15 Ağu 2013 10:00
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 15:20
CAN DÜNDAR'DAN ERDOĞAN DEMİRÖREN HAKKINDA ŞOK AÇIKLAMALAR!
İşinden olan gazeteciler vagonunun son yolcusu Milliyet yazarı Can Dündar'dı. Dündar neden kovulduğunu anlattı!
Radikal gazetesinden Ezgi Başaran’a röportaj veren Can Dündar çarpıcı açıklamalarda bulundu.
"NEDEN
İşinden olan gazeteciler vagonunun son yolcusu Milliyet yazarı Can Dündar’dı. Olay atılmasıyla bitmedi. Neden atıldı, atılırken neler oldu, kimler araya girdi, kimler girmedi bir sürü iddia türedi. Süreci ve neler hissettiğini ilk kez tüm detaylarıyla anlattı.
Neden işten atıldınız?
- Aslında süreç geçen sene başladı. Hayatımda ilk kez bir patrondan telefon aldım. Arayan Erdoğan Demirören’di ve o günkü yazımı beğenmediğini söylüyordu. Tam Başbakan’ın tasmalarını çıkardık dediği dönem… Ona dair bir yazı yazmıştım.
Neyi beğenmediğini açıklamış mıydı?
- Sert yazıyorsun, ben böyle yazı istemiyorum dedi. Ben de ‘Böyle yazabiliyorum ama eğer isterseniz benimle çalışmayabilirsiniz’ demiştim. O dönem Tayfun (Devecioğlu) vardı gazetenin başında. O sahip çıktı ve çözdü krizi ama o gün bir çentik yemiştim artık. O çentik bu yıla sarktı tabii. Asıl Gezi sürecinde yazdıklarım, söylediklerim beni hedef haline getirdi. Derya (Sazak) aracılığıyla haberdar oluyordum rahatsızlıklarından.
Tayfun krizi çözdü dediniz, bu tür bir kriz nasıl çözülüyor ve bu kez niye çözülemedi?
- Genel yayın yönetmeninin bir görevi de patronla yazıişleri arasına bir barikat kurmak, bu ikisini birbirine karıştırmamaktır. Patrona gazetenin çıkarı ve gazeteciliğin gereği için neyin gerekli olduğunu söylemektir. Tayfun bunu anlatmıştı, zannediyorum. Derya da söyledi. Fakat Gezi süreciyle rahatsızlık dalgası tırmandı.
Siz zorunlu izne ayrıldınız o sırada değil mi?
- Evet sorunu izinle çözmeye çalıştılar. İzin sonunda bir süre Mısır’a gittim. Yurtdışı hizmetle krizi aşmayı denediler. O daha da kötü oldu, çünkü Mısır yazılarım da beğenilmedi! Hatta iyice tüy dikti. Zaten ben daha izin yazısı yazarken hissetmiştim, geri dönemeyeceğimi.
Patronla hiç konuştunuz o dönemde?
- Son konuşmayı onunla yaptım, arayıp o tebliğ etti bana. Bundan sonra benimle çalışamayacaklarını söyledi. Ben ‘Tahmin ediyordum’ dedim. O da ‘Tahmin ettiğini tahmin ediyordum’ dedi. Böyle bir konuşma.
DEMİRÖREN’İN MEDYAYA GİRMESİNİN SEBEBİ RADİKAL
Demirören’in medyaya girdiği için pişman olduğu söyleniyor, sizce?
- Ben de gazeteyi aldığına pişman olduğunu düşünüyorum.
Öyleyse niye aldı Milliyet’i?
- Bence sizin yüzünüzden. Yani Radikal’in...
Üstüme iyilik sağlık, neden?
- Radikal, bir gazetecilik refleksiyle İstiklal Caddesi’ndeki Demirören AVM ile ilgili eleştirel yayınlar yapmıştı ve Demirören ailesi bundan çok rahatsızdı. Erdoğan Bey’in bu şikayetini Aydın Bey’e ilettiğini sanıyorum. Anlaşılan Aydın Bey, Radikal’in yayınına müdahale edemeyeceğini söyledi. Demirörenler de kendilerini savunmak için bir gazete sahibi olmanın akıllıca olduğuna karar verdi. Bu kadar basit olduğunu düşünüyorum. Ama bugün itibariyle hissim o ki, Demirören medya sektörüne girmiş olmaktan memnun değil. Hayatında uğraşmak zorunda olmadığı şeylerle uğraşıyor çünkü. Eski dosyalardan, Başbakan’la görüşmesinin ayrıntılarına kadar...
Peki baştaki soruyu yineleyeyim: Yazılarınız patron tarafından beğenilmediği için mi artık köşeniz yok?
- Patronunun beğenmemesi bir faktördür belki ama asıl hükümet cenahında beğenilmediğini düşünüyorum.
"Patronlar beğenmedikleri yazarları atıyor, mesuliyet hükümete kalıyor" diye bir fikir çıktı da o nedenle soruyorum…
- Bu fikirlerin çeşitli versiyonları var: Hükümet istemiyor, patronlar direniyor. Hükümet istiyor, patron direnmiyor. Hükümet istiyor, patron da istiyor filan gibi. Bunlar boş tartışmalar. Ortada birkaç gerçek var: Erdoğan Bey’in (Demirören) gazeteyi aldıktan sonra Başbakan’a gidip ’Kimi başa getireyim’ diye sorması bir vaka. Veya Başbakan’ın Hasan Cemal’e ‘Batsın senin gazeteciliğin’ demesi. Yalçın Akdoğan’ın İmralı Tutanakları yayınlandıktan sonra Derya’yı ve patronu arayıp ‘Barış sürecini sabote ediyorsunuz’ demesi de. Ülkenin Cumhurbaşkanı’nın genel yayın yönetmenlerine "Size baskı varsa direneceksin kardeşim" sözü de. Bunlar varken patron mu istedi, Başbakan mı istedi; ne önemi var. Zaten hükümet, patron, genel yayın müdürü, Ankara temsilcisi, köşe yazarı vs. tayin ederek medyayı öyle teslim aldı ki artık açıktan müdahalesine gerek kalmadı. Ayrıca Hasan Cemal olayında da, benim atılmamda da bir telefon geldiğinden eminim ama gelip gelmemesinin önemli olmadığını söylüyorum.
Ne demek bu?
- En çok itaat eden, en çok eğilen patronun en çok ihaleyi aldığı bir dönemde fazladan bir baskı kurmanıza gerek yok. Biraz itiraz eden bir sermayedarın ağır vergi cezalarıyla korkutulduğu bir dönemde fazladan bir söz söylemenize de. Aydın Doğan’ın Milliyet’i hangi koşullarda ve neden satmak zorunda kaldığını bilmiyor muyuz? Akşam’ın, Sky’ın hangi koşullarda, kime, neden verildiğini görmüyor muyuz? Böyle bir ortamda ’Biz patronlara birşey telkin etmedik’ demek ayıptır. Tasarlamışsınız bu medya düzenini, daha karışmanıza gerek kalmamış ki! Artık birilerinin patronu aradığı dönemleri geçtik. Şimdi herkes durumdan vazife çıkarıyor ve ne yapması gerektiğini pekala biliyor."
RÖPORTAJIN TAMAMI İÇİN TIKLAYIN
"NEDEN
İşinden olan gazeteciler vagonunun son yolcusu Milliyet yazarı Can Dündar’dı. Olay atılmasıyla bitmedi. Neden atıldı, atılırken neler oldu, kimler araya girdi, kimler girmedi bir sürü iddia türedi. Süreci ve neler hissettiğini ilk kez tüm detaylarıyla anlattı.
Neden işten atıldınız?
- Aslında süreç geçen sene başladı. Hayatımda ilk kez bir patrondan telefon aldım. Arayan Erdoğan Demirören’di ve o günkü yazımı beğenmediğini söylüyordu. Tam Başbakan’ın tasmalarını çıkardık dediği dönem… Ona dair bir yazı yazmıştım.
Neyi beğenmediğini açıklamış mıydı?
- Sert yazıyorsun, ben böyle yazı istemiyorum dedi. Ben de ‘Böyle yazabiliyorum ama eğer isterseniz benimle çalışmayabilirsiniz’ demiştim. O dönem Tayfun (Devecioğlu) vardı gazetenin başında. O sahip çıktı ve çözdü krizi ama o gün bir çentik yemiştim artık. O çentik bu yıla sarktı tabii. Asıl Gezi sürecinde yazdıklarım, söylediklerim beni hedef haline getirdi. Derya (Sazak) aracılığıyla haberdar oluyordum rahatsızlıklarından.
Tayfun krizi çözdü dediniz, bu tür bir kriz nasıl çözülüyor ve bu kez niye çözülemedi?
- Genel yayın yönetmeninin bir görevi de patronla yazıişleri arasına bir barikat kurmak, bu ikisini birbirine karıştırmamaktır. Patrona gazetenin çıkarı ve gazeteciliğin gereği için neyin gerekli olduğunu söylemektir. Tayfun bunu anlatmıştı, zannediyorum. Derya da söyledi. Fakat Gezi süreciyle rahatsızlık dalgası tırmandı.
Siz zorunlu izne ayrıldınız o sırada değil mi?
- Evet sorunu izinle çözmeye çalıştılar. İzin sonunda bir süre Mısır’a gittim. Yurtdışı hizmetle krizi aşmayı denediler. O daha da kötü oldu, çünkü Mısır yazılarım da beğenilmedi! Hatta iyice tüy dikti. Zaten ben daha izin yazısı yazarken hissetmiştim, geri dönemeyeceğimi.
Patronla hiç konuştunuz o dönemde?
- Son konuşmayı onunla yaptım, arayıp o tebliğ etti bana. Bundan sonra benimle çalışamayacaklarını söyledi. Ben ‘Tahmin ediyordum’ dedim. O da ‘Tahmin ettiğini tahmin ediyordum’ dedi. Böyle bir konuşma.
DEMİRÖREN’İN MEDYAYA GİRMESİNİN SEBEBİ RADİKAL
Demirören’in medyaya girdiği için pişman olduğu söyleniyor, sizce?
- Ben de gazeteyi aldığına pişman olduğunu düşünüyorum.
Öyleyse niye aldı Milliyet’i?
- Bence sizin yüzünüzden. Yani Radikal’in...
Üstüme iyilik sağlık, neden?
- Radikal, bir gazetecilik refleksiyle İstiklal Caddesi’ndeki Demirören AVM ile ilgili eleştirel yayınlar yapmıştı ve Demirören ailesi bundan çok rahatsızdı. Erdoğan Bey’in bu şikayetini Aydın Bey’e ilettiğini sanıyorum. Anlaşılan Aydın Bey, Radikal’in yayınına müdahale edemeyeceğini söyledi. Demirörenler de kendilerini savunmak için bir gazete sahibi olmanın akıllıca olduğuna karar verdi. Bu kadar basit olduğunu düşünüyorum. Ama bugün itibariyle hissim o ki, Demirören medya sektörüne girmiş olmaktan memnun değil. Hayatında uğraşmak zorunda olmadığı şeylerle uğraşıyor çünkü. Eski dosyalardan, Başbakan’la görüşmesinin ayrıntılarına kadar...
Peki baştaki soruyu yineleyeyim: Yazılarınız patron tarafından beğenilmediği için mi artık köşeniz yok?
- Patronunun beğenmemesi bir faktördür belki ama asıl hükümet cenahında beğenilmediğini düşünüyorum.
"Patronlar beğenmedikleri yazarları atıyor, mesuliyet hükümete kalıyor" diye bir fikir çıktı da o nedenle soruyorum…
- Bu fikirlerin çeşitli versiyonları var: Hükümet istemiyor, patronlar direniyor. Hükümet istiyor, patron direnmiyor. Hükümet istiyor, patron da istiyor filan gibi. Bunlar boş tartışmalar. Ortada birkaç gerçek var: Erdoğan Bey’in (Demirören) gazeteyi aldıktan sonra Başbakan’a gidip ’Kimi başa getireyim’ diye sorması bir vaka. Veya Başbakan’ın Hasan Cemal’e ‘Batsın senin gazeteciliğin’ demesi. Yalçın Akdoğan’ın İmralı Tutanakları yayınlandıktan sonra Derya’yı ve patronu arayıp ‘Barış sürecini sabote ediyorsunuz’ demesi de. Ülkenin Cumhurbaşkanı’nın genel yayın yönetmenlerine "Size baskı varsa direneceksin kardeşim" sözü de. Bunlar varken patron mu istedi, Başbakan mı istedi; ne önemi var. Zaten hükümet, patron, genel yayın müdürü, Ankara temsilcisi, köşe yazarı vs. tayin ederek medyayı öyle teslim aldı ki artık açıktan müdahalesine gerek kalmadı. Ayrıca Hasan Cemal olayında da, benim atılmamda da bir telefon geldiğinden eminim ama gelip gelmemesinin önemli olmadığını söylüyorum.
Ne demek bu?
- En çok itaat eden, en çok eğilen patronun en çok ihaleyi aldığı bir dönemde fazladan bir baskı kurmanıza gerek yok. Biraz itiraz eden bir sermayedarın ağır vergi cezalarıyla korkutulduğu bir dönemde fazladan bir söz söylemenize de. Aydın Doğan’ın Milliyet’i hangi koşullarda ve neden satmak zorunda kaldığını bilmiyor muyuz? Akşam’ın, Sky’ın hangi koşullarda, kime, neden verildiğini görmüyor muyuz? Böyle bir ortamda ’Biz patronlara birşey telkin etmedik’ demek ayıptır. Tasarlamışsınız bu medya düzenini, daha karışmanıza gerek kalmamış ki! Artık birilerinin patronu aradığı dönemleri geçtik. Şimdi herkes durumdan vazife çıkarıyor ve ne yapması gerektiğini pekala biliyor."
RÖPORTAJIN TAMAMI İÇİN TIKLAYIN