Celal Bayar'ın kızından Hürriyet'e tam sayfa ilan: 'Hayır' diyorum
3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın kızı Hürriyet gazetesine tam sayfa "Hayır" ilanı verdi.
Türkiye Cumhuriyeti’nin 3’üncü Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın kızı;
eski milletvekillerinden Nilüfer Gürsoy, 16 Nisan’daki başkanlık
referandumuna ilişkin Hürriyet gazetesine tam sayfa ilan verdi.
Referandum için “Hayır” deme çağrısı yapan Nilüfer Gürsoy, verdiği
gazete ilanında şu ifadeleri kullandı:
Yine bir referandumun eşiğine geldik. Yine bundan önceki anayasa
referandumlarında olduğu gibi 16 Nisan 2017 referandumunda da
“hayır” diyeceğim.
Hayır dememin nedenlerini geçmiş dönemlere bakarak açıklamak
istiyorum.
1961 Anayasası ve 1982 Anayasası darbe anayasalarıdır.
1961 Anayasası 27 Mayıs’tan sonra kabul edildi. Hemen hemen tamamı
Halk Partililerden oluşan ve hiç bir Demokrat Partili üyesi
bulunmayan Kurucu Meclis tarafından yazıldı. Sayısı onları bulan
zabıtlarından görüleceği gibi uzun müzakereler sonrası hazırlandı.
Zabıtlar incelendiğinde her kelimenin üzerinde durulup tartışıldığı
görülür.
1961 anayasası bir darbe anayasasıydı. Çok partili rejimi başlatan
ve yerleştiren Demokrat Partiye karşıydı.
Aynı zamanda 27 Mayıs darbesini yapanlara seçimsiz ve ömür boyu
senatörlük sunan, eski cumhurbaşkanlarının seçilmeden ömür boyu yer
bulacağı, cumhuriyetin kurucu anayasalarında bulunmayan Millet
Meclisinin yanında / üstünde bir senato getiriyordu. Anayasanın
girişinde ‘meşruiyetini kaybetmiş bir iktidar...’ diyerek Demokrat
Partiyi mahkum ediyordu. Bu anayasanın kabul edildiği Temmuz
1961’de Yassıada’da kapalı tutulan Demokrat Parti mensupları
hakkında her ne kadar verilecek kararlar önceden belirlenmiş olsa
da mahkeme hükmünü açıklamamıştı. Kararlar Eylül ayında
açıklanacaktı.
Bu giriş ile anayasa sadece Yassıada mahkemesini (Yüksek Adalet
Divanını) yönlendirmiş olmuyor, aynı zamanda mahkeme görevini de
üstleniyordu. Yargı sisteminin kırılma noktasını anayasaya eklenen
girişinde ve Yassıada mahkemesinin tutumunda görebiliriz.
27 Mayıs’ta ocak bucak teşkilatlarının kaldırılması da siyasi
hayatımızda kötü neticelere sebep olmuştur.
1961 Anayasası referandumunda ‘hayır’ demek yasaklanmıştı. Sandık
başlarında kırmızı pusula bulamayanların kırmızı kumaş parçalarını
zarflara koydukları da olmuştu. Zarflar öylesine inceydi ki kırmızı
oyların rengi zarfın üstünden belli oluyordu.
1982 Anayasa referandum sürecinde de ‘hayır’ denilmesi için baskı
yapılmıştı. Bugün de ‘hayır’ diyeceklere amansız bir baskı
propagandası sürüyor. Gerçeklerden uzak ve mantıksız söylemler,
baskılar darbe dönemlerini hatırlatıyor.
Her iki darbe dönemini 1960 darbesini ve 1980 darbesini yakından
yaşamış bir kimse olarak bugün içinde bulunduğumuz durumun darbe
ortamına benzediğini söyleyebilirim.
15 TEMMUZ'UN ARKASINDAN GELEN HAVA GERGİNLİK
ENDİŞE
Gerçi bir 15 Temmuz 2016 gecesi yaşandı. Kısa saatler içinde
milletimizin sağduyusu ve canı pahasına önlendi. Arkasından gelen
ortam ise darbeden silkinmenin huzuru ve rahatlığı getirmesi
beklenirken yerini gergin endişeli bir havaya bıraktı. Etrafımız
ateş çemberi ile sarılı iken ülkemizin öncelikli halletmesi gereken
birçok problemleri varken yeni bir anayasa getirmenin gereği var
mıydı? Amaç nedir? Anayasa değişikliğini getirenlere başta sorulan
bu soruya demagojiye sapmadan ‘iki başlılık’ vs. gibi inandırıcı
olmayan, kaçamaklı değil, net ve inandırıcı bir açıklama
getirmelerini istemek vatandaşlık hakkımızdır. Getirilen bu
değişiklik ne getiriyor? Ve asıl, ne götürüyor? Oy vereceklerin
önceden bunu bütün açıklığı ile bilmeleri ve tartmaları lazım.
‘Çift başlılık’ bahanesiyle yola çıkıp bütün yetkileri tek elde
toplayan, tek adamlığa soyundular. “Tek Adam” bir kitabın adıdır.
Asırların ender yetiştirdiği Atatürk bile tek adamlığı aklından
geçirmemişti. Tek adamlık tekliflerini elinin tersi ile
reddetmişti. Hangi demokrasilerde tek adamlık yer bulabilir?
Tarihte oyla diktatörlüğe geçen bir tek Hitler örneği vardır.
Anayasa değişikliği adı altında içinde ne olduğu belirsiz bir paket
gibi önümüze konan bu paketin içindeki sistemin! yer yüzünde bir
örneği var mı? Yok. ‘Yerlilik’miş. ‘Yerlilik’ ve ‘Millilik’miş.
‘Hayır’ diyenler bundan ne anlarmış! ‘Millilik’ diyenlerin
millilikten ne anladıkları açık değil. Ama biz Atatürk
milliyetçiliğinin millet olmanın, yurttaşlık duygusunun ne
olduğunu, Cumhuriyetin bize kazandırdığı erdemler olduğunu
bilenlerdeniz. Ümmet olmaktan çıkıp vatandaş olmanın gururunu
taşıyoruz.
1961 ve 1982 anayasaları darbe anayasaları olmalarına rağmen
Cumhuriyetin temel görüşlerine saygılıydı. Bu getirmek istenen
değişiklik birkaç maddeden ibaret görülse de Cumhuriyetimizin ve
demokrasimizin temel değerlerini sarsmaktadır.
Kapalı kapılar ardında birkaç kişinin hazırladığı bu proje önce
meclis komisyonunda, arkasından genel mecliste yangından mal
kaçırır gibi, kavga dövüş kabul ettirildi. Ardından hafızalarda
utanç verici sahneler bıraktı. Son anayasa değişikliliğin aceleye
getirilmesi, tartışmaya imkan vermemesi çok hatalıydı. 1960
darbesinin bir kurumu olan 1960’in Kurucu Meclisini onaylamasak da
çalışma metodunu onaylamak durumundayız.
Anayasa maddelerini hazırlayanların ve televizyonda savunuculuğunu
yapanların sözlerinden anladığımız, bu maddelerle yetinmeyip daha
da radikalleşme yollarına gideceklerini sezmek mümkün.
Atatürk’ün en büyük eserimdir dediği TBMM’nin kapısına darbeciler
’60 ve ’80 darbecileri kilit takmıştı. 15 Temmuz hareketinde de
meclis bombalandı. Bu anayasa paketi parlamenter sisteme karşıdır,
TBMM’nin manevi yapısına konmuş bir dinamittir.
Anayasa değişikliği gündeme geldiğinden beri resmî beyanlarda,
yazılı ve sözlü basında konu ile ilgili bütün konuşmalarda
duyduğumuz en çok geçen kelime “sistem” oldu. ‘Getirilen sistem’
vs. Aslında sistem yerine ‘rejim’ sözü daha uygun olur. Benzer
olmalarına rağmen kökü idare etmekten (Latince regere) gelen rejim
kelimesi yerine oturmaktadır. Sistem, parçaların bir araya gelerek
bütünleşmesini ifade eder. ‘Anayasa sistemi’ evet doğrudur.
Kanunlarla birlikte bir bütünü ifade eder. ‘Getirilen sistem’ demek
ise yanlıştır.
Yanlıştır, getirilen (her ne ise), ‘nevi şahsına münhasır’ kendine
özgü bir ucubedir. O bahis ayrı.
Yanlıştır çünkü getirmek istediklerine sistem bile diyemeyiz. Var
olanları bir araya getirmek değil, aksine yapılan, olanları
dağıtmaya yöneliktir.
TEK ADAMIN ELİNDE SİHİRLİ BİR DEĞNEK Mİ VAR
Yapmak istedikleri değişiklik aslında idare etme tarzı ile, rejimle
ilgilidir. Doğrudan rejimin kendisi özü ile ilgilidir. Hedef
rejimin kendisidir. Bu değişiklikle, yapmak istedikleriyle, artık
demokrasinin varlığından Cumhuriyetimizin baki kaldığından söz
edebilir miyiz? Cumhuriyet ve demokrasi içi boşaltılmış birer yafta
haline gelecektir.
‘Parlamento güçlenecek’miş... Millet iradesini temsil eden
milletvekillerinin elinden atama yetkisini alıyorsunuz. Yargı
bağımsızlığını siyasallaştırmıştınız. Gensoruyu kaldırarak
denetleme yetkisini de kaldırıyorsunuz. Denetleme toptan kalkmış
oluyor. Bütün bu yetkileri tek bir adama teslim ederek onu olağan
üstü yetkilerle donatıyorsunuz. TBMM’ nin temel fonksiyonlarını
kaldırarak mı güçlendireceksiniz?
‘Yeni sistem terörün sonunu getirecek’miş... 15 seneyi bulan
iktidarınız döneminde değil terörü sonlandırmak, icraatınızla daha
da körüklediniz. Rejim değişikliği ile mi olacak? Tek adamın elinde
sihirli bir değnek mi var?
‘Yeni sistem’ , ‘Yeni Türkiye’ diyorsunuz. Bu sözler bana 27 Mayıs
döneminin başında ‘İkinci Cumhuriyet’ deyip sonra da devletin
sürekliliğine ters düştüğünü fark edince bu sloganı ağızlarına
almaktan vaz geçtiklerini hatırlatıyor. Bu gibi ciddiyetten uzak
sözlerin icraatın başında olan kişilere ait olduğuna inanmakta
zorluk çekiyoruz.
Mana itibariyle söyledikleri gerçeklerden uzak, tutarsız ve
kandırıcı. İfade tarzları ve kullandıkları kelimeler ise çoğu zaman
yanlış.
Kuşkulu ve endişeli miyiz? Evet, öyleyiz. Aynı zamanda nereden
nereye gelindi diye hüzünlüyüz. Ama asla ümitsiz değiliz.
Referandumdan yüksek sesle “hayır” çıkmasını ümit ediyoruz. ‘Hayır’
diyeceğiz ve hayırlı olmasını dileyeceğiz. Milletimizin sağduyusuna
ve vefasına güveniyoruz.”