Can Dündar'dan yeni yıl mesajı: "Allah, Türkiye'yi başındaki dertten kurtarsın"
MİT'e ait TIR'ların Suriye'deki gruplara silah götürdüğü haberi nedeniyle tutuklanan Can Dündar, Silivri’den yazdı
"Terör örgütüne yardım, casusluk ve devlet sırlarını ifşa etmek"
Cumhuriyet gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar , Adana'da
durdurulan MİT TIR'larının içinde silah ve mühimmat bulunduğunu
ortaya koyan belgeleri yayınladıkları nedeniyle tutuklu bulunduğu
Silivri Açık Ceza İnfaz Kurumu’ndan yazdığı yazısında “Sur’da,
Cizre’de, Silopi’de, Ege Denizi’nde yaşananların yanında bizimki
tatil sayılırdı; ama yine de hapislikti işte; tecritti” dedi.
Can Dündar'ın Cumhuriyet'te "Silivri’de yeni yıl mönüsü"
başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
Silivri’deki ilk günümün sabahında avluda bir ses duydum. Bir şey
düşmüştü sanki...
Üstünde kuş bile uçmayan bir avluya, gökyüzünden ne düşebilirdi
ki?
Hemen çıkıp baktım. Evet; tıpkı masaldaki gibi gökten üç elma
düşmüştü.
Bir gazeteye yan yana sarılıp sımsıkı paketlenmiş üç kızıl
elma...
Gazeteye küçük bir not iliştirilmişti:
“Hoş geldiniz.”
Bunun yandaki hücreden yollanan bir hediye paketi olduğunu o zaman
anladım.
İki hücrenin arasında yedi metrelik bir kalın duvar vardı. Korku
duvarını aşanları birbirinden ayıran duvar... Semaya uzanan duvarı
bir çelik tel taçlandırıyordu.
Belli ki elmalar, güçlü bir kolun mancınığıyla büyük bariyeri
aşmayı başarmıştı.
Bitmedi.
Arkasından sıcacık, demli çay geldi.
Plastik bir soda şişesinin içinde... Yine bir gazeteyle sarmalanmış
halde... Yanında kesme şekerleriyle...
Bu da komşuya komşu hücrenin “hoş geldiniz” paketiydi. Bir çekirge
çevikliğiyle iki duvarı aşıp bana ulaşmıştı.
Bütün mobilyası, bir plastik masa, bir plastik sandalye ve bir
demir karyoladan ibaret olan bir tutuklu için, ilk sabahına sıcak
çayla uyanmak ne nimet...
Artık gökten mucize bekleyen bir mümin gibi gözümü semaya dikmiş,
meçhul komşumun ne yağdıracağını bekler olmuştum.
Biraz sonra o günün gazetesi geldi. Duvarın ardından... Peşinden de
“hoş geldiniz” sesi...
Bu kalın ses, hediyelerin geldiği yönden, aynı tel örgüyü aşarak
çarpıyordu avlunun soğuk sarı duvarına...
Göğe doğru bağırarak cevap vermeye çalıştım.
“Mazgaldan konuşun” diye akıl verdi ses...
Avlunun ortasındaki mazgala eğilip teşekkür ettim.
O zaman anladım ki bu, kıdemli tutukluların, çaylaklar için
düzenlediği bir “hoş geldin partisi” idi.
Gökten gelen çayla, yerden gelen ses, ilk gün şaşkınlığını
dağıttı.
Komşum, Nokta Dergisi’nin Yazıişleri Müdürü Murat Çapan’dı.
Onun yanındaki ise, derginin Genel Yayın Yönetmeni Cevheri
Güven...
İkisiyle de tanışmıyorduk. Silivri’de de hiç yüz yüze gelemedik.
Sadece hücrelerimizin açıldığı uzun koridordan geçerken küçük
gözetleme penceresinden gözlerini görüyordum. Ama o izolasyondaki
armağanlarıyla yalnızlığımı paylaştılar.
Küçük şeylerden mutlu olma sanatıysa hayat, cezaevi bir
konservatuvar...
Kara çikolata
Önceki sabah, sayımdan sonra yine Murat’ın gür sesini işittim. Bu
kez hediye paketinde sıcak kaşarlı tost vardı.
Nasıl olur?
Tost makinesine izin verilmiyordu ki?
Üzümü yedim, bağını sormadım.
Ertesi gün duruşmaya çıkacaklardı. Yaptıkları kapakla halkı isyana
teşvikten yargılanacaklardı.
Mazgaldan teşekkür ederken tahliye dileğimi ilettim.
Nihayet 29’u sabahı koridorda, mahkemeye giden komşularımın ayak
sesleri işitildi. Öğleden sonra da tahliye haberleri geldi.
Akşama doğru son paket düştü avluya...
Yine sıcak kaşarlı tost.
Ve içinde bir not:
“Dualarınız için teşekkürler... Buruk bir sevinç var içimde... İyi
komşuluk ettik. İyi olmayan şey, size tostun tarifini veremeden
gidiyorum. İmza: Murat”
Komşudaki dostun tostunu yerken ikinci paket düştü avluya...
Bu kez Cevheri’den “bitter” çikolata...
“Bitter”, gerçek anlamına kavuştu o anda...
Aynı zulmün esirleriydik. “En iyi gazeteci tutuklu gazetecidir”
diye düşünen bir zihniyetin, ilk duruşmada boşa çıkarılacak abuk
sabuk iddialarla, muhaliflerini içeri atıp gözdağı verme hırsının
tutsağıydık.
Sur’da, Cizre’de, Silopi’de, Ege Denizi’nde yaşananların yanında
bizimki tatil sayılırdı; ama yine de hapislikti işte; tecritti.
Bazen sıcak bir bakış, bazen sıkı bir el sıkış, bazen meçhulden
gelen bir haykırış, seni kafesten çıkarıyor, özgürleştiriyordu.
Akşam, avlu kapısı kilitlendikten sonra, gidişlerini işittik
koridorda...
“Allah kurtarsın” diye seslendiklerini duyduk, geride
kalanlara...
“Allah, Türkiye’yi başına gelen dertten kurtarsın” dedik cevaben...
O dert bitince, herkes kurtulacaktı zaten...
***
Dilek feneri
Sol yanımdaki iki hücre boş şimdi...
Neyse ki Silivri’nin emlakçısı boş durmuyor, her gün yeni kiracı
adayları buluyor.
Artık hapishaneler yetmiyor.
Ama burada gördüğümüz gibi, zamanında buralara esir sevk edenler
gün geliyor buraya sevk ediliyor. Biz Silivri’yi müze yapana dek,
böyle gider bu...
O da yakındır; sanıldığından da yakın...
Yeter ki umudu, inancı, savaşımı elden bırakmayalım.
Bu ümitle Silivri’nin taş avlusundan bir dilek feneri uçuruyor,
herkese aydınlık bir yeni yıl diliyorum.
Hürriyetin kıymetini bilin.
(Not: Sevgili Murat. Galiba tostun sırrını çözdüm. Yeni yılın ilk
mönüsü, sıcak bir kaşarlı olacak. Gözünüz aydın. Dostlukla.)