10 Ara 2010 20:34 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:52

CAN DÜNDAR'IN ACI GÜNÜ! BABASI VEFAT ETTİ!

Milliyet köşe yazarı, NTV anchorman'i, yazar Can Dündar babasının rahatsızlığını köşesine taşımıştı:

Milliyet köşe yazarı, NTV anchorman'i, yazar Can Dündar babasını kaybetti.

Can Dündar'ın babası Ali Rıza Dündar, bugün öğleden sonra vefat etti. Dündar'ın cenazesi yarın Ankara Kocatepe Camii'nde ikindi namazının ardından kılınacak cenaze namazından sonra Gölbaşı Mezarlığı'na defnedilecek.

Can Dündar'ın babası geçtiğimiz günlerde rahatsızlanmış, hastanede tedavi gördükten sonra eve çıkmıştı. Dündar babasının rahatsızlığını Milliyet'teki köşesine şöyle taşımıştı:

Ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken...

Bugüne kadar benim için bir masal tekerlemesinden ibaretti bu...
Develerin tellal, pirelerin berber olduğu, evvel zaman içinden kalma...
Değilmiş meğer...
Gün gelir oğullar, babaların beşiğini sallarmış.

* * *
Dışarıda yaman bir dolunay var.
Yataktaki adamın göğsünde sancılar...
Sayıklıyor:

“Can’ın ateşi yükselmiş. Okuldan aradılar...”
Oysa bu kez ateşi yüksek olan o...
Aranan, meraklanan benim...
40 sene evveldi. Ateşlendim mi babam gelir, okuldan alırdı. Elimi tuttu mu, sanki üleşirdik ateşi...
Ateş, babamla buluşma demekti.
Tıpkı bu bayramda olduğu gibi...
Şimdi yarı baygın yattığı yatakta harlı alnına soğuk su basma, avucumdan yastık yapıp ilacını yudumlatma, iğne yapılırken elinden tutma, “Ha gayret, iyi olacaksın” diye kulağına fısıldama sırası benim...
İnatlaşma, nazlanma, sızlanma sırası onun...

* * *
Hayat, garip bir oyun...
Çocuklar baba olduğunda, babalar çocuklaşıyor çoğunlukla...
Bir hayat tecrübesi ters yüz ediliyor sanki...
Makarada sarılı film, oyuncularını değiştirip tersinden oynuyor.
Rolü değişiyor babalarla çocukların...
Size yürümeyi öğreten adamın koluna girip yürütüyorsunuz.
Bir zamanlar sizi besleyen eline destek olup kurumuş dudaklarına su veriyor, içine ekmek doğranmış çorba içiriyorsunuz.
Tıpkı rolleri değişmeden önce onun size yaptığı gibi, geceleri sessizce baş ucuna gidip nefesini dinliyorsunuz.

Üstü açıldı mı örtüyorsunuz.
Söylediğinizi anlamadığında, sürekli bir şeyler sorduğunda tam kızacakken hababam “Bu ne” diye sorup durduğunuz günleri ve onun sabırla cevaplayışını anımsıyor, yutkunuyorsunuz.
Gün geliyor ayağına patik giydiriyor, altını bezliyorsunuz. Sabrınız taştığında biraz dinlenebilmek için onu televizyon karşısına oturtuyor, içerde sessizce ağlıyorsunuz.
Uzayıp giden bitap geceler boyunca onunla bir ümidin battaniyesine sarılıp yatıyor, iki kötülükten daha az acılı olana razı olup “Çektirme Rabbim” diye dualar ediyorsunuz.

* * *
Adına hayat denen bu devr-i daim makinesi döndükçe kundaktakini büyütürken, büyüyeni kundağa döndürüyor yeniden...

Adeta “evvel zaman içinde” kalmış bir borcu ödüyor, giderayak helalleşiyorsunuz.

Dolunaylı bir gece nihayet sehere kavuşurken “Can’ın ateşi yükselmiş” diye sayıklayan ateşli hastaya, ondan öğrendiğiniz eski bir tekerlemeyi mırıldanıyorsunuz:

“Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde... Pireler berber, develer tellal iken... Ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken...”