"CANIM CİĞERİM AKİF"İN GİDECEĞİ HAFTALAR ÖNCESİNDEN BELLİYDİ!..
Başbakanlık Basın Müşavirliğinden istifa eden Akif Beki ile Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un iletişim danışmanı Nuran Yıldız kankiymiş!Beki, görevden ayrılacağını beraber yedikleri bir yemek sırasında ilk Yıldız'a söylemiş.
İşte Nuran Yıldız'ın o yazısı...
"Canım Ciğerim Akif"in gideceği haftalar önceden belliydi
Başbakan Erdoğan, Akif Beki'yi çok seviyormuş. Ondan söz ederken "canım ciğerim" demesinden belli. Aksi halde "canım ciğerim" yerine "kardeşim Akif" derdi. Biz artık bunun böyle olduğunu biliyoruz.
Zoraki durumlarda "kardeşim"e tutunduğunu öğrendik ülkecek.
Dün Akif Beki sözcülük görevini bıraktı. Arabeskçesi terk edip gitti.
Başbakanlık sözcülüğü zor iş. Bizim ülkemizde çok daha zor. Çünkü bizde aracıları seven pek olmaz. Karakterimizin bir yanını espriyle de olsa "Adana çekil aradan" cümlesi güzel özetler.
Bunda "aracılar"ın da iktidara eklemlenmelerinin rolü yok değil.
Medyamız Başbakanın fikirlerini doğrudan Başbakan'dan öğrenmek ister. Öyle sözcü mözcü kabul etmez.
Her şeyimizi törpüleyen AB, siyasetimizin ve medyamızın (E. Özkök tabiriyle kulaklardan fışkıran) egosunu nedense törpüleyemez.
Başbakan ve medya arasında dengeleri korumak ip üstünde yürümek gibidir. Bir de buna Erdoğan'ın etrafındaki meşhur ilişki tahterevallileri dahil olunca... Biri inerken diğeri yükselir.
Sözcülük gerçekten zor. Başbakanın çıkarını korurken, medyayı ihmal etmeyeceksin. Bu işi sürdürürken siyasetin çapraşık ilişkileriyle baş etmeyi bieceksin, yoksa hapı yutarsın.
Kim kimin nesi, ezbere bileceksin. Birini bertaraf ederken diğerinin ayağına basmayacaksın.
Geçen yıllarda bana benzer bir görev teklif edildiğinde "Dalga mı geçiyorsunuz, ben ve dengeleri gözetmek? Teşekkürler, kalsın" demiştim.
İşin zorluğu bir yana Başbakanın çılgın temposunu 24 saat izlemek fazlasıyla yıpratıcı.
Akif'in sözcülüğe geldiği ilk günlerde çektiği tepkileri hatırlıyorum..
Neredeyse Başbakanın düzeltmeni gibiydi, "Sayın Başbakan öyle demek istemedi" diye başlardı pek çok açıklaması.
Koyduğu kurallar gazetecilerin hoşuna gitmedi. Başbakanın uçağına binemeyen gazeteciler Akif'i sorumlu tuttu. En son akreditasyon kriziyle tepkileri çekti.
Epey sevmeyeni olmuştu. Ama gazetecilerin iş ortamında kendileri dışında birilerini sevdikleri pek görülmüş şey olmadığından durum garip değildi.
Akif beki zamanla yukarıdan bakmayı bırakıp aşağıdan almayı öğrenmişti. Gerilen ilişkileri yumuşatmış, kırdığı insanların kendince kayda değer bulduklarının gönüllerini almıştı. Bunun adı deneyimdi.
İşi bırakmasıyla ilgili haberlere ve ardından yayılan dedikodulara baktım.
Sabah'a genel yayın yönetmeni olacak diyen de vardı, Çankaya'ya Belediye Başkanı adayı, Kanal 7'ye yönetici yapan da.
Habertürk Gazetesi'nde yazar olacağı dedikodusu da. Oysa bu sonuncusunun yalnızca bir dedikodu olduğunu ben biliyorum. Diğer üçünü bilemem.
İstifa ettiğini duyunca aradım. "Sana önceden söylemedim diye bana sakın kızma" dedi, "ayrılacağımı ilk söylediğim insanlardan biri sendin."
O söylemiş ve ben duymamış olabilir miydim? Hatırlattı.
Birkaç hafta önce yediğimiz yemekte "artık kendi mesleğime dönmek istiyorum" demişti.
Ben de bu isteğini yorgunlukta, hepimizin aklından zaman zaman geçen gerçekleşmeyecek isteklerden biri sanmış, ciddiye almamıştım. İstemek başka, yapmak başkaydı.
"Bazı işlerde başlama kararı senindir ama bırakma kararı seni aşar" demiştim.
Yani Akif Beki'nin istifası, dünün ya da birkaç gün öncenin işi değil. Haftalar önceden kafasındaydı. Birike birike varılan bir sonuç.
Akif gider, başkası gelir ama bu kadar önemli makamlarda en önemli şey deneyimdir. Deneyim kazanmak için de zaman gerekiyor. Hani en çok sanıp en az sahip olduğumuz şey.
Şimdi önemli olan Başbakanlık sözcülüğüne kimin geleceği. Benim bildiğim Başbakanın etrafında bu işi yapabilecek insan sayısı yok denecek kadar az.
Dahası Akif Beki yorulmuştu, bırakıp gitti. Peki diğer yorgun adam, Başbakan Erdoğan ne yapacak? Onun bırakıp gitme lüksü var mı?
Nuran Yıldız/ Habertürk