Cemaat'e 25 yılını veren adam Star'a deşifre etti! İşte Fethullah Gülen'in piramidi!
‘Fethullah Gülen Cemaati’nde 25 yıl görev alan Prof. Dr. Ahmet Keleş, paralel yapının piramidini Star gazetesine anlattı.
Fethullah Hoca Arşı dışında 7 katmandan oluşan paralel yapılanmanın
5’inci katmanına kadar yükseldiğini söyleyen Dicle
Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ahmet Keleş, Fethullah Gülen
Cemaati’nin bilinmeyenlerini Star gazetesine anlattı. İşte o
röportajdan öne çıkan başlıklar:
ALTINCI KAT MGK GİBİ
-“Hizmet” dediğimde piramidin ilk üç katında yer alanların
yaptıkları faaliyetleri kastediyorum. Bunlar, gerçekten Dinî,
Ahlâki bir eğitim hizmeti vermektedirler. Yukarıdaki son üç kat ise
bu ilk üç katın oluşturduğu toplumsal kabul ve değeri kendi
“Örgütsel” hedeflerini gerçekleştirmek için kullanmaktadırlar.
Yani, alttakilerin niyeti ile üsttekilerin niyeti aynı değil. Bu
büyük zıtlığı kamufle eden ve görünmemesini, anlaşılmamasını
sağlayan figür ise Hocaefendi’dir. İşte bu iki zıt durumu birden
temsil ettiği içindir ki ciddi çelişkiler sergilemekten
kurtulamıyor. “Bu ne, bu ne” diye insanı hayrette bırakan halleri,
sözleri ve davranışlarının nedeni bu zıtları temsilden
kaynaklanmaktadır.
Bu arada şunu da belirtmeliyim, ben aidiyet olarak hep zemin kata,
halka mensup oldum ama beşinci kata kadar da yükselme imkânı
buldum. Hazır bu kat meselesine girmişken bir hususu daha açıklığa
kavuşturmakta yarar görüyorum. Beşinci kat, yurtiçi ve yurtdışı tüm
hizmetlerin yürütüldüğü konuşulduğu ana meclisi oluştururdu.
Hizmetin her meselesi burada ele alınır, müzakere edilir, karara
bağlanır ve uygulama startı verilirdi. Altıncı kat ise, sadece
Hocaefendinin bildiği ve takip ettiği “hayati hizmetlerin”
yürütüldüğü kattı. Tabiri caiz ise Bakanlar Kurulu veya Milli
Güvenlik Kurulu gibi bir kattı. Bugün karşı karşıya olduğumuz
sorunların failleri ve yürütücüleri bu katın mensuplarıdır. Bunlar
da beşinci katın abileridir.
HAREKET NASIL BÜYÜDÜ?
-Bence asıl görmemiz geren nokta burasıdır. Çünkü bu nokta,
ülkemizin geleceğini de yakından ilgilendiriyor. Cumhuriyet’in
kurucu kadrosu çok önemli bir hususu gözden kaçırdı. O da bu
topraklarda yaşayan insanların bin yıldan fazla bir dini geçmişi ve
Müslüman kimliğinin olması gerçeği idi. Bu kimliği birden bire yok
saymak veya yok edileceğini düşünmek, tıpkı bir fabrikada seri
üretim yapıyor gibi toplumu modernleştirmeye kalkışmak son derece
yanlıştı.
Az sayıdaki elit tabaka hariç, daha Cumhuriyetin ilk yıllarında,
ülkenin büyük bir kısmında “Din elden gidiyor” algısı oluştu. Din
elden gidiyorsa bu dine sahip çıkıp onun elden gitmemesini
sağlayacak dini liderler mutlaka çıkacaktır. Siz böyle bir boşluk
ve talep oluşturursanız bu boşluğu mutlaka birileri doldurur ve bu
talebe arz eden de bulunur. Hele de bu toplumun kültürel belleğinde
“Mehdi”, “Mesih”, “Müceddit” ve “Asrın İmamı” vs. gibi pek çok
kurtarıcı figür varsa... Bu ünvan ile ortaya atılan herkesin
oldukça büyük destek ve taraftar bulması kaçınılmazdır. Nitekim
karşı karşıya olduğumuz durum tam da budur.
NEDEN KATILDI?
-İnsanlara; “Ey insanlar, gelin, sizi ümit ettiğiniz yere götürecek
kurtarıcı benim, binin benim gemime sizi Hz. Muhammed limanına
taşıyacağım. Acele edin vaktimiz dardır”, diye cami kürsülerinden
1970’lerde seslenmeye başladığında benim gibi Anadolu’nun gençleri
koşarak gitti ve “Emret hocam hizmetindeyiz” dedi. Önce bu tarihsel
koşulu görmemiz gerekir. Yoksa durup dururken insanlar bu dini
cemaatlere katılıp onların peşinden gitmiyorlar. Orada büyük bir
manevi değer ve anlam buldukları gibi, kendileri de aynı anda bir
anlam ve değer kazanıyorlar. Bir hiç iken, birden bire kutsal bir
davanın büyük bir eri haline geliyorlar. Bu azımsanacak ve
kaçırılacak bir paye değildir. Biz de kaçırmadık...
İLK VE SON FATİH
-Hocaefendi, kendisinin Üstad Bediüzzaman’dan sonraki görevli
olduğunu, aynı zamanda kıyamete kadar kendisinden sonra da kimlerin
görevli olacağını bildiğini, gözünü yumsa bunları bir bir
sayacağını sıklıkla söylerdi. Hatta askerliği sırasında bir ara
kendisine “Gayb” perdesinin açılıp kıyamete kadar nelerin
olacağının gösterildiğini, bugüne kadar o gün gördüklerinden farklı
bir gelişmeye şahit olmadığını da söylerdi. Kısaca “GÖREVLİ”
olduğuna hem kendi hem de biz inanıyorduk. Ancak ona yakınlaştıkça
fark ettim ki, Hocaefendi sadece görevli olduğuna değil, aynı
zamanda gelmiş geçmiş en büyük Veli, en büyük Fatih ve en büyük
Devlet Adamı olacağına da inanıyordu. Tüm planını ve stratejisini
de ona göre kuruyordu. O tüm dünyayı fetheden ilk ve son FATİH
olmaya kendisini inandırmıştı.
HAREKET NASIL BÜYÜDÜ?
-Bu hareket eşi benzeri görülmemiş bir örgütlenme disiplinine ve
düzenine sahiptir. Hedefe ulaşmak için tüm Anadolu’nun en zeki
çocuklarını yıllarca toplayıp bu iş için eğittik. Bu hareket başka
birşey için değil sadece ve sadece devleti ele geçirmek için
varoldu ve çalıştı. Öyle hassas bir şekilde çalışıldı ki mesela, bu
yıl kaç öğrenci evi açılacak, kaç yurt, kaç dershane, kaç okul ve
diğer tüm hizmet alanları tek tek belirleniyordu. Ardından da
öğrenciler hizmette duyulan ihtiyaç alanlarına göre üniversitelerde
bölümlere yönlendiriliyordu. Ne kadar hukukçuya, öğretmene, doktora
vs. ihtiyaç var ona göre başarılı öğrenciler üniversitelere
yerleştiriliyordu. İşte bu sistemli çalışma doğru sonuçlar veriyor
ve hizmet inanılmaz şekilde büyüyordu. Yurt genelinde ilgilenilen
öğrencilere Hocaefendi’ye bağlılık derecesinin ölçüldüğü puanlar
verilirdi ve buna biz “beşlik sistem” diyorduk. Hocaefendi
hocalıkla, din adamlığıyla değil örgüt kurmak ve planlamakla
uğraşırdı. O hiçbir zaman bir din adamı olmadı. Hatta din adamı
olarak görülmekten de hoşlanmadı.
TOPLANAN PARALARIN YÜZDE 15'İ HOCANIN KASASINA TESLİM
EDİLİR
-Bu beslenmiş ve güçlendirilmiş inanç nedeniyledir ki Hocaefendi
cemaate; “Bize bir gazete lazım” deyince gerekli finans anında
sağlanıyordu. Samanyolu televizyonunun açılması için yurt
genelinden özel kampanya ile yardım toplamıştık. Sadece benim görev
yaptığım bölgeden 80 kilo altın sadece hanım kardeşlerimizin ziynet
eşyalarından toplanmıştı. Nakit paralar hariç... Gerisini siz
düşünün...
GECEKONDULARIN TAPULARINI BAĞIŞLADILAR
-Her vilayette kazalar da dâhil “Himmet” denilen yardım
toplantıları olurdu. İnsanlar yıllık taahhütlerde bulunurlardı ve
bu taahhütlerini bir yıl boyu öderlerdi. Memurlar için maaşlarının
asgari yüzde 10’u istenirdi. Esnaflar zekatları da dâhil olmak
üzere kazançlarının büyük bir kısmını verirlerdi. Tüm ülkede
toplanan bu yardımların yüzde 15’i örtülü ödenek olarak nakde
çevrilip Hocaefendi’nin özel kasasına teslim edilirdi. İşte
Hocaefendi hediye ettiği altın saatleri, değerli tespihleri vs. hep
bu paradan harcar. Tabii Amerika’daki seçim yardımlarını da...
Miktarını sadece Hocaefendi bilir. İnsanlar bindikleri mütevazı
arabalarını satıp himmet borçlarını ödediler. Oturdukları
gecekondularının tapularını bağışladılar... Dünya tarihi
böyle bir fedakârlığa, Asr-ı Saadet hariç başka hiçbir devirde
şahit olmamıştır.
ÖZAL'I SEMT İMAMI BİLE YAPMAM
-Rahmetli Turgut Özal’ın siyasi başarısından da fevkalade
rahatsızlık duymuştu. Hatta bir sohbette kendi annesinin de Özal
için böyle söylediğini aktarmış ve şöyle demişti: “Aklı anamın aklı
kadar olanlar Özal’ı kurtarıcı sanıyor. Bizim hizmette olsaydı
Özal’a semt imamlığı verir miydim bilmiyorum” dedi.
ERBAKAN'A ÖLSÜN BEDDUASI
-Necmettin Erbakan’ı üstün başarısı nedeniyle zaten kendisine rakip
gören ve yarış pistinden bir an önce diskalifiye edilmesini isteyen
Hocaefendi atıp tuttu. Hatta “Eğer İslam’ı bunlar temsil edecek ise
yerin dibine batsın o İslam” diyordu. “Hükümet düşecek herkes
görevini yapsın” dedi. Biri anlattı: “Hocaefendi Erbakan’a öyle bir
beddua etti ki, yerler gözyaşından ıslandı. Duadan sonra hocaefendi
elini yüzüne sürerken dedi ki, hadi size müjde bir haftaya kalmaz
Erbakan’a Fatiha okuruz.”
BEDDUA VE ÖVGÜ
-Demirel için ne kadar beddualar ettiğimizi hatırlamıyorum bile...
Ama bu açılım sürecinde Gazeteciler ve Yazarlar Birliği’nin
düzenlediği ödül töreninde Süleyman Demirel’e hitaben; “Söz
sultanının yanında söz söylenmez...” diyordu. Bir gece öncesinde
söyledikleri ise ağza alınacak gibi değildi. Peki, bu nasıl
oluyordu?
NECİP FAZIL'I KÜÇÜMSEMİŞ
-Egosantrik bir karaktere sahip olan Hocaefendi, daha çocukken
kendisinin büyük bir insan olacağına inanmış ve kendini hep öyle
görmüştür. Bu düşüncesinden olmalıdır ki değer gören herkesi
kıskanır ve ondan rahatsızlık duyardı. Bu nedenle,
etrafındaki insanların, gözleri başarılı insanlara
kaymasın diye sürekli onları küçümserdi. Örneğin, rahmetli
Necip Fazıl için hep şöyle derdi; “bizim Abdullah Aymaz hoca ondan
çok iyi yazar” derdi. Ama ne zaman ki Necip Fazıl üstat vefat etti,
aynen şöyle diyordu: “İslam dünyası Sultan-ı Şuarasını kaybetti.
Yeri dolmaz bir şair, hatip ve edipti.” Çünkü artık ölmüştü ve
Hocaefendi için rakip olmaktan çıkmıştı. Rahmetli Özal ile ilgili
bir bilgiyi daha sizinle paylaşmalıyım. Rahmetli, Müslümanların
başının belası 163. Maddeyi kaldırmıştı. 163. Maddeyi
kaldırmaması için Özal’a ne kadar ricacı olduğunu anlatamam.
Hocaefendi’ye göre 163. Madde kalkarsa her sokak başında bir şeriat
partisi kurulacaktı...
DUMANLI İLK ELİNDEN TUTTUĞUMUZ GENÇLERDENDİ
-Arkasından çok kıymetli bir hizmet dostum ve arkadaşım olan (M. İ.
B.) İle birlikte Yozgat ve civarında, kazalar dâhil evler ve
yurtlar açtık. Sayın Ekrem Dumanlı Yozgat’ta ilk elinden tuttuğumuz
gençlerdendi. Hizmete kazanılmasında bir ağabeyi olarak çok emeğim
vardır ve bunu hiç unutmadığından eminim. Orta Anadolu’nun hemen
her yerine gece gündüz koşarken, 1980 İhtilalı oldu. Hocaefendi’nin
arandığı yıllar başladı. İhtilal bütün hesaplarımızı bozdu. 1983 de
hem Kayseri’deki hizmetlerle ilgilenmem hem de bu arada bir fakülte
okuyup askere gitmemem için Kayseri İlahiyat Fakültesi’ne girdim.
1983-1993 yılları arasında tam on yıl Kayseri ve çevresinde
hizmette bulundum. Prof. Dr. Şerif Ali Tekalan ile birlikte
çalıştık. Kayseri ve civarında o kadar meşhur olmuştum ki,
Kayseri’nin en büyük camii Sanayi Camii’nde vaaz ediyordum ve
cemaat saatler öncesinden camiyi dolduruyordu. Kayseri’de hizmetler
çok gelişince hizmetin az geliştiği yerlerden olan Balıkesir
vilayetine tayinim çıktı. 1993 yılında orada göreve başladım. Bölge
imamı olarak çalıştım. Hizmetten kopuş sürecim de burada başladı...
Açılım süreçleri, siyasete girmeler ve 28 şubat... 1998 yılında
Hocaefendi Amerika’ya gitmeden... Kendisine yapılan yanlışları ve
hizmetin rotasından saptığını söyleyerek hizmet yolculuğuma son
verdim. Yoksa hamdolsun biz her an Allah yolunun
hizmetkârlarıyız...
2012'DE REKTÖR ADAYI OLDUM
Cemaatten ayrılınca bana Balıkesir’i acilen terk etmem söylendi.
Gidecek yerim yoktu. Hiçbir sosyal güvencem vs. yoktu. Sadece
Kayseri’de yaptığım doktoram vardı. Bana seni Diyarbakır’a
aldıralım, başka hiçbir yere giremezsin, dediler. Gerçekten de
giremedim. En son 1998 Eylül’ünde Diyarbakır’da İlahiyat Fakültesi
Hadis Anabilim Dalında Yardımcı Doçent olarak göreve başladım.
2004’te doçent, 2009’da da profesör oldum. 2012 yılında bir garip
olarak gittiğim Diyarbakır’da Dicle Üniversitesi Rektörü adayı
oldum.