerin
düşüncesiydi. Başka sebepler olup olmadığını mahkeme sonuçlanınca
göreceğiz.” Nisan, 2013’te sarf ettiğiniz bu cümle, Ekrem
Dumanlı’nın benzer cümlelerle adliyeye sevk edildiği bugünlerden
bakınca sizi rahatsız ediyor mu?
Ondan öteye geçerek, Hilmi Hacaloğlu ile yaptığım bir görüşmede,
“Hiçbir meslektaşımın yazdıkları ve konuştuklarından dolayı
tutuklanmasını doğru bulmam” da dedim, Şık ve Nedim Şener’in
yazdıkları beni rahatsız etse de. Yargı süreci devam ederken
kişisel olarak, “Suç işlediklerine inanmıyorum” diyebilirsiniz ama
bu nihai hüküm değildir, bu benim dostum Ekrem Dumanlı veya Hidayet
Karaca da olsa. Ama Türk basınının yargıya intikal etmiş davalar
konusunda iddianameleri veya emniyetin bulgularını çarşaf çarşaf
yayımlamak gibi kötü bir adeti var. Adı üstünde bunlar “iddia”
kapsamındadır ve suç olup olmadığı kanıtlanmamıştır.
Bahsettiğiniz “kötü adet”ten Zaman da
muzdarip.
Gerek ana akım medya, gerekse diğer medya, hele ki şu günlerde
iktidar yandaşı medya bunu iğrenç bir şekilde yapıyor. Daha da
ötesi, önce belli merkezlerde hazırlanan raporlar
“haberleştiriliyor”, sonra yargı bunu sözüm ona delil sayıp dava
açıyor. Bu gazetecilik değil, düpedüz egemen gücün yardakçılığı.
“İlk taşı günahı olmayan atsın!” diyeceğim ama bilmem öylesini
bulabilir miyiz? Diğer taraftan şu günlerde “Zaman özeleştiri
yapsın” davranışını etik bulmam.
Neden?
Bir siyasi iktidar uyduruk belgelerle bir sosyal kitleyi boğmaya
çalışıyor. Onun eli boğazdayken, “Sen çok hatalar yaptın değil mi”
diyerek “Bunu söylemezsen sana yapılan zulmü görmem” anlamına
gelebilecek yaklaşımları doğru bulmam. Ama sözlerim Zaman’ın
geçmişte her şeyi doğru yaptığı anlamına da gelmez. Zaman’ın
yaptığı yanlış diğer medya kuruluşlarının yaptığına benzer bir
yanlıştır. Gerek KCK, gerek Ergenekon sürecinde haysiyet cellatlığı
yapmamak adına iddianameyi şahıslara indirgemeden belki de özetle
yayınlamak gerekirdi. Ama herkes bu başkasına yapılınca görmezden
geldi, kendisine yapıldığında feryat etti. Bu yüzden birilerinin
özeleştiri daveti yapmasına hiç hakkı yok.
Kimlerden bahsediyorsunuz?
İsimlendirmenin doğru olmadığından bahsettim. Sadece, “Taşı masum
olan atsın” diyorum.
‘CAMİA İKTİDARI FAZLA DESTEKLEMİŞ OLABİLİR'
Zaman’ı diğer yayınlardan ayıran noktayı açalım. Ekrem
Dumanlı serbest bırakıldıktan sonra şunu söyledi: “Birileri ile yol
arkadaşlığı yaptıysak onları demokrat sandık.” Başka hiçbir
gazetenin yayın yönetmeni, bir hareketi temsilen bu iktidarı “yol
arkadaşı” olarak tanımlamıyor.
Geçmişte diğer medya kuruluşları bunu söylemese de, bununla değilse
de başka iktidarlarla bütünleştiler. Ama hiçbiri Ekrem Bey gibi
ifade ve itiraf etmediler. Ekrem Bey’in ne kast ettiği bence
belli.
Nedir?
Onun adına konuşmak istemiyorum fakat “Hak etmediği ölçüde kredi ve
destek verdik” demek istiyor. Ben buna katılmıyorum. AB
perspektifinde yol alan, olağanüstü hali kaldıran, toplumun bütün
kesimlerini örneğin Kürtleri - tatmin edici olmasa bile -
sözleriyle ve eylemleriyle kucaklayan, Alevi çalıştayları
düzenleyen bir iktidara destek yerindeydi. Ama şu noktada ben
şahsen yanıldığımı düşünüyorum; bazı adımlar dönemin şartları
gereği siyasi yatırım olarak atılmış. Ve bunu fark etmeyen camia da
iktidara fazlasıyla destek vermiş olabilir. Ancak referandumun
kabul edildiği 2010’dan itibaren, AKP , vesayeti yendiğine
hükmettikten sonra geçmişte yaptıklarının tam tersini yapmaya
başladı, kucaklayıcı politikalarından vazgeçti.
2010’dan önce, AKP’nin daha kapsayıcı olduğu ve camianın bu
sebeple ona destek verdiğini söylediğiniz dönemde, 15 Nisan
2009'da, Zaman şu manşetle çıktı: “Operasyon DTP’ye değil PKK ’ya.”
İçeride kullanılan başlıkta “PKK’nin şehir kadrosuna darbe” diyerek
verilen gözaltına alınanlar listesinde partinin başkan yardımcıları
ve belediye başkanları yer aldı. 14 Nisan 2009’da Türkan Saylan’ın
evinde sabah beşte arama yapıldığını haber veren sayfadaki iki
başlık şöyleydi: “TTB: Hepimiz Saylan’ız”, “Hepimiz Balbay’ız
diyenler pişman olmuştu.” Zaman’ın da insanları infaz etmekten
çekinmediği 2010’dan öncesine dair söylediğiniz “AKP’nin kucaklayan
politikası ve bununla eşzamanlı giden camia desteği” tarihi yeniden
inşa etme mi?
AKP’nin kuşatıcı politikalarını, özellikle Kürtler, gayrimüslimler,
Aleviler ve buna benzer kesimler için olduğunu düşünerek ifade
ettim. Ama sizin örneklerinizdeki isimler ve gruplar AKP’nin
kuşatma alanı içinde değildi. Bu söylediklerinizin cevabını biraz
önce verdim; bulguları gerçekmiş gibi yayımlayan şanlı Türk
medyasının yanlışları…
Vakıftaki görevim gereği, KCK, Ergenekon ve benzeri davaların
muhatapları bana da gelerek “Ankara’da iktidardan falan kişilerle
görüştük. ‘Biz sizin zarar görmenizi ister miyiz, ama F tipi
yapılanma var’ diyorlar” dediler. Erdoğan, “Bu davaların arkasında
ben varım” derken bu davanın tarafları bunu görmezden gelerek bana
“Bunu siz yapıyormuşsunuz, neden” diyorlar. Diyelim ki bir
yapılanma söz konusu, bu yapılanma siyasi otoriteye rağmen bir,
hadi iki operasyon yapar, ama üçüncüde 17 Aralık’taki gibi bunu
engeller. Bir, bu davalardan sorumlu siyasi iktidardır. İki, burada
kriminal bir durum varsa bu kişilerin cemaatle irtibatı hukuken
ortaya konmalı veya bir araştırmacı gazeteci çıkıp belgeler
koymalı. Bunlar olmadıkça iddialar şehir efsanesi olarak kalır.
Muhataplarının size söylediklerinden yola çıkarak:
Davaların bugün iktidar tarafından da sizden sorulması sürpriz
değilse, o dönem AKP yönetimi ile bu konuda yüzleşmiş
miydiniz?
Yüzleşme demeyelim ama bazı arkadaşların onlarla muhatap olduğunda
bunları ifade ettiklerini biliyorum.
Karşılık?
“Kem küm.”
‘6-7 EKİM'DE ÖLENLERİN ÇOĞU KÜRT'
"Zaman’ın kucaklamadıkları" listesinden gidelim: Kendisi
“ihalede usülsüzlük”ten yargılanacak ve beraat edecek olan, ancak
süreçte birlikte yargılandığı genel sekreter yardımcısı Enver
Arpalı intihar eden eski Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Yücel
Aşkın’a dair Zaman'da çoğu manşetten girilen haberlerin başlıkları
şöyle; 15 Ekim 2005: “YÖK’ün sahip çıktığı rektör fesat
karıştırmaktan tutuklandı”, 16 Ekim 2005: Tüm Öğretim Üyeleri
Derneği Başkanı Tahir Hatipoğlu’ndan alıntıyla: “YÖK tutuklanan
rektörü derhal görevden almalı”, 17 Ekim 2005: “YÖK rektörleri hep
yolsuzlukla gündemde”, 21 Ekim 2005: “25 milyon dolarlık ihalede
usulsüzlük”, artı “Yargıya savaş açan YÖK’e her kesimden tepki
yağıyor”, 23 Ekim 2005: “YÖK yolsuzlukla suçlanan hiçbir rektörün
mahkemeye çıkmasına izin vermemiş.” Başlıkların ötesinde haber
metinlerinde de pozisyon alan Zaman’ın hatalarının istisnadan çok
bir gelenek olduğu yorumuna ne dersiniz?
Bunlar tartışmasız ki yanlış şeyler idi. Fakat bu örneklerin
mukabillerini diğer medyada da görmek mümkün.
Önünüzde duran “Paralel Yollarda Yürüdük Bu Yollarda”
kitabının taraflarından biri cemaat, başka herhangi bir güç değil.
Dolayısıyla söylediğiniz “diğer medya” ifadesi ikna edici
değil.
Ama Şık’ın kitabının kapağına koyduğu bu tabir de, “Yolsuzlukları
da olmak üzere AKP’nin uygulamalarına, camia dershane
tartışmalarına kadar ortak idi, sonra yolları ayrıldı” algısı da
şehir efsanesinden başka bir şey değil. Cemaat, özgürlükçü
politikalara değer ve prensipte destek vermiştir. Bu da özde
doğrudur.
Zaman’ın geçmişte yapmış olduğu yanlışlardan söz ederken, aynı
gazetenin vesayete karşı yaptığı mücadeleyi ve mücadele esnasında
ana akım medyanın ve hatta sözüm ona İslami medyanın hiç mi hiç
onun yanında durmadığını nazara almak gerek. Bir husus daha var ki,
henüz Ergenekon davaları yargı süreci açısından sonuçlanmış
değildir. Bazı belgelerin uydurma ve sahte olduğu iddiasından
hareketle, bu davaları topyekün abes sayarsak Türkiye’ye yazık
ederiz. Bakın, faili meçhuller yine başladı. 6-7 Ekim olaylarında
ölenlerin büyük çoğunluğu HDP taraftarı ve Kürt. Failleri ise henüz
meçhul. Ben genel bir analiz olarak, “Ergenekon davaları büsbütün
yanlıştı” yaklaşımı ile faili meçhuller arasında ilgi
kurulabileceğini düşünürüm. Bunu ortaya acilen çıkarmak hükümetin
görevidir.
“İktidara destek”in altını Zaman’ın manşetleri dışında siz
nelerle dolduruyorsunuz?
Yayın organı vasıtasıyla ya da yayın organlarından etkilenen
vatandaşların önemli bir kısmının AKP sempatizanlığıyla. Yoksa
paralel yürüme söz konusu değil. İddia edildiği gibi, yolsuzlukları
camianın bilip de sustuğuna dair kimin ne delili var? “Filan gazete
yolsuzluğu dile getirdiği halde Zaman gazetesi bunu görmezden
geldi” derse birisi ben orada susarım. Ama 17 Aralık’la beraber
mega yolsuzlukları biri gündeme getirdi de camia sustu mu?
Örneğin, Erdoğan’ın Remzi Gür ile görüştüğü ve kızı Sümeyye
Erdoğan için “20-25” istediğini içeren ses kaydını sanıyoruz Zaman
yayımlamadı.
Hatırlamıyorum. 17 Aralık’tan önce miydi?
Evet, ardından Ramazan Akyürek görevinden
alındı.
Hatırlamıyorum.
“Yolsuzluklara sustuysak susarım” dediğiniz için
söyledim.
Açıkça söylüyorum, ben bunu bilmiyorum. Bilseydim bunu söylerdim,
camia içerisinde etkili veya yetkili bir konumum olmasa da.
Siz de değilseniz cemaat içinde kim etkili ve
yetkili?
İnsanların “iktidarın nimetlerini camia da yedi” algısına dair bir
şey söyleyeyim. Birisi bir kitap yazmış, “Eskiden burjuvazi vardı,
şimdi nurjuvazi var” diye. Dr. Aydın Uğur da buna dair bir röportaj
verdi, ben de Ezgi Başaran’ı aradım, hocaya iletmesi için şunları
söyledim; AKP döneminde ima ettiği anlamda devletten ihale alan
benim yakın çevremde kimse yok. Camiaya mensup işadamlarının yüzde
99’u devletle iş görmez, ya kendi yağında kavrulur ya da yurt
dışında iş yaparlar. Camianın AKP ile iktisadi bir bölüşümü söz
konusu olmadı.
Siyasi bir bölüşüm oldu mu?
Hayır, ama şu oldu: 40 senedir eğitime vurgu yapan bir cemaat var,
bürokrasinin tüm kademelerinde bu insanların yer almaları işin
doğası gereği. Bu kadroların hiç şüphesiz legal çerçevede kalmak
üzere yapıp ettikleriyle AKP’nin işlerini kolaylaştırmış olduğundan
söz edebilirsiniz. AKP’nin de bu kişileri ilk iki iktidar
döneminde, 2010’a kadar bu kişileri tercih etmiş olmasından söz
edebilirsiniz.
“Kolaylaştırma”dan kastınız ne?
Örneğin, bu kişi cemaate aidiyetiyle bilinen yetişmiş bir eleman,
bu kişiden istifade etmesi. Ankara öyle bir şey ki fevkalade
liyakatsiz kimselerin kısa sürelerde en üst düzeye getirilebildiği,
yetişmişlerin çalıştırılmadığı bir yer. Bir iktidar böyle
kabiliyetli ve istidatlıları alıp sorumlu mevkilere getirir. Bu bir
kazanımdır, “paralel yürümek”ten bu kast ediliyorsa doğru olabilir.
Ama bunun illegal bir yönü varsa ortaya konmalı.
Bu bürokratlar AKP’nin işini nasıl
“kolaylaştırdı”?
Burada gayri kanuni veya gayri ahlaki bir tutumdan bahsediyorsanız,
ben bunu kast etmedim.
Bürokrasinin doğasına aykırı olarak hızlı adım atmayı da
kapsayan bir yelpazede soruyoruz.
Hayır, ben kesinlikle bunu da kast etmedim. Yaparsa yanlış
yaparlar. Ben arkadaşlarımın iş ahlakını en az oğlum kadar hassas
biliyorum, aksi bir kayırmacılık Hocaefendi’nin öğretilerine de,
camianın ahlakına da ters olur.
‘GÜLERCE BENİ İKNA EDERSE ÖZÜR DİLERİM'
“Sigortamın attığı yer bürokrasinin içindeki bu insanların neyi
yapıp neyi nasıl yapmaları gerektiğine dair cemaatten talimat
alması” diyen bir Hüseyin Gülerce de var.
O da bunu ispatlamalı. Gülerce de geçmişte yazdıklarını inkâr
edercesine konuşuyor bugünlerde.
Gülerce gözünüzde bir Latif Erdoğan mı? “Doğru söylüyor
olabilir mi” diyeceğiniz kadar kredisi yok mu sizde?
Benim için mülahazat hanesi açık. Bir gün Hüseyin Gülerce bana,
“Cemal’ciğim bilmiyorsun ama şu şu oldu” diye beni ikna ederse “Abi
özür dilerim, bilmiyormuşum” derim.
Gülerce’nin de şüphelendiği dinleme talimatını duysanız
fikriniz değişir mi?
Elbette değişir. Ben Hocaefendi gibi manevi hayata değer veren
birinin o aralık ayında yaptığı, bazılarının beddua dediği, seküler
anlamda restleşme olan mülaane sözlerinin anlamlı olduğunu
düşünüyorum ve itimat ediyorum. “Arkadaşlarım illegal, gayri ahlaki
bir şey yapmışlarsa Allah benim evime ateş düşürsün, onların da
evine ateş düşürsün” diyor. Aynı şeyi Gülerce’ye derim. Varsa öyle
insanlar evlerine ateş düşsün. Neredeyse 9 aydır, AKP’nin başı
meydanları paralel gibi inletti. Eğer söylediklerine dair belgelere
sahip olsalardı 9 ayda 90 dava açardı. Açmadılar, onun yerine
yargıda yapılanmaya gittiklerini söylediler.
Bağlantılı bir ihtimal de dolaşımda: “O delillere
ulaşılabilecek makamlarda cemaatten kişiler
oturuyordu.”
Ne olursa olsun isnatlarınız delilsiz suçlamadan öteye gitmez.
Sizce cemaatte yetişen bürokratların, cemaat ile AKP yolu
çatallandığında hangi aidiyetleri ağır bastı?
Bu sözünü ettiğim kişiler zaten 2010’dan itibaren birer birer
tasfiye edildi. Hatta cemaat mensubu diyerek tek suçları
çocuklarını cemaat okullarına göndermek olan, herhangi bir
mensubiyetleri olmayan kimselere de gadrettiler.
2010’dan itibaren cemaate yönelik tasfiyenin başladığını
söylüyorsunuz fakat 2013’te söyleştiğimizde şunu dediniz: “Ben
camiayla siyasi irade arasında bir mücadele olduğunu düşünmüyorum.
Toplumda yanlış bir algı var. Siyaset ayrı, sivil inisiyatif ayrı,
alanları ayrı olduğu için rakip olamazlar.”
O cümleyi tam hatırlayamıyorum ama kast ettiğim muhtemelen kamuya
yansımış bir mücadelenin olmadığıydı.
Sorumuzu kamuya yansımış veya yansımamış diye bir ayrım
yaparak sormamıştık.
O dönem sıkıntıları birebir yaşayan bir insan olarak başka bir şey
kast etmemişimdir.
O zaman Mustafa Yeşil, 2012’de Neşe Düzel’e neden “Bu
iktidar döneminde en rahat, en huzurlu dönemimizi yaşadık”
dedi?
Ben referandumu nirengi noktası kabul ediyorum. Burada çok açmak
istemediğim bir nokta var. Birilerinin zannına göre AKP camianın
ağırlığını hissediyordu, bundan kurtulmak için adım atmaya başladı.
Ama bence bu değil sebep; detayına girmek istemediğim menhus bir
güç AKP’yi, bir numarasını cemaatin kendisi için tehdit olduğuna
ikna etti. İkincisi, bürokraside aktif konumdaki insanların
yolsuzlukları biliyor olma ihtimali rahatsız etti.
'Tahşiyecilere mensup bazı arkadaşlarımla hala
görüşürüm’
Bir parantez: Siz Gülen’in Şefkat Tepe’nin senaryosuna
müdahil olduğunu biliyor muydunuz?
Siz nereden biliyorsunuz? Ancak “olduğu iddiasını”
diyebilirsiniz.
Ses kaydından dolayı öyle demiştik, değiştirelim: (…)
Olduğu iddiasına ne diyorsunuz?
Abes buluyorum. Bir yanda her türlü kuruma nüfuz eden bir yapıdan
bahsedeceksiniz, sonra bu yapının başındaki zatı muhteremin bir
dizinin replikleri üzerinden emniyete mesaj verdiğini. Bu kişi
dinlenmeyen bir telefon bulamaz mı, iki satır yazamaz mı?
Emniyete mesaj verme amacından çıkarırsak; senaristler de
senaryonun bir bölümünün kendilerine yazılı olarak verildiğine dair
ifade verdi.
Bakın, abeslik şurda: Fethullah Gülen’i tek eleştiren Tahşiyeciler
değil, yıllardan beri Nur camiası içindeki başka gruplar da
eleştiriyordu. Cemaat neden AKP ile en müttefik olduğu dönemde
kendisini çok daha sert eleştiren Haydar Baş grubuna yönelik bir
“kumpas” yapmadı da bu küçük gruba yaptı? İkincisi, Hocaefendi o
malum konuşmasında “Birileri sizin evlerinize silah koyabilir,
sonra sizi medyatize edebilir, sizi kullanabilirler” diyerek adeta
dostane bir ikaz yapıyor. Kaldı ki konunun muhatabı emniyet
mensupları, “Soruşturma Hocaefendi’nin konuşmasından bir sene önce
başlamıştı” diyor ve Emniyet Genel Müdürü’nün, Muammer Güler’in
ismini veriyor.
Sizce Tahşiyecilerin yargılanma sürecinde problemler var
mı; o dönem nasıl izlemiştiniz?
Hatırlamıyorum, ama geçmiş yıllarda hukukum olan o gruba mensup
bazı arkadaşlarımın hapse girdiğini duydum. Bazılarıyla hâlâ
görüşürüm.
Hâlâ görüşebildiğinize göre, o dönem hukuksuzluğa
uğradıklarını mı düşünüyorsunuz?
Hukuksuzluğa uğrayıp uğramadıklarını bilmiyorum. Yıllar yılı makul
diye bildiğim bazı arkadaşlarımın İslam adına terör yapan El
Kaide’yle bağlantılandırılmasına üzüldüm. Ama dosyaya vakıf
değilim.
Tahşiyeciler davasının bilirkişi heyetinde olan Prof. Adem
Sözüer’in problemler olduğunu söylediği dosyayla, içeriği
tartışmalı KCK ve hataların eksik olmadığı Ergenekon davalarının
zamanlamasıyla cemaatin yetiştirdiği kişilerin bürokrasideki
yükselişinin çakışmasını siz nasıl yorumluyorsunuz?
Sözünü ettiğiniz hukuksuzluklarla cemaat mensupları arasında
birebir irtibatı nasıl kuruyorsunuz? Bu örneklerdeki yanlışlıklarla
cemaat bağlantısı varsa ispatlanmalı. Bu arada Ergenekon’un da,
KCK’nın da doğru davalar olduğuna inanıyorum. Ama bu o süreçte
yapılan hataları görmemize engel olmamalı.
‘AKP çeşitli kere ‘size şunu verelim’ dedi, camia
reddetti’
Erdoğan’ın tarafına geçip baktığınızda “cemaatin hataları” olarak
siz neleri sayarsınız?
Öylesine “at izi, it izine girdi” ki AKP kadroları hipnotize
edildi. Bir merkezde üretilen cemaatle ilgili iftiralar TMSF
medyası tarafından topluma takdim ediliyor. AKP’li kadrolar da,
cemaatin yurt dışıyla irtibatlı olarak onları sırtından
hançerlediğini düşünüyor. “Yurt dışı irtibatı”, “casusluk”,
“yabancı güçlerle işbirliği” milliyetçi, dindar hafızamızda
ihanetin en büyüğü. Benim de içinde bulunduğum toplantılar böyle
takdim edilebildi.
Böyle konulunca AKP aklı olmayan bir örgüte dönüşüyor.
Ancak kulaklara çalınan şöyle bir iddia da var: “Nerde makam olsa
cemaat ‘İlla benim adamım olsun’ dedi.”
Bu bir iddia, altının doldurulması lazım. Ben tersini biliyorum.
AKP iktidarının çeşitli vasıtalarla “Size şunu verelim” deyip de
camianın bu reddettiğini biliyorum.
Hangi makamlardan bahsediyorsunuz?
Detaya girmek istemiyorum.
Abdülkadir Selvi’nin “2004’ten önce kaç milletvekili,
bakan, valiniz vardı, sonrasında kaç tane” sorusu…
Bu soruyu abes bulurum.
Sebep?
Bir valiyi siyasi, ideolojik, dini mensubiyetiyle tasnif etmek ve
algılamaya çalışmak demokratik ve laik bir ülkede yanlıştır. Ama 81
ilin valisinin Türkiye’nin sosyo-kültürel iklimine paralel olması
uygun olur. Bu sosyolojik gerçekler.
Örneğin Ermenilerin vali olamadığı bir ülkede yaşarken
söylediğiniz geçerli değil.
Maalesef, bu birtakım görülmez engellerle önleri kesildiği için
böyle.
Ancak bir tarafın bürokratlığını kolaylaştıran ile bazı
kesimlerin önünü kesen aynı; devlet.
Aynı ve bu yanlış. Yanlış kelimesi hafif kalır; gayri hukuki ve
gayri ahlaki.
Dolayısıyla Selvi’nin 2004’ten önce ve sonrasına dair
yaptığı ayrımı sorguluyoruz.
Ben onu bilmiyorum. Şunu söyleyebilirim; Kürt sorunuyla
ilgilendiğim için bana Kürt veya Alevi olduklarını söyleyen
valilerimiz oldu. Keşke Selvi kendisi söyleseydi sorusunun
cevabını.
‘Cumhuriyet, Sözcü, Aydınlık...'
Siz GYV olarak Zaman’a yanlışlarını söylüyor muydunuz?
Şüphesiz.
Sözleriniz etkili oluyor, doz azalıyor veya artıyor
muydu?
Zaman zaman.
Somutlaştırabilir misiniz?
Somut vaka hatırlamıyorum ama dozajın düştüğünü hatırlıyorum.
Dışarıdan bakınca bir dozaj düşüşüne tanık olmadığımız
için, örnek verebilir misiniz?
Misal KCK, misal Ergenekon davalarında. Şuna da dikkat çekmek
isterim, 160 küsur ülkede faaliyet gösteren bir hizmeti, Türkiye’de
sadece Zaman’ın veya STV’nin yayınlarıyla bütünleştirmek, eksik ve
yanlıştır. Söz konusu medya organlarının elbette hizmetle irtibatı
vardır ama hizmet demek değildir. Allah aşkına, 160 ülkede herkesi
kendi konumunda kabul edip, kucaklayan bir hizmet, Türkiye’de niye,
adeta ayağına kurşun sıkarcasına, bazı kesimleri karşısına almış
olsun? Üstelik bunu bazı kumpaslarla yapmış olsun. Akla ziyan bir
şey olur bu.
Unutulmaması gereken her ikisinin siyasi muhatabı iktidardır.
Burada iktidara toz kondurmazken dövülmek istenen camia. Önce
diğeri görülmeli.
Aksini söylemiyoruz ancak iktidarı “yol arkadaşı” olarak
tanımlayan cemaatten sizinle konuşurken bizce etik olan AKP’yi
değil, cemaati masaya yatırmak.
Ben çalıştığım kurumu dahi temsil ediyor değilim, düşüncelerim bana
aittir.
“Özgür Basın Susturulamaz” ilanında laik mahalleden de
imzalar vardı; simgesel değeri yüksek Cumhuriyet gazetesinin yayın
yönetmeni, Basın Konseyi Başkanı ve liberal isimler… Yapılanı
haksızlık olarak görüp karşı çıktılar. Zaman’ın geçmişte bu erdemi
gösteremediğini düşündüğünüz için soracağım; “Demokratikleşme
sürecinde öteki mahalle, bizim mahalleden daha iyi bir sınav verdi”
diyor musunuz?
Bir kısmı için çok doğru, haklısınız. Bir an 6 sene öncesine
gittim, söz gelimi Ergenekon kapsamında tutuklanan gazeteciler için
özgürlük kampanyası var, kişisel olarak ben verdim ama buna Zaman
yazarlarından kaç tanesi imza verirdi? Bilmiyorum. Bence, bugünkü
tablo oluşmazdı. Bugün onlar da daha ahlaki davranırlar.
Sizce yarın yapılacak yayınlara yansıyacak mı bu
deneyim?
Umarız bu müşterek tavır kalıcı olur. Oktay Ekşi’nin, SODEP Başkanı
Hüseyin Ergün’ün gelmesi anlamlıydı.
Bunun “müşterek” olması için cemaatten de bir adım gelmesi
gerekmiyor mu?
Elbette gerekiyor. Daha birkaç gün önce beraber olduğum
arkadaşlarımla da paylaştım. Dün yapmadık, yapmadınız; Cumhuriyet
gazetesine, Sözcü’ye veya yerine göre Aydınlık’a benzer bir
tasallut söz konusu olduğunda biz de gidip kapılarında Zaman
gazetesinde durduğumuz gibi durabilmeliyiz. Ve onlar da tasdik
ettiler, doğru dediler. Bu tavrın ortaklaşması için haksızlık
kimden gelirse gelsin ve kime karşı olursa olsun buna karşı durmak
lazım. Umarım bizim mahalle için bu ders olur.
'Demirtaş başına gelenleri sadece camiadan biliyorsa
acırım'
Selahattin Demirtaş bir açıklama yaptı ve “Oh olsun demiyoruz ama 5
yılda 10 bin arkadaşımı yargıladınız. Özür bekliyoruz”
dedi.
Kendisinin beyefendi tavrını takdir etmeme rağmen Demirtaş
başlarına gelenleri sadece camiadan biliyorsa acırım. O yargı
kadrolarının çok azının camiayla irtibatlı olduğunu
düşünüyorum.
KCK’dan sadece cemaati sorumlu tutmak değil, ama yargı
sürecini iktidar ve cemaat arasında bir iş bölümü olarak görmek ne
kadar haksız?
Kesinlikle haksız bir bakış.
RÖPORTAJIN TAMAMI