Cem Yılmaz 'Küçük Sohbetler'in konuğuydu: Abimden komik olsam bana yetiyor!
Ünlü komedyen Cem Yılmaz, 16. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali'nin "İyileştiren Şeyler" temalı etkinliklerinden "Küçük Sohbetler"in konuğu oldu.
İş Bankası Maximum Kart’ın ana partnerliğinde 16 Şubat’ta başlayan
16. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nin “İyileştiren Şeyler”
temalı etkinliklerinden “Küçük Sohbetler”in konukları komedyen Cem
Yılmaz ile sanatçı Taner Ceylan’dı. Dün Bomontiada’da gerçekleşen
ve 3 saate yakın süren sohbette Yılmaz ve Ceylan, komediden
estetiğe pek çok konuyu konuştu.
“KOMEDYENİN ARKADAŞI AZDIR”
Sohbete komedinin seyirciyle üretilen bir şey olduğunu söyleyerek
başlayan Cem Yılmaz komedyen olmanın zorluklarını şu sözlerle
anlattı: “Komedide espiriyi biz beraber üretiyoruz. Esprinin
muhatabı olduğu zaman seyirci hiç zevk almıyor. Bu işin kuralı
budur. Seyirci şakanın kurbanı olmak istemiyor, irdelediğin şey
olmak istemiyor; modelin olmak istiyor. Mesela, teman bağnazlıksa,
bunu dinliyor ve diyor ki ‘Bu ben değilim, yanımdaki’. Hepimiz
öleceğiz diyorum, ‘Tamam ama bu ben değilim ki, kesin yanımdaki
gidecek’. Komedyenin bu anlamda arkadaşı da az. Hayat daha pamuk
ipliğine bağlı diğer mesleklere göre.”
“GÜLMEYİ ERTELEMEK BİR KAYIPTIR”
Gülmenin bir savunma meselesi olması konusunda da konuşan Yılmaz,
“Ben her şeye gülmem diyen insanlar vardır ya. Nereden biliyorsun
ki? Vücut bir kere bunu istemsiz bir şekilde yapıyor zaten. Bu tür
beğenilerle ilgili kendimizi bir yere koymamız da çok acayip.
Mesela nelere gülüyoruz sorusunun cevabını ararken aslında bir sürü
sorunun da cevabını arıyoruz. Ben kendim bu sorunun cevabını şöyle
cevaplamayı tercih ediyorum: Her şeye gülerim. Çünkü bu köklü bir
tercih. Kökünde her şeye şüpheyle yaklaşmak ve her şeyi çok da
ciddiye almamak var. Gülmeyi ertelemenin de bir vakit kaybı
olduğunu düşünürüm” dedi.
“‘BOKSÖRLER’ BİZİ ANLATIYORDU”
Taner Ceylan da buna karşılık “Estetikle benzeştiği noktada neyi
güzel bulurum ya da neyi güzel bulmazsın, belki orda
ortaklaşıyoruz. Mesela ben tebessümle gülen insanları resmeden
ender ressamlardan birisiyim. Hep şunu savunmuşumdur: İyi hissetmek
istiyorum, bakınca iyi hissetmek istiyorum. Genelde mutluluk üstüne
çok resmim var. Mesela ‘Boksörler’ serisinin altına baktığında da o
arayışı görebilirsin. İki boksör: İlkinde direniş var, ikinci
yaptığım boksör ise direnmeyi bırakan boksör. Genel ruh halimizle
çok ilgili bir şeydi. Direnmeyi bırakmış, bir yumrukluk hakkı
kalmış. İki haldi o, iki halimdi. İki halimizdi yani” yorumunu
yaptı.
“SEVİLMEK DALGALI BİR ŞEY”
Yılmaz’ın şöhret ve popüler olmakla ilgili yorumu ise şöyle oldu:
“Şöhretten kurtulamazsın, istifa edemeyeceğin bir şey tanıdık
olmak. Bazılarının tanıdık olmakla ilgili arzusu oluyor ya, ciddi
bir kalabalığın; bir bilinsek, diyorlar. Halbuki onun yüküne dair
hiçbir bilgileri yok. Ben sanatçıyım; bir bakkaldan, terziden
fazladan ayrıcalıklı bir kimse olmayı sevmiyorum. O dünyada
değilim. Bir gün, ‘Nerde o eski alkışlar’ diyen bir adama evrilmek
istemem; çünkü dün gülenler başkaydı, bugün başka. İnsanlar bununla
ilgili bir trajedi yaşıyorlar. Bunu kendimden uzaklaştırmaya
çalışıyorum, bir ayrıcalık da beklemiyorum. Anlaşılmanın,
sevilmenin dalgalı bir şey olduğunu biliyorum. Bununla mücadele
etmeyi de bir görev gibi düşünmek yerine mesleğin kendi
gerekleriyle ilgili olmasını tercih ederim. Komedinin köklerine
inmek, tekniğinle, hızınla, parlaklık, zihinsel aydınlık, bir şeyi
bir şeye dönüştürme kabiliyeti, hız… Bunlarla ilgilenmek benim için
daha önemli.”
“ABİMDEN KOMİK OLSAM BANA YETİYOR”
Yılmaz, 90’larda sahneye çıkmaya başladığında anlaşılmadığını,
ancak uzun yıllar sonra “Usta komedyen” ünvanıyla karşılandığını
anlatarak şunları söyledi: “Profesyonel komik olmamaya gayret
etmek, ne satarla ilgili fikirden olabildiğince uzak kalmaya
çalışmak bir terbiye getiriyor belki insana. Bu sizi belki zorluyor
olabilir başında. Çok komik bir şey yaşadım ben mesela mesleki
hayatımda; sahneye ilk çıktığımda beni küçük bir kitle izlemeye
başlamıştı. Hani bazen diyorlar ya, tırnak içinde söyleyeyim bunu,
‘Çok da halka hitap etmiyor’ meselesinin tam aksini 20 yıl önce
duyuyordum ben. Ben zaten ahaliye hitap etmiyordum ki, sahneye
çıktığım yer 50 kişilikti. Hiçbir zaman o kitleye, ‘Hey, işte
seveceğiniz komedyen geldi’ falan yapmadım, 50 kişi izliyordu beni
zaten. Sonra kendi istekleriyle 100 oldular; sonra 2 bin kişilik, 5
bin kişilik yerde sahneye çıkmamın sebebi bir revizyonla, bir
dönüştürmeyle ilgili olmadı ki. Onlar arzu ettiler izlemeyi. Yani
sonrasında üzerinden 20 sene geçtikten sonra şunu duymak elbette
komik geliyor. O zaman marjinalken -o zamanın marjinali neyse
artık- diyorlardı ki, ‘Bizi ilgilendirmeyen bir şey bu, hoş da
değil, güzel de değil. Ne ki şimdi bu? Bir tane çocuk çıkıyor, 22
yaşında, yaptığı şey tiyatro oyunu değil, performans da, bir şey
değil, ne ki bu, ne bu ya?’. 1995, 1996, 1997, hâlâ ‘Ne bu ya, ne
bu!’. 2015 oldu, “Usta komedyen!”. 20 sene ‘bu ne ya’ ile geçti,
‘ne bu ya’, ‘ne bu ya’, arada hiçbir şey yok! Tabii unvanla
ilgilenmediğim için bu beni ferahlatan bir şey. Ben neticede
babamın oğluyum, ne kadar komiksem o kadar komiğim. Elimde bir tane
silahım olsa bile bana yeter. Hep şakasını yapıyorum: Ben abimden
komik olsam bana yetiyor. Her zaman da yetmiştir. Veya sizden
birazcık daha komik olsam sizden rol çalabilirim.”
“İYİ NİYETE GÜVENMENİN BİR SORUMLULUĞU VAR”
Yılmaz da karikatür çizdiği zamanlardan bir açıklamada bulundu ve
şunları söyledi: “Bir ara karikatür yüksek sanatlarla çok dalga
geçti. İçerik olarak ama; çizim olarak değil. Mesela baleyle dalga
geçtik, operayla dalga geçtik. Bağlamında dalga geçmedik, başka bir
yerde olduğunda dalga geçtik. Bir baletin kostümünün komik
görünümüyle, bambaşka bir ortamda komik gelebileceğiyle, ki bunlar
doğru tespitler ama biz bunlarla masumane dalga geçerken bunları
okuyanlar o yüksek sanatlarla dalga geçiyoruz zannetti ve bunu öyle
satın aldı. Mizah dergileri entelektüel birine ‘entel’ yaftasını
yapıştırırken buna bütün kitap okuyanları dahil eden bir kitle
yaratıldı, ‘Evet, doğru, entel diyelim onlara’ diyen bir kitle
dahil oldu. İşi snobe edenlerle işini Taner Ceylan gibi çocukça ve
masumca yapanlar aynı potaya atıldı. Karikatür ‘maganda’, ‘zonta'
tanımını yaparken, ‘entel’ tanımını yaparken tüketicinin iyi
niyetine, ayırt edebilir kabiliyetine güvendi ama kitlesel olarak
bunlar çoğu zaman yanlış anlaşıldı. Ve insanlar canının sevdiğine
‘maganda’ demeye başladı, canının sevdiğine ‘entel’ deyip
küçümsedi. Diyorlar ya, ‘Mizah bir silahtır’. Tamam işte, doldurdun
mermileri, topluma silahı verdin, pata küte sağa sola ateş edildi.
İyi niyete güvenmenin bir sorumluluğu var” dedi.
“SANAT ZENGİNLEŞTİRİR, ÖZGÜRLEŞTİRİR”
Sohbetin sonunda Taner Ceylan’ın yaptığı konuşma ise uzun alkış
aldı: “Sanat özgür bir alandır. Total bir özgürlük vardır sanatta.
O yüzden bol bol sergi gezin, bol bol müze gezin, nitelikli müzik
dinleyin, iyi kitaplar okuyun, iyi öyküler okuyun ve nitelikli
filmler izleyin. Bir Mahler’i dinlemek, bir Wagner’i dinlemek kolay
iş değildir ama öğrenilen şeylerdir. Gözü eğitmek gerekir, kulağı
eğitmek gerekir; eğittikçe o dünya büyür, gördükçe gelişirsiniz,
zenginleşirsiniz ve özgürleşirsiniz. Onun için kolay iş değildir
sanatsever olmak, basit de değildir. O yüzden anlamadığınız,
görmediğiniz, tınısından hoşlanmadığınız şeylerden korkmayın,
anlayarak yaklaşmaya çalışın, zenginleşin, özgürleşin.”
16. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nin “İyileştiren Şeyler”
temalı “Küçük Sohbetler” programı senarist, yönetmen, yapımcı Yeşim
Ustaoğlu ve şair Birhan Keskin ile devam edecek. 23 Şubat Perşembe
günü bomontiada’da gerçekleşecek “Su ve Heves” başlıklı sohbet
19:00’da başlayacak.