Cemaatin hedefteki ismi Medyaradar'a konuştu! Sayın Başbakan sizden ne istedik de verdiniz?
Son günlerde kaleme aldığı sert yazılarla dikkatleri üzerine çekenToday's Zaman Genel Yayın Yönetmeni Bülent Keneş Medyaradar’dan Alev Gürsoy Cimin’e çok çarpıcı açıklamalarda bulundu. Dershaneler ve medya konusunda ilginç cümleler kurdu…
“Cemaat” denilmesinden rahatsız oluyor. “Cemaat değil hizmet
hareketi” diyor... Hizmet Hareketi’ni çok önemsiyor ama “Benim
Hizmet içinde bir önemim söz konusu değil” diye de ekliyor…Son
günlerde çok sert yazılar kaleme alıyordu, sosyal paylaşım sitesi
twitter’da adeta istenmeyen adam ilan edildi. Görevden alınması
için çağrılar bile yapıldı... Ama tüm bunlar umurunda bile değil,
“Bedel ödemeyi göze aldım ben” diyor. Başbakan Erdoğan'ın kötü bir
liderlik sergilediğini düşünüyor. “AK Parti artık benim için AKP”
diyor, oy verdiği için pişman değil ama bir dahaki seçimlerde belli
ki rotayı başka yere çevirecek, “Çünkü kafam karışık” diyor.
Dershaneler konusunda kızgın, kırgın... Diyor ki “Tepkimin tek
nedeni dershaneler değil, bu iktidar kendini devlet sanıyor. Eski
devletin refleksleriyle hareket ediyor.”
Today's Zaman Genel Yayın Yönetmeni Bülent Keneş'le çok çarpıcı bir
röportaja imza attım. Cesur bir isim ne düşünüyorsa onu
söylüyor. Zaman Gazetesi’nden ayrılırken kafamda hiç soru
işareti yoktu çünkü tüm sorularım yanıtını buldu. Tam da gündem
dershanelerken denk gelen bu röportaj eminim aklınızdaki pek çok
soru işaretine de ilaç gibi gelecek... Medyanın son durumunu
“rezalet” olarak nitelendiriyor Bülent Bey, tıpkı Hasan Cemal gibi
düşünüyor, “Bu ülkede- Beyefendi rahatsız olur gazeteciliği- arttı”
diyor. Tüm dikkatler üzerindeyken ve herkes onunla röportaj yapmayı
isterken beni kırmadığı için Bülent Keneş’e teşekkürü borç bilir,
size de her zamanki gibi keyifli okumalar dilerim. Sevgiyle kalın,
hep umutlu olun.
******************************************************
RÖPORTAJ: ALEV GÜRSOY CİMİN
Twitter:gazetecilaev
Gmail: [email protected]
Gündem malumunuz dershaneler... Hükümet ve cemaat arasında
büyüyüp giden bir tartışma var, ama bu konuya girmeden önce şunu
sormak istiyorum: Siz son günlerin kelle koltukta gezen adamı
mısınız? Çünkü twitterdan günlerdir süren bir linç kampanyası
var... Sert eleştiriler alıyorsunuz.
“Hamama giren terler” diye bir laf vardır, bizimki de biraz öyle.
Açıkçası ben çok da öyle “kelle koltukta gezen bir adam” olduğum
düşüncesinde değilim. Ama öyle hiç de “tedirgin değilim” dersem
yalan olur. Memlekette gazetecilik yapmanın, doğruları söylemenin
çok kolay olmadığını ilk söyleyen sanırım ben değilim...Bu ülkede,
maalesef, ilkeli gazetecilik yapmak çok zorlaştı. İçinden
geçtiğimiz şu son süreçte,şayet ilke gazeteciliği yapıyorsanız bazı
bedelleri ödemeyi göze almanız gerekiyor.
"İLKE GAZETECİLİĞİ YAPAN BEDEL ÖDEMEYİ DE
GÖZE ALIR"
İlke gazeteciliğinden kastınız nedir?
Today's Zaman kurulduğundan beri biz ilke gazeteciliği yapıyoruz.
Sadece burada değil gazetecilik hayatım boyunca da aslında bunu
yaptım ve halen de yapmaya devam ediyorum. Bizim için kimin
yönettiği değil daha çok nasıl yönettiği, kim olduğu değil ne
yaptığı önemli ve biz bu bağlamda gazetenin kurulduğu 2007 Ocak
ayından bu yana Türkiye'de demokrasinin standartlarının
yükseltilmesi, şeffaflığın ve denetimin artması, hesap
verilebilirliğin bir kaide haline gelmesi, temel insan hak ve
özgürlüklerinin alanının genişletilmesi, Avrupa Birliği'ni Avrupa
Birliği yapan temel norm ve standartların bizim ülkemiz için de
siyasi, hukuki ve ekonomik genel normlar olması konusunda hiç
aralık vermeksizin çaba harcadık. Bu çabalarımızdan dolayı yakın
tarihe, yani özellikle askeri vesayetin geriletildiği ana kadar,
devlet içindeki derin yapıların ve ordu içerisindeki cuntaların
hedefindeydik. Yani ilk kez hedef olmuyoruz .
Şu anda da hedef olduğunuzu kabul ediyor
musunuz?
Elbette kabul ediyorum...
"AYLARDIR HAYSİYET CELLÂTLARININ
HEDEFİNDEYİZ"
Sosyal paylaşım sitesi twitter'da sizin için sert
eleştiriler yapılırken Cemaate "görevden al" çağrısı da yapıldı.
Cemaat bunu ne kadar ciddiye aldı ya da alır?
Biliyorsunuz bu örgütlü ve sistematik kampanyalar aylardır devam
ediyor... İlk kez olmuyor. Öyle ki bu yıpratma, ötekileştirme,
düşmanlaştırma, şeytanlaştırma ve bir nefret objesine dönüştürme
kampanyaları hayatımızın bir normali haline geldi maalesef. Oysa
hiç olmaması gereken bir şey... “Haysiyet cellatlığı” dediğimiz ve
hiç kimsenin başına gelmesinden, hedef seçilmesinden haz etmeyeceği
bir durum artık nerdeyse gün aşırı başımıza geliyor. Gerek Today's
Zaman olarak, gerek yazarlarımız bağlamında ve gerekse bizatihi
kendim hedef haline getiriliyorum.
"CEMAAT DEĞİL HİZMET
HAREKETİ"
Peki, Cemaat denilmesinden rahatsız mısınız?
İlhamını Fethullah Gülen Hocaefendi’den alan Hizmet Hareketi bu
toplumun da artık dünyanın da bir gerçeği. Biliyorsunuz biz
“cemaat” demiyoruz zaten. Bu hareket inanç temelli bir sosyal
hareket. Hizmet Hareketi benim nazarımda kendi kültürünü üreten,
kendi davranış kalıplarını üreten, kendi insan profilini yetiştiren
ve bunu da kültürler ötesi,hatta medeniyetler ötesi bir şekilde
yapan bir sosyal hareket. Eğer ki biz buna “cemaat” dersek, bu
cihanşümul hareketi çok dar kodlarla tanımlamış oluruz. Oysaki bu
hareketin dünyadan çok geniş bir takipçi kitlesi var. Farklı
inançlardan insanların bile desteği, emeği, gönüllü katkısı
var.
Mesela Alevilerden destekçiniz var mı?
Var tabii... Alevi derken Aleviler biliyorsunuz çok fragmante bir
topluluk… Kendini Alevi olarak tanımlayan çok farklı gruplar var.
İşte o gruplardan bazıları doğrudan Hizmet Hareketi’nin gönüldaşı
diyebileceğimiz bir yakınlık içerisindeler. Bir iki ay önce
Ankara'da kurulan cami- cemevi külliyesi bu durumun bir
tezahürüdür.
"HİZMET HAREKETİ HERKESİ OLDUĞU GİBİ KABUL
EDİYOR"
Alevileri asimile etmeye yönelik bir hareket miydi bu, böyle
eleştiriler vardı?
Hayır tabii ki. Asla böyle düşünmemek lazım. Çünkü böyle düşünmeye
başlarsanız o zaman gayrimüslim vatandaşlarla temasa geçtiğimizde
onların da "Bizi Müslümanlaştırıyor musunuz" diye tepki
göstermesi gerekir. Böyle bir şey olabilir mi!!! Elbette ki hüsnü
kabul gören hal ve hareketlerinizden etkilenip benimsediğiniz dine
veya yaşam tarzına sempati duyanlar ve buna dâhil olmak isteyenler
olabilir. Oluyor da. Nasıl ki özünde gayrimüslimlere karşı böyle
bir çaba mevzubahis değilse Alevi kardeşlerimiz, vatandaşlarımız
için de öyle bir durum söz konusu değil. Böyle bir şey olsa zaten
ilk reaksiyonu onlar gösterirler. Hizmet Hareketi’ni Hizmet
Hareketi yapan şey herkesi olduğu gibi kabul etmesi ve saygı
göstermesi.
İktidarı da olduğu gibi kabul ediyor musunuz ?
İktidarı olduğu gibi kabul etme durumu tabii yaptıklarıyla,
icraatlarıyla ilintili. Çünkü İktidar herhangi bir toplumsal kesim
değil. Özellikle haklarını savunabileceğimiz,özgürlük alanlarının
genişletilmesine çabalayabileceğimiz bir toplumsal grup ya da
sektör değil. İktidar alanı tam tersine diğer insanların yaşam
tarzlarının,farklı inanç sahiplerinin, farklı düşünce sahiplerinin
hak alanlarını ihlal edebilme potansiyeline ve riskine sahip olan
bir unsur. Dolayısıyla iktidarı olduğu gibi kabul etmektense
iktidarın olması gerektiği gibi bir hale gelmesi için çaba
harcıyoruz.
İktidar tarafından kellenizin istenildiği doğru
mu?
Bana ulaşan bir şey yok. Ama milletin ağzı torba değil ki büzesin,
böyle şeyler konuşuluyor…
Peki cemaat nasıl bakar bu görevden al
çağrısına?
“Cemaat” dediğiniz şey,bakın o yanlış anlaşılıyor: Hizmet
Hareketi…
Hizmet Hareketi nasıl bakar diye sorayım o
halde?
Sanıldığının aksine Hizmet Hareketi’nde emir komuta ile işleyen
öyle bir hiyerarşik yapı yok. Faraza bir mercie şikâyet
ediyorsunuz, o merci bir karar veriyor ve ondan sonra herşey
olduğundan farklı bir şekil alıyor…Böyle bir şey yok. Bunun yerine
belirli istişari süreçler var. O istişari süreçler içerisinde
kararlar çıkıyor ortaya ve o kararlar sonra hayat
buluyor.
Sizi ne bekliyor bu süreçte peki?
Yani ben çok önemli bir mevzu değilim. Bunu konuşmak bile istemem.
Çok matah bir iş yaptığımızı da söyleyemem. Vazgeçilmez işler,
sorumluluklar, yetkiler de değil bu işler. Özelden değil, genelden
gitmeliyiz.
HİZMET HAREKETİ (CEMAAT) BENİM İÇİN ÇOK
ÖNEMLİ
Hizmet hareketi için önemli değil misiniz? Sonuçta onlar
için savaş vermiyor musunuz?
Hizmet Hareketi için herhangi bir önem taşıyıp taşımadığımı
söylemek bana düşmez. Böyle bir şey söyleyemem ve asla söylemem.
Ama şunu gönül rahatlığı içerisinde söyleyebilirim, Hizmet Hareketi
benim için çok ama çok önemli...
"BEDELLER ÖDEMEYİ GÖZE ALARAK YAZDIM,
YAZIYORUM"
Çok sert yazılar yazdınız son dönemde hiç korkmadınız mı,
çekinmediniz mi?
Çok sert yazılar olduğu kanaatinde değilim. Ben sadece Türkiye’nin
genel gidişatına dair fotoğraflar çektim. O fotoğraflar birilerinin
hoşuna gidebilir, birilerinin ise hoşuna gitmeyebilir. Bu benim
sorunum değildir. Ama bu fotoğrafları çeken birinin, siz de takdir
edersiniz ki,Türkiye’de belirli bedeller ödemeyi göze alması
gerekir... Evet, ben bahsini ettiğiniz yazıları yazmadan önce tüm
muhtemel bedelleri göze aldım. Gerek bu yazdıklarımın Hizmet
Hareketi içerisinden yanlış anlamalara yol açabileceğini, gerekse
hükümetin ve çevresindeki grupların bütün ağırlıklarıyla üzerime
geleceğini elbette düşünerek hareket ettim.
“BİR YERDEN SONRA DOLUYOR
İNSAN”
Peki demediler mi size Hizmet Hareketi’nden, "Bülent sen biraz dur
ya da bu kadar yazma" diye?
Dostlarımızdan, arkadaşlarımızdan, kardeşlerimizden bunu iyi
niyetle söyleyenler elbette oldu ve var. Ama bir yerden sonra
doluyorsunuz, taşıyorsunuz.
Peki Sayın Gülen'le görüşmeniz oldu mu?
Hocaefendi’yle çok sık görüşen biri değilim.
“HOCAEFENDİ İLE ÇOK SIK
GÖRÜŞMÜYORUZ”
Son zamanlarda?
Son zamanlarda da görüşmedim. En son geçtiğimiz Mayıs ayında bir
Amerika seyahati sırasında uğramıştım. Ondan sonra şahsen
görüşmedim. Ama ben Hocaefendi'nin kendi mecrası üzerinden yapmış
olduğu bütün sohbetlerinin hiçbirini kaçırmadan dinlemeye
çalışıyorum. Ve oradan kendime bir yol belirliyorum.
Gazetenin yayın politikasına bir müdahalesi söz konusu mu
Gülen'in?
Hayır yok. Yani uzun vadeli 6 ayda 8 ayda bir gidiyorsam, yolum
düşüyorsa gündeme biz getiriyorsak spesifik olarak gazeteye dair
birkaç cümle söylüyor. Hocaefendi'nin işi başından aşkın. Bu kadar
yoğunluğu arasında Today 's Zaman ya da Sunday Zaman'a sıra
gelmez.
"HİZMET İÇİN ÖNEMLİ BİRİ
OLMAYABİLİRİM"
Tüm Türkiye’nin kilitlendiği bu dershaneler mevzusuna
girmek istiyorum. İktidarla Cemaat ilk kez bu kadar açık şekilde
karşı karşıya geldi. Siz neden dershanelerin kapatılmasına bu kadar
karşısınız ve hükümet sizce neden bu kadar ısrarlı bu
konuda?
Ben dershane konusundaki tartışmayı bir eğitim tartışması olarak
görmüyorum. Bu benim şahsi görüşüm. Burada konuştuklarımızın hepsi
de benim şahsi görüşümdür. “Biz” diye konuşmam aldığımız terbiye ve
tevazuu gereği. Yani Hizmet adına konuşamam, hareketi temsil
edemem. Hizmet Hareketi elbette benim için çok önemlidir. Ama
belirttiğim gibi ben Hizmet için hiç de önemli biri olmayabilirim.
Öyle de olması gerekir zaten.
"ASIL SORUN DERSHANELER DEĞİL"
Siz neresindesiniz bu dershaneler meselesinin?
Şöyle söyleyeyim, dershane sorununu çok daha büyük bir sorunun
küçük bir parçası olarak görüyorum. Bu da sadece Hizmet Hareketi’ni
ilgilendiren bir sorun değil, Türkiye'nin nereye gittiğiyle
ilintili bir sorun…
"HİZMETLE HÜKÜMET ARASINDAKİ SORUN YENİ
DEĞİL"
Nereye gidiyor Türkiye?
Maalesef iyi bir yere gitmiyoruz. Nasıl ki kızlı-erkekli evler
tartışması başlatılabiliyorsa; nasıl ki ülkenin farklı yaşam
tarzlarına sahip kesimleri yahut farklı düşüncelere sahip kesimleri
tek tek hizaya getirilip bir şekle, bir forma sokuluyor ya da
susturuluyorsa, burada da öyle bir sorun var. “Neden Hizmet
Hareketi bu kadar net bir tavır aldı?” diye soracak olursanız
malumunuz Hizmetle Hükümet arasındaki sorun ve gerilim yeni değil.
Daha uzun bir tarihe dayanıyor.
"HÜKÜMETİN BU ALANA GİRMEYE HAKKI
YOKTUR"
Ama önceden bunu kabul etmiyorlardı. Böyle bir çatışmanın ya da
anlaşmazlığın olduğunu söyleyenler fitne fesat yapmakla
suçlanıyordu...
Daha önce bürokratik kadrolarda, değişik devlet kuruluşunda Hizmet
Hareketi’ne yakın olduğu düşünülen insanlar tasfiye ediliyordu. O
tasfiyeler de zaten ayyuka çıkmıştı.Ama Hizmet Hareketi’nin ne
medyasında, ne sosyal mecralarda, ne de Hizmet Hareketi’nin
kurumları üzerinden bunlara yönelik hiçbir itiraz dillendirilmedi.
Belki itiraz sayılabilecek bir şeyler varsa Hocaefendi’nin üstü
kapalı da olsa, ima yolluyla da olsa, yapmış olduğu bazı
açıklamalar oldu. Bunları da anlayan anladı anlamayan anlamadı.13
Ağustos'ta ise Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın 11 maddelik bir
bildirisi geldi ve bu durum kamulaştırıldı. Neden o konularda o
güne dek bir gündem oluşturulmadı? Çünkü seçilmiş iktidarın
bürokratik kesimlerde her türü icraatı ve her türlü tasarrufta
bulunma hakkı vardır. Ve sivil bir hareket olarak Hizmet Hareketi
de buna saygı gösterir. İktidar bir bürokratı ister tasfiye eder,
isterse atar. Zaten hükümet, yıllarca dişiyle, tırnağıyla emeğiyle
hukuk çerçevesinde böyle bir pozisyona gelmiş insanları bürokratik
pozisyonlardan, emniyetten, yargı kurumlarından ve benzeri
yerlerden tasfiye etti. Yine de her şey buraya kadar normaldi.
Bunlar neticede hükümetin icraat alanına dahil konular olduğu için
ses çıkarılmadı. Ama dershaneler konusunda ilk kez kamunun ve
hükümetin alanının dışına çıkıldı.Doğrudan özel teşebbüs,
insanların özel teşebbüs hakkından kaynaklanan ve bir sorunun
sonucunda ortaya çıkmış olan bir alana girdi hükümet. Bu kadar da
olmaz! Herhangi bir hükümetin seçilmişte olsa veya hangi yoldan
gelmiş olursa olsun bunu yapmaya hakkı yoktur.
"DERSHANELER HÜKÜMETİN MÜDAHALE
EDEMEYECEĞİ BİR ALAN"
Hükümetin eğitim reformu kapsamında değerlendirmiyor
musunuz bu dershaneler konusunu?
Alakası yok. Bence dershaneler çok büyük bir problemin küçük bir
parçası...
"KAMUDAN DA SOSYAL HAYATTAN DA
TASFİYE"
Başbakan'ın hiç mi haklılık payı yok peki bu dershaneler
olayında, maddi durumu olmayan aileleri düşünürsek?
Öyle pazarlanıyor ama, değil. Dershaneler kapanınca eğitimde fırsat
eşitliği yakalanacak mı sanıyorsunuz? Nasıl dönüştürecekler
bunları? Bu ülkedeki özel okul sayısından ve fiyatlarından
haberleri yok galiba? Bu iş neye benziyor biliyor musunuz tıpkı
Başbakan'ın kızlı-erkekli öğrenci evleri çıkışına... Ben de asla
oğlum ya da kızımın böyle bir yaşam şeklini tercih etmesine izin
vermem. Ama buna Başbakan değil, ben karar veririm. Başbakan da
olsa benim mahremime giremez. Çünkü devletin, hükümetin böyle bir
yetkisi yok. Nasıl ki bu konuya,-iktidar özel hayatıma müdahale
edemez- gözüyle bakıyorsam; dershane konusuna da böyle bakıyorum...
Dershaneleri hükümetin müdahale edemeyeceği bir alan olarak
görüyorum. Çünkü bu ülkede piyasa ekonomisi var ve ortaya çıkan bir
talep sonucu bir arz oluşmuş. Bunu denetleyebilirsiniz ama
talebi ortadan kaldırmadan arzı ortadan kaldıramazsınız.Kamu
sektöründe Hizmet Hareketi’ne gönül vermiş insanları tek tek
tasfiye ettiler. Hadi onu anladık, seçilmiş iktidar istediğiyle
çalışır istediğiyle çalışmaz. Ama aynı iktidarın Hizmet
Hareketi’nin birinci faaliyet alanlarından biri olan eğitim
sektöründe zücaciyedükkânına girmiş fil gibi ve üstelik hiç bir
açıklama yapma ihtiyacı duymadan, sektörün muhataplarıyla
görüşmeden bir şeyler yapması, karar alması söz konusu olunca
buradan başka bir şey çıkıyor. Kamudan tasfiye artı sosyal hayattan
da tasfiye anlamı çıkıyor... Hizmet Hareketi’nin kendi
faaliyetlerinin odaklandığı alan açısından da, Türkiye’nin genel
gidişatı açısından da bakıldığında bu dershaneler mevzuunda bir
yanlışlık var.
"BAŞBAKAN ERDOĞAN KENDİNİ DEVLET GİBİ
GÖRÜYOR"
İktidar cemaati neden tasfiye ediyor, sebebi
ne?
Ediyor değil ettiler... Bunu Cem Küçük dâhil birçok yazar da zaten
kaleme aldı. Çünkü Sayın Başbakan artık kendisini devlet olarak
düşünüyor. Devlete de şirk kabul etmiyor. Hiçbir itiraz, hiçbir
farklı görüş olsun istemiyor... Herkes önünde eğilsin adeta
kendisini kutsasın istiyor, hiçbir alternatif bakış istemiyor.
"GİDİŞAT HAYRA ALAMET DEĞİL"
Bunun adı nedir, bir nevi faşizm ya da diktatörlük mü?
Ben bir şey demek istemiyorum siz koyun adını... Ama bu gidişat
hayra alamet bir gidişat değil... Bu otoriterleşme eğiliminin
artması toplumun birçok kesimini rahatsız ettiği gibi Hizmet
Hareketi’nden insanları da rahatsız ediyor.
Yol arkadaşlığı bitti mi?
Biz hiç bir zaman AKP'li olmadık ki...
"AKP ESKİ KEMALİST MİLİTARİST DEVLET
GİBİ"
Dikkatimi çekti, sürekli AKP diyorsunuz AK Parti
demiyorsunuz?
Evet, şike yasasından sonra yani Aralık 2011’den bu yana AKP
diyorum. Çünkü bir pisliğin üzerini örtüyorsanız her türlü pisliğin
üzerini örtebilirsiniz. Bir yolsuzluğu kapatıyorsanız ve onun için
özel yasa çıkarıyorsanız her türlü pisliğin üstünü kapatan yasalar
da yapabilirsiniz. Ben kuruluşundan bu yana AKP'ye oy vermiş, bu
partinin demokratikleşme politikalarını desteklemiş biri olarak
bunları konuşuyorum. Benim verdiğim destek AKP'nin kurumsal
kimliğine ya da Başbakan Erdoğan'ın şahsına verdiğim bir destek
değildi. AKP'nin izlemiş olduğu veya vaat etmiş olduğu
demokratikleşme politikalarına vermiş olduğum destekti. Ama velakin
2010 referandumu ve 2011 seçimlerinden sonra askeri vesayet iyice
geriletildi, medya belli bir kıvama getirildi. “Tamamen devlet
benim oldu" düşüncesine kapıldılar... Tıpkı eski
Kemalist-militarist devlet gibi farklılıkları bastırmaya,
susturmaya, sindirmeye yöneldiler...
"HÜKÜMET YANDAŞI OLMADIĞIMIZ GİBİ KARŞITI
DA DEĞİLİZ"
Başbakan için ne zaman "karşı taraf" oldunuz?
Bunu bana değil Sayın Başbakan'a sormak lazım. Benim için hükümetin
kim olduğu, ne olduğu değil hükümetin ne yaptığı önemli. Bakın
bugün itibariyle çok reformist işler yapmaya başlansın biz gene
sanki AKP'liymişiz gibi bir görüntü verebiliriz. Ama biz hükümet
yanlısı değiliz. Sadece hükümetin demokratikleşme politikalarına
destek veriyoruz, antidemokratik gördüğümüz politika ve adımlarına
da karşı çıkıyoruz. Demokratikleşme konusunda atılan adımlar daha
baskın olunca bizim de desteğimiz eleştirilerimize daha baskın
oluyordu. Ve biz sanki hükümet yandaşıymışız gibi bir algı
oluşuyordu. Bugün ise yanlışlar çok fazla öne çıkıyorsa ve bizde
bunu eleştiriyorsak, bu bizim suçumuz değil. Yani ne yandaşız, ne
de AKP hükümeti karşıtı.
"KİM DOKUNMUŞ DA KÜL OLMUŞ?"
Cemaate dokunan yanar mı?
(Bir gazete kupürü getiriyor arşivden Bülent Bey ve bu soruya onun
üzerinden yanıt veriyor:) Kim yanmış şimdiye kadar? Bakın
Cumhuriyet'ten Hikmet Çetinkaya yıllarca bu ülkede Fethullah Gülen
hakkında yazılar yazdı, ne oldu yandı mı? Nuh Mete Yüksel'e bir şey
oldu mu? Birçok isim sayabilirim ve bu insanların hepsi hala
piyasada... Gülen hakkında onlarca kitaba imza atan bir yayınevi
sahibi diyor ki, "Gülen'e dokunan yansaydı ben şimdiye dek kül
olmuştum. " Farklı ilişkileri, bağlantıları olan kişiler deşifre
olunca hemen topu Gülen'e atıyor. “Her şeyi Gülen yaptı” oluyor.
Çünkü,sistematik bir şekilde öyle bir algı yaratıldı.
"MESELE DERSHANE YA DA EĞİTİM MESELESİ
DEĞİL"
Kapanır mı dershaneler, süreç nerde biter?
Bakın ben bunu çok hayati bir mesele olarak görmüyorum.
Dershanelerin kaderinden ziyade Hizmet Hareketi’ne yönelik açıktan
bir düşmanlık ve bir tasfiye girişimi olarak algılanıyor bu durum.
Ben büyük fotoğrafa bakıyorum. 80'li 90'lı yıllarda memlekette 3
bin 700 tane köy boşaltıldı, yüzbinlerce insan evinden yurdundan
oldu. O yıllarla mukayese edildiğinde dershaneler yanında çerez
kalır. Peki şimdi yaşananlar ne anlama geliyor? Bir sormak lazım:
Biz yeniden o 80'li, 90’lı yıllardaki despotik devlete mi
dönüyoruz? İşte gelinen bu süreç bir kaygı oluşturuyor. Hizmet
Hareketi’ne gönül verenlerce kurulmuş dershane oranı yüzde
25'lerde. Yüzde 75'lik kesim ne olacak? Çok kaygılılar: Bazı
dershaneler diyor ki: "Yüzde 25’lik kesim için bizi de
yakıyorsunuz." Bu bir dershane, eğitim meselesi değil. Bu bence
demokrasi meselesi. Bu Türkiye'de rejimin, sistemin nereye
gittiğiyle ilgili bir mesele. Yani o kadar vahim bir durum. Hiçbir
zaman peşin hükümlü AKP düşmanı olmayan bizlerin yapmaya çalıştığı
bu vahim gidişata “hayır!” demekten ibaret. Yaptığımız bir
kahramanlık değil, sadece ilkesel bir duruş.
“BİZ TASFİYELERE
KARŞIYIZ”
İktidarın bu dershaneler ısrarı sürerse Hizmet Hareketi
içinden yeni bir Gezi çıkma olasılığı var mıdır?
(Gülüyor) Sosyal medya biraz öyle gibi ama, biz tabii buna öyle
diyemeyiz. Biliyorsunuz günlerdir dershaneler konusu twitter’ı
sallıyor. Trend Topic listesinden 24 saat düşmüyor. Bu hareketi
anlamamız lazım. Twitter’da bir espri vardı: "Hükümet twitter’ın
patronuyla anlaşmış cemaatten olanların twitter hesaplarını kapatın
demiş " şeklinde. Cevap olarak "140 ülkedede mi?" denilmiş. Bu
Hareketi iyi anlamalı. Dershaneler elbette ki önemli. Ama asıl biz
büyük tasfiye süreçlerine karşıyız. Özel sektöre niye karışıyorsun
kardeşim sen ya? Madem ki dershanelerin yararına inanmıyorsunuz,
toplumun yüzde ellisi size oy veriyor. Çağrı yapın o insanlara
çocuklarını dershaneler göndermesinler...
“BİRİLERİ DÜDÜK ÇALIYOR DİYE HERKES HİZAYA
GİREMEZ”
Dediniz ya AKP düşmanı olmadık. Ben şunu merak ediyorum,
dershaneler kapatılırsa ne olur tepkiniz?
Biz CHP ve MHP düşmanı da olmadık hiç bir zaman. Sadece
politikalarını eleştirdik. Bugün ise AKP'nin politikalarını çok
arkaik bulduğumuzdan onları eleştiriyoruz. Sorunuza gelecek
olursak,Hizmet Hareketi’nde “birileri düdük çalıyor, herkes hizaya
giriyor” diye bir durum yok.
“BU MEMLEKET YAŞANMAZ HALE
GELİR”
AK Parti’den Elitaş dedi ki "Dershanelerin kapanması
hükümete oy kaybettirmez." Cemaate gönül veren büyük bir oranı
düşünürsek siz ne dersiniz?
Ben zaten bunu anlamıyorum. Vicdan, adalet, hak, hukuk ile güç
dengelerini karıştırmamak lazım. Bakın bu ülkede yüzde 50 de destek
alabilirsiniz, yüzde 60 da… Ama bu ülkeyi toplumun sadece
yüzde1’lik bir kesimini bile huzurlu yaşatamaz hale getirirseniz,
bu memleketin tamamı da yaşanmaz hale gelir. Asla yanlış
anlaşılmasın Hizmet Hareketi bunu bu hale getirecek diye
söylemiyorum. Ama ister Aleviler, ister Kürtler deyin, bu toplumun
yüzde 100'ünü kucaklamak zorundasınız . Eğer kucaklamazsanız hem
onların huzurunu kaçırırsınız, hem kendi huzurunuzu. Gezi Parkı
eylemlerine katılanların toplam Türkiye nüfusuna oranı nedir? Var
mıdır yüzde 1, yüzde 2… Zannetmiyorum.Ama ülkeyi iki ay 3 ay
kilitlediler. İnsanları sokaklara dökmek bu mudur istediğiniz,
burası çıkar yol değil. Hizmet Hareketi toplumda huzur olsun, barış
olsun istiyor. Farklılıkların toplumda birarada yaşayabilme
becerisini kazanabilmesini istiyor. Kendi yaşam alanının tehdit
altına girmesini istemediği gibi kendisi ile taban tabana zıt
insanların da yaşam tarzına saygı duyulmasını istiyor.
“ÜLKE ADETA GİZLİ KABİNE İLE
YÖNETİLİYOR”
Bülent Arınç dershaneler konusunda Başbakan'dan daha ılımlı
konuşmuş "Rasyonel olmak zorundayız" demişti ama Başbakan yaptığı
açıklama ile bir kez daha Arınç'ı açığa düşürdü. Arınç cemaate daha
yakın bir isim mi?
“O yakın, öteki uzak” diye bakmıyorum ben meseleye. Bunlar o
insanların bileceği iş. Ama şuna iyi bakmak lazım: AKP'de bugün 327
milletvekili var. Gidin bunların çocuklarına bir bakın, acaba kaç
tanesi dershaneye gitmiyor ya da gitmemiş? Ancak AKP
milletvekillerinin ve hatta kabinenin artık hiç bir önemi yok.
Çünkü bir avuç insanla ülke adeta gizli bir kabine tarafından
yönetiliyor.
Bakın ben kendi hayatımı anlatayım size. Ben hizmetin
dershanelerine gitmedim. Meslek lisesinde torna tesviye okudum. İki
yıl çiftçilik yaptım, ondan sonra okumaya karar verdim. Birazcık
dershaneye gittim, kendi alanımda ilk 60’a girdim ve Boğaziçi
Üniversitesi’ni kazandım. Meslek lisesinde doğru dürüst ders
görmedim ki sınavda bana herhangi bir faydası olsun.Şimdi
dershaneler yasaklanırsa meslek lisesinde okuyanlar ne olacak?
Meslek lisesine kim gidiyor; fakir fukara çocuğu. Annesinin
babasının kendisi için ön gördüğü bir yaşamı, bir kaderi yaşamak
için gidiyor. Aileler çocuğunun tez elden meslek sahibi olmasını
istiyor. Çünkü okutmaya gücü yok ve yahut kendi vizyonu o kadar.
Ama o çocuk ben neden üniversite okumayayım demeyecek mi? O noktaya
geldiğinde dershaneler olmadan nasıl üniversiteyi kazanacak? Meslek
lisesinden alamadığı bilgilerle mi? Neden siz bu gençlerin elinden
bu imkânı alıyorsunuz kardeşim!
Dershanelerde bu eğitim sisteminin başarısız yanından
beslenmiyor mu?
Beslenebilir…
“BUGÜN REFERANDUM OLSA YİNE EVET
DERİZ”
Peki hala “yetmez ama evet”çi misiniz? Kendinizde hiç suç aramıyor
musunuz, “mezardakiler bile gerekirse oy kullansın”dan buralara
gelmek tek taraflı olmasa gerek?
Bunu bize çok söylüyorlar.“Biz size söyledik dinlemediniz” diye
eleştiriler alıyoruz. Ama asla pişman değiliz. Referandum konusu
Türkiye için çok tarihi bir konuydu. Bugün yine benzer bir
referandum olsa biz yine” evet” deriz. Biz demokrasi konusunda
atılan her adıma destek verdik, vermeye de devam ediyoruz.
“FAŞİSTİK BİR EĞİLİM BAŞ
GÖSTERDİ”
Peki bu “yetmez ama evet”çilikle iktidarın elini güçlendirmediniz
mi, birazda siz iktidarı şikayet ettiğiniz bu durumlara
getirmediniz mi?
Referandum iktidarın elini güçlendirmedi, çok başka birşeydi.Biz
iktidarın her dediğine “evet” demedik. Bilakis 2008 sonlarına doğru
iktidarda yine bir rahatlık ve gevşeme oldu. Tırnak içinde
söylüyorum “faşistik bir eğilim” baş gösterdi. “Tek millet, tek
devlet, tek dil” vs.sloganları atıldığı bir dönemdi. Aşırı
dışlayıcı, aşırı tepeden bakan o Kemalist zihniyeti çağrıştıracak
bir söylem sadır oldu Başbakan’ın ağzından ve bu bir süre devam
etti. Her ay yayınladığımız MetroPoll anketinde halka “eski Tayyip
mi, yeni Tayyip mi? diye soruldu. Halk enteresan bir şekilde “eski
Tayyip, yeni Tayyip” söylemini yadırgamadı. Halkın yüzde 68’i “Eski
Tayyip’i özlüyoruz” dedi. Biz bunu 2008’in sonunda Today’s Zaman’ın
manşeti yaptık, bize kimse “Ya kardeşim daha düne kadar
kolkolaydınız” demesin. Bunu diyorlar ama yanlış söylüyorlar. Biz o
zamanda yanlış olarak ne gördüysek onu eleştirdik. Diyorum ya bizim
ilklerimiz var.
“MESELE HAKAN FİDAN DEĞİL, O SADECE BİR
BÜROKRAT”
Asıl kriz 7 Şubat’la, Hakan Fidan ile mi
başladı?
Şaşıracaksınız ama benim tanıdığım tek bir savcı yok. Tek bir savcı
ile tanıştım, o da oğlumun sınıfındaki bir çocuğun velisiydi.
Herhangi bir polis şefi de tanımıyorum ve bu işlerden hiç anlamam.
Today’s Zaman MİT olayına gene ilkeler çerçevesinde bir tepki
verdi. İlkeler üzerinden hareket ettiğimizde Genelkurmay Başkanı’nı
sorgulayan, koca koca ordu komutanlarını sorgulayan,yargılayan,
yüksek bürokratik görevlerde bulunmuş insanları sorgulayan
yargılayabilen bir hukuk sisteminin önünde herkesin eşit olması
gerekir. Bir savcı haklı ya da haksız sebeplerden dolayı herhangi
bir bürokratla ilgili soruşturma yapıyorsa hükümetin üzerine düşen
görev bunu kolaylaştırmaktır ki gerçek ortaya çıksın. Bunu farklı
bir komplonun parçası olarak görmek doğru değildir. Hakan Fidan
değildir mevzu. Sayın Fidan bir bürokrat. Onun yerinde başka biri
de olabilirdi.
Mesela aynı dönemde David Cameron gitti Meclis’te sorgulandı.
İsrail’de Cumhurbaşkanı mahkûm oldu. Başka ülkelerde buna benzer
farklı şeyler oldu. Siz eğer hukuk devleti olma iddiasındaysanız
hiç kimsenin hukuk karşısında dokunulmazlığı olmaz, olamaz. Bakın
orada da farklı bir oyun oynandı. Yasalar gereği bir Başbakan’ın
Yüce Divan dışında herhangi bir mahkemede yargılanması söz konusu
değil. Ama kamuoyunda bunu “savcı esas Başbakan’ı hedef alıyor”
diye yansıttılar. Bunlar palavra. Dediğim gibi ben ne bir savcı
tanırım, ne bir polis şefi. Demokratik hukuk devletinin gerekleri
çerçevesinde bir tepki koyuyorum. Bugün yine 7 Şubat gibi bir durum
olsa yine aynı tepkiyi koyarım.Çünkü hukuk önünde herkes eşittir.
“Hukuk önünde herkes eşit değil”diyenlere de iyi gözle bakmam,
saygı duymam.
İktidar ve cemaat arasındaki asıl sorunu hala anlayamadım
madem dershane değilse ne, şu an neyin mücadelesi veriliyor,
taraflar neyi tam olarak bölüşemiyor?
Mücadele yok, neyin mücadelesinden bahsediyorsunuz?
Tüm Türkiye’nin günlerdir izlediği bir atışma, bir mücadele
var, bunu inkâr etmeyeceksiniz sanırım?
Mücadele yok, hak savunusu var. Bir irade birilerinin hakkına
tecavüz ediyor. Birileri de o hakka sahip çıkıyor. Hakkını
savunmaya çalışıyor.
“BİR İRADE BİRİLERİNİN HAKKINA TECAVÜZ
EDİYOR”
Başbakan dershaneler “kapanacak “diyor, Fethullah Gülen
ise“kapanmayacak” diyor, tartışma ise her iki tarafa yakın
insanların da müdahilliğiyle alevleniyor. Ve bunlar Türkiye’nin
gözü önünde yaşanıyor, bunlar artık gizlenmiyor.
Neden?
Diyelim ben sizi öldürmek istiyorum, siz de “hayır beni
öldüremezsiniz” deyip mücadele ediyorsunuz. Tüm bu yaşananlarda
işte böyle bir şey. Gerilimin gizlenmemesinin nedeni şu, çünkü
bunun öncesi de var. 13 Ağustos 2012 tarihli Gazeteciler ve
Yazarlar Vakfı’nın 11 maddelik bildirgesinde Hizmet Hareketi açıkça
bu gerilimi ortaya koydu. Aradaki ayrılık sebebi olan ve
uzlaşılmayan sorunlar olduğu da o bildiride belirtildi. Hükümet
bazı iddiaları kendi medya organları ya da kendi yetkilileri
tarafından ortaya atıyor. Mesela Başbakan’ın dinlenilmesi ya da
Erdoğan’ın koruma ekibinin tasfiye edilmesi gibi.O bildiride
deniliyor ki madem öyle bir iddianız var üzerine gidin, yargının
işini kolaylaştırın. Bu iddiayı ortaya atıyorsunuz, zan
oluşturuyorsunuz ama üzerine gitmiyorsunuz. Peki, niye
gitmiyorsunuz?
Tüm bunlarda cemaati mi işaret ettiler, şüpheler o yönde
miydi?
Ettiler tabii. Bu sır değil ki. Herkesin diline dolandı…
Neden hep bu dinlenme vb. iddialarda hemen cemaatin ismi
geçiyor?
Çünkü böyle bir algı oluşturuldu. Oluşturulmaya da devam ediyor.
Ergenekon, Balyoz konusunda sanki hükümet hiç bu konuya dâhil
değilmiş de Hizmet yaptırmış gibi bir algı yaratılmadı mı? Bunu
Hocaefendi söyledi. Ben ise bu işlerden anlamam. Gazeteciyim,
sadece analiz yaparım.
AK Parti’ye oy veren ve destekleyen bir isimdiniz ama son
dönemde epey şikâyetçisiniz bu partinin icraatlarından, peki yerel
seçimlerde cemaat kimi destekler?
Bakın iyi bir AKP’li değildim. Sadece AKP’ye oy verdim. Ben partiye
değil partinin vaatleri ve programına oy verdim. Bu saatten
sonrasını da bilemem.
Yani yerel seçimlerde oyunuz kime?
(Gülüyor) Bilemiyorum kafam karışık…
Ama yine de vazgeçemiyorsunuz AK Parti’den gibi geldi bana.
Acaba yine mi kol kırılıp yen içinde kalacak?
Şu yaşananlar yen içerisinde mi kalıyor? Benim neticede bir oyum
var, o da benim şahsi oyumdur. Bunu yeri zamanı gelince düşünür ve
ona göre tavır alırım.
“AKP HİZMETE GÖNÜL VERENLERİ HAFİFE
ALMASIN”
Peki, cemaat ne yapar yerel seçimlerde, CHP ve Sarıgül’den
bahsediliyor?
Hizmet Hareketi’nin desteklemesi diye bir durum söz konusu olamaz.
Ben 1988’den bu yana Hizmet Hareketi’ni tanıyorum. Bugüne kadar
bana şu partiye ya da falanca adaya oy vereceksiniz diye bir şey
denilmedi. Ama velakin bir duygudaşlık elbette var. Bakın
yüzbinlerce insan birkaç akşamdır twitter’da dershaneler için
toplandı. Bunlar AKP’nin 6000 tane tuttuğu ücretli insanlar gibi
değil. Anneler var içlerinde, babalar var, çocuklar var, gençler
var. İnandıkları bir şey için gece yarısı kalkıyor tweet atıyor.
Bunu zorla yapmıyor, burada bir gönüldaşlık, bir ülküdaşlık, bir
inanmışlık var. Elbette ki bunların hepsinin siyasete yansıması
olacaktır. AKP bunu asla kulak ardı etmesin. Hiç de hafife almasın.
Kaldı ki Hizmet Hareketi’ne gönül vermiş olan insanların ağırlıklı
kısmı kendi çevrelerinde fikir, kanaat önderleri durumda. Bunun
oluşturacağı etkiyi hiç yabana atmasınlar. Bu büyük bir hata
olur.
“BAŞBAKAN’IN LİDERLİĞİNİ ÇOK KÖTÜ
BULUYORUM”
Başbakan Erdoğan’ın liderliğini şu günlerde nasıl
buluyorsunuz?
Çok kötü buluyorum. Hiç iyi bir liderlik sergilemiyor. Memleketin
demokratikleşmesi, insan hakları ve özgürlüklerinin yüceltilmesi
için kendisine verilen yetkiyi o kadar kötü kullanıyor ki,
Kemalist-militarist devlet anlayışının yeniden hortlaması gibi
görünüyor. Ha bunları söylerken iyi şeylerde olmuyor değil. Mesela
Kürt sorununda büyük yol kat edildi, ama tabii ki yöntem ve
muhataplar tartışılır. Ancak yanlışlar da çok fazla. Gezi’den
başlıyor bu yanlışlar, kızlı-erkekli öğrenci evi çıkışı, medyaya
yönelik baskı. Veya medyaya yönelik baskıya gerek bırakmayacak
ölçüde medya mühendisliği… Onun ötesinde eğitim imkânları, kamu
imkânları kullanılarak toplumun yeniden dizayn edilmeye
çalışılması. Bunlar geldiğimiz noktada yüzde 50’nin verdiği oyun
neticesi olmamalıydı.
Bence Başbakan 2011’deki büyük zaferin ardından o sonuçları
değerlendirdi ve yeniden bir analize tabii tuttu. “Madem ki artık
devlet biziz, neden aslımıza dönmeyelim “ dedi. Bana öyle geliyor
ki Sayın Başbakan benimde içinde var olduğum yüzde 50’nin desteğine
dayanarak yüzde 5’in ideolojisini toplumun yüzde 100’üne dayatmaya
çalışıyor. Bir nevi çıkardığı gömlekleri yeniden giydi. Belki de o
gömleği hiç çıkarmadı. Sadece rengârenk yeni gömlekler geçirdi
üzerine. Hangi kitleyi arkasına almak istiyorsa ona göre
gömlek giydi. Ama şimdi o gömlekleri teker teker çıkarıyor,
geriye ne kalıyor teni. O tende ne var rahmetli Erbakan’ın hayatı
boyunca giymekten gurur duyduğu Milli Görüş gömleğinden başka bir
şey değil. Onun için yüzde 50’nin verdiği oyu istismar ederek yüzde
5’in ideolojisini yüzde 100’e dayatmak istiyor. Bu Milli
Görüşçülüktür. Bu siyasal İslamcılıktır. Bu demokratlık değildir.
Bu muhafazakâr demokratlık hiç değildir.
“BAŞBAKAN MİLLİ GÖRÜŞ GÖMLEĞİNİ YENİDEN
GİYDİ”
Yerel seçimlerde AK Parti en büyük kalelerinden biri olan
İstanbul’u kaybedebilir mi?
Allah bilir orasını. Ama işlerinin kolay olmayacağını rahatlıkla
söyleyebilirim.
“AKP YİNE KAZANIRSA MEMLEKET YAŞANMAZ HALE
GELİR”
Sarıgül’ü nasıl buluyorsunuz, şansı var mı
İstanbul’da?
Ben Sarıgül’ü tanımıyorum, bunu Şişli’deki insanlara sormalı.
Sarıgül’ün başarı ya da başarısızlıktan kaynaklanan bir şansı belki
mevzu bahis olmayabilir. Kadir Topbaş’ın da başarıları ya da
başarısızlıktan kaynaklanan bir riski de olmayabilir. Ama hükümetin
hükümet etme tarzından kaynaklı oluşacak tepkiler yerel seçimlerde
çok farklı sonuçlara neden olabilir. Bunun neticesinde Sarıgül de
kazanabilir, Topbaş da... Yerel seçimlerin yerel seçimler kıvamında
kalmayacağından adım gibi eminim. Hatta Türk siyaseti üzerinde
muazzam etkileri olacak diye düşünüyorum. Şayet yerel seçimlerde
mevcut iktidarın güç temerküzünü teyit eden bir sonuç çıkarsa bunun
Başbakan Erdoğan’ın son 2-2,5 yıldır izlediği hükümet etme tarzını
daha da güçlendireceğini ve memleketin yaşanmaz bir yer haline
geleceğini düşünüyorum.
“10 BİN OKUYUCUMUZ
VAR”
Gelelim medyaya. Bu memlekette malumunuz çok fazla gazete
okunmuyor. Okumayı çok seven bir toplum değiliz. En çok okunan
gazetenin tirajı ortada. O da abonelik ve dağıtımla… Ya Today’s
Zaman’a ne demeli, bir de İngilizce çıkıyor. İngilizce bilen oranı
da ortada… Kimdir kitlesi ne kadar okunur, neden çıkar?
Herkes İngilizce okuyor onu anladık. (Gülüyor)…Bizimkisi şuyu
vukuundan beter durum vallahi. 10-11 bin civarında satıyoruz. Ama
internet sitemizden on binlerce insan takip ediyor. Aslında tüm
gazetelerin isteyip, arzu edebileceği nitelikte bir okuyucumuz
var... Hiçbir dünya başkentinde es geçilmeyecek bir gazete
yapıyoruz.
“OTOSANSÜR YAPIYORUZ, İSTEDİĞİMİZ
MANŞETLERİ ATAMIYORUZ”
Hiç oto sansür uyguluyor musunuz, malum yeni medya
düzeni?
Daha bugün yaptık. Cennet’te bir gazete çıkarmıyoruz. Yani La
Gazetta Paradiso’yu yapmıyoruz maalesef. Türkiye koşullarında
gazetecilik yapıyoruz ve ödeyeceğimiz bedellerden, ödeyebileceğimiz
kadarını göze alıp bu mesleği yapıyoruz. Manşetleri belirlerken de
içimizden geldiği gibi manşetler atamıyoruz. Medyanın geldiği durum
maalesef bu... Farkındaysanız Today’s Zaman’dasınız ve iyi
manşetler atabilen cesur bir genel yayın yönetmeni ile
konuşuyorsunuz.Ve bunları ben söylüyorum. Diğerlerine oranla iyi
manşetler atsak da, vaziyet bu maalesef.
“SAYIN BAŞBAKAN SİZDEN NE İSTEDİK DE
VERDİNİZ?”
Peki ya diğer gazeteleri nasıl buluyorsunuz?
(Röportajı Pazar günü yaptık ve o günün gazete manşetlerini
gösteriyor Bülent Bey) Bakın gazete manşetlerine bugün hafta sonu
ve Türkiye’de yayınlanan 40’a yakın gazetenin manşeti Başbakan’ın
gerçeklikle alakası olmayan bir lafı üzerinden oluşturulmuş: “NE
İSTEDİLER DE VERMEDİK.” Ben soruyorum buradan, Sayın Başbakan ne
istedik de verdin? Müteahhitlik mi istemişiz, ihale mi istemişiz?
Bu Hizmet Hareketi, benim bilgim dâhilinde olan kısmı itibariyle
söylüyorum, memleket hayrına olacak talepler dışında hiçbir şey
istemez hükümetten. Kim, neyi istemiş bunu bir açıklasın.
Memlekette daha iyi bir demokrasi olsun, AB standartlarında
normlara, şartlara kavuşsun bu ülke demek yanlış mı?
“SANSÜR DE VAR OTOSANSÜR
DE”
Bu ülkede gazetecilik yapılıyor mu sizce, oto sansür
uyguladığını itiraf eden bir Genel Yayın Yönetmeni olarak
yanıtlamanızı istiyorum?
(Gülüyor) Sansür de var, oto sansürde. Ve bakın yazabilen bir
gazete olarak “oto sansür yapmıyoruz” diyemiyorum. Oto sansür
yapmıyorum diyen yalan söyler. Bu ülkenin bir gerçeği haline geldi
artık. Elbette ki oto sansürün dereceleri var. Ben olabildiğince
liberal davranmaya çalışıyorum. Daha tek bir yazarımın yazısına
müdahale etmişliğim yok.
“MEDYANIN DURUMU
REZALET”
Medyanın genel gidişatını nasıl buluyorsunuz?
Rezalet… Türk medyası çok kötü bir sınav veriyor. Medya çok
sesliliğini, farklılığını, rengini, çeşitliliğini korumak konusunda
sıfır performansa sahip…Önemli bir bölümü korktuğu için sinmiş,
susmuş durumda. Özellikle anaakım medya “aman başımıza bela
almayalım” derdinde. Hasan Cemal’in dediği gibi “Beyefendi rahatsız
olmasın gazeteciliği” arttı ve her yere sindi.
“BEYEFENDİ RAHATSIZ OLMASIN GAZETECİLİĞİ”
HER YERE SİNDİ
Siz de mi “Beyefendi” rahatsız olmasın diye
uğraşıyorsunuz?
Asla… Biz yeni medya düzenine uymadığımız için üzerimize geliniyor.
Sabah-akşam linç kampanyaları yapılıyor. Hedef gösteriliyoruz.
Haysiyet cellatlığı yapılıyor. Tıpkı askeri vesayet döneminde
Genelkurmay tarafından kurulan internet siteleri gibi kara
propaganda siteleri kuruluyor. Benim ağlama duvarı önünde
fotomontajlı fotoğraflarım yayınlanıyor. Söylemediğim sözler
söylemişim gibi gösteriliyor. CIA ajanı, MOSSAD ajanı, İsrail
uşağı, uluslararası komplonun yerli işbirlikçisi olduğum
söyleniyor.
“CEMAATİN OMURGALI DİK DURUŞUNU HERKES
GÖRMELİ”
“Daha ne kadar dayanırız bu baskılara bilemiyorum”
demiştiniz bir yazınızda, ne kadar dayanabileceksiniz?
Mide bulandırıcı itibarsızlaştırma çalışmaları sürdürülüyor. Bakın
Hizmet Hareketi’nin bu konuda omurgalı dik duruşunu herkes görmeli.
Diyorlar ki “Cemaat orası demokrasi orada ne gezer?” Bakın
Türkiye’de medyada en fazla yazar çeşidi Zaman Grubu’nda. Her
görüşten insan var, düşünce çeşitliliği var… Kimseye müdahale yok.
Herkesin yazmaya çekindiği dönemlerde çok farklı etnik, kültürel,
ideolojik birikimler burada var olabiliyor, yazabiliyor. Burada
ülkücü geçmişi olan da, İslamcı geçmişi olan da, Maocu geçmişi olan
meslek büyüklerimiz de yazabiliyor. Bu özgür ortamı sağlayan
anlayış Hizmet Hareketi’nin anlayışı.
“YILMAZ ÖZDİL AKP DÜŞMANI”
Madem bu kadar çeşitlilik var peki, Yılmaz Özdil gibi bir yazarınız
olabilir mi?
Yılmaz Özdil’in tarzını doğru bulmuyorum. AKP düşmanı Yılmaz Özdil…
Ama bunu da yadırgamıyorum çünkü demokrasi varsa isteyen istediğini
yazar düşünür. Ben sadece onun görüşünü benimsemiyorum. Ama şu da
var; Özdil, AKP kurulduğu günden bu yana hiç bonus vermeden yaylım
ateşi açmış ve devam ediyor. On binlerce okuyucusu var saygı duymak
lazım belki ama bizim gazetede olamaz. Çünkü ben o tarzı
benimsemiyorum. Ama bir insanla da gazetede yazması için el
sıkışmışsak o kişiye ben asla müdahalede bulunamam.
“ŞAKİRT MİYİM
BİLEMİYORUM”
Siz şakirt misiniz?
Ben de bilmiyorum bunu… Hocaefendi’nin söylemlerini, görüşlerini
benimsiyor, destekliyorum. O söylenenlerin gerçekleşmesine bir
nebze katkım olursa bundan mutluluk duyarım. Ama asla “Ben iyi bir
Hizmet adamıyım. Hizmet adamı dediğin de benim gibi olur” diyemem.
Bazen, hatta çoğunlukla Hizmet’e büyük bir yük olduğumu bile
düşünüyorum.
Bazen öyle o sert yazılar kaleme aldığınızda cemaatten hiç
mi uyarı almaz bu Bülent Bey diye düşünüyorum?
“Hizmet Hareketi tarafından uyarı almak” diye bir şey yok. Ama bir
kurumda çalışıyoruz. Kurum içinde arkadaşlarımız iyi niyetle
uyarıyor. Bunları da kaale alıyorum.
“ARTIK GAZETELERE BAKMA GEREĞİ BİLE
DUYMUYORUM”
Medyadaki dershaneler üzerinden manşet savaşlarına ne
diyorsunuz?
Bu Türk medyasında ilk kez olmuyor. Gönül istemese de olmaya devam
edecektir. Kızılcahamam’da da yaşadık bunu. Manşetimize kara
propaganda dediler. Ama kara propaganda dedikleri her şeyi de
doğruladılar. Öteki gazetelere ise artık bakmaya gerek bile
duymuyorum. Sadece yazarlarına bir göz atıyorum. Kim olağan dışı
süreçlerde nerede durmuş, bu çok önemli. Çünkü insanların gerçek
karakterlerini istisnai ya da olağan dışı durumlar ortaya çıkarır.
Demokratik süreçlerde, her şeyin süt liman olduğu dönemlerde herkes
çok iyidir, herkes düzgündür, herkes dosttur ve ilkelidir. Ama
kimin gerçekten ilkeli, ahlaklı, namuslu, karakterli ya da
ahlaksız, yalaka olduğu asıl bu zor dönemlerde ortaya çıkar. Hizmet
Hareketi’nin hükümetle ilişkisini de bu bağlamda düşünebiliriz.
Hizmet Hareketi menfaatperest olsa, niye zor zamanlarında,
demokrasinin standartlarının zayıf olduğu dönemlerde hükümetle aynı
kaderi paylaşsın da, nimetlerin paylaşılacağı bir dönemde bir
ayrılığa düşsün? Bunun bir cevabı var mı? Neden? Çünkü ilkeli bir
davranış sergiliyor. Durduğu yerde duruyor Hizmet Hareketi… Dün
neyi savunuyorsa, bugün yine onu savunuyor.
“DÜN GENERALLERİN HEDEFİNDEYDİK BUGÜN
BAŞKA AKTÖRLERİN”
Dün iktidarı savunuyordu ama bugün savunmuyor!
İktidarı veya herhangi bir partiyi hiçbir zaman savunmadı. Sadece
belirli politikaları savunuyor. 2005 yılında terörle mücadele kanun
tasarısında Zaman Gazetesi dershanelerdekinden çok daha sert bir
muhalefet yaptı. Bunu kimse hatırlamıyor. Biz dün de yine ilkeli
yayıncılık yapıyorduk ve generallerin hedefi oluyorduk. Bugün yine
o ilkeli yayıncılığı yapıyoruz ve bu kez farklı aktörlerin hedefi
oluyoruz. Bizde bir değişiklik yok. Yine şeffaflık, yine
mahremiyete saygı ve yine bireysel özgürlükler diyoruz. Sayıştay
kanununu ben mi yaptım, Sayıştay’ı çalışamaz hale getiren bir
iktidarı nasıl desteklerim ben. Kürt meselesini bütün Kürtleri
muhatap almayarak, insanların en temel hak ve özgürlüklerini bir
terör örgütü ile pazarlık yapanları destekleyemem. Çünkü Kürt
hakları doğal haklardır bunu teröristlerle pazarlık konusu
yapamazsınız. Alevilerin haklarını onlara lütuf gibi sunup siyaset
malzemesi yapamazsınız. Ben bunları yazıyorum. Bunlar birilerine
dokunuyorsa da umurumda değil. Bir bedeli varsa da öderim.
“HAREKETE ZARAR VERİYORSAM KİMSE BANA
MECBUR DEĞİL BENİ YÖNETİM BİR DAKİKADA DEĞİŞTİREBİLİR AMA
KARAKTERİMİ ASLA”
Sizin arkanızda koskoca bir hizmet hareketi var ve çok
rahat konuşabilirsiniz ama diğer gazetelerin böyle bir güvencesi
yok ki onlar elbette korkar, yarın bir TV kanalını vergi
memurlarının bastığını düşünün.
Neden? Biz en küçük manşetimizde bile hedef haline gelmiyor muyuz?
Ama yine de ödün vermiyoruz. Tabii ki Hizmet Hareketi’nin
oluşturduğu bu ortam olmasa bunları nerede yazacağız? Yine de benim
şahsi duruşumla Hizmet’in genel duruşu arasında bir makas da
olabilir. Ben bu Hareket’e zarar veriyorsam şayet, kimse bana
mecbur değil. Hatta mecbur da bırakmam ben ayrılırım görevden böyle
bir durumda. Zaten inanmadığım şeyi bana kimse yaptıramaz. Ne
Hizmet, ne de iktidar?En azından bağlı bulunduğum medya şirketinin
yönetim kurulu benim pozisyonumu çok kolay değiştirebilir. Ama beni
değiştiremez. Ben burada olduğum sürece inandığım, ülkenin ve
milletin yararına olduğunu düşündüğüm gibi manşetler atarım.
İnandığım gibi gazetecilik yaparım. İnandığım şekilde yazılar
yazarım. Neticede kimse bana mecbur değil. Bende illa buralarda
olmaya mecbur değilim. Mesela, yönetim kurulu pozisyonumu bir
dakikada değiştirebilirler. Ama düşüncelerimi, karakterimi asla
değiştiremez. Ama öyle bir sorunları da yok zaten.
Böyle yoğun bir gündemde bana vakit ayırdığınız için çok
ama çok teşekkür ediyorum..