27 Eyl 2018 13:02 Son Güncelleme: 24 Kas 2018 02:52

Can Dündar'a en sert tepki Ahmet Kekeç'ten geldi: MİT’in paket-posta servisine havale edin...

Star yazarı Kekeç, Almanya'ya gerçekleştirdiği ziyaret sırasında Cumhurbaşkanı Erdoğan'a soru soracağını söyleyen Can Dündar'a yapılması gereken muameleyi yazdı.

Firari Can Dündar'ın Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Almanya'ya gerçekleştireceği ziyaret sırasında kendisine Türkiye'deki tutuklu gazetecilerle ilgili soru soracağı açıklamasına en sert tepkilerden biri de Star yazarı Ahmet Kekeç'ten geldi.

"Hakkında “kırmızı bülten” çıkarılan bir firarinin basın toplantısına alınması ne anlama gelir?" diye soran Kekeç yapılması gerekenin Dündar'ın salondan atılması olduğunu belirtti. Kekeç, "Uygulanacak muamele bellidir: Bu haini “yaka-paça” dışarı attırmak ve (olabiliyorsa) MİT’in paketposta servisine havale etmek... " dedi.

İşte Ahmet Kekeç'in bugünkü yazısı:

Nasıl da kolayca yapıştırıyoruz “hain” yaftasını...

Sahibine itibar getirmeyecek tanımlamalara nasıl da kolayca başvurabiliyoruz...

Herhangi bir kişi olsa, “Bir gazetecinin, meslektaşı hakkında bu ifadeyi kullanması yakışık almaz” tepkisiyle karşılaşırız ve muhtemelen utanırız.

Can Dündar’dan söz ediyoruz...

Can Dündar ismini yazıp, yanına “hain” yaftası kondurduğunuzda bu durum pek de yadırganmıyor; kendilerini gazeteci diye pazarlayan bazı ruh hastalarının tepkilerini dışarıda tutacak olursanız, bu tutum “ayıp bir tutum” olarak görülmüyor.

Kendi adıma, yaftalamalarla ve tanımlamalarla yazıya kalkışılmasını doğru bulmadım, doğru bulmuyorum.

Bir insana (cürümü ne olursa olsun) hain yaftasının vurulmasını gazetecilik anlayışıma uygun bulmadım, uygun bulmuyorum.

Peki, Can Dündar ismi geçtiğinde, neden bu prensipleri hatırlama gereği duymuyoruz, neden elimizi geniş tutuyoruz, neden kolayca “hain” yaftasını yapıştırıveriyoruz?

İşte başlığa “hain” yazdım...

Bir şey olmadı... Gayet de güzel durdu...

Bunu yaparken en ufak bir “vicdanî sorumluluk” hissetmedim...

Bu tutumumun yanlış ve haksız olduğunu, bir gün bana itibar kaybı olarak döneceğini düşünmedim...

Neden?

Bu soruların cevabının Can Dündar’da, Can Dündar’ın gazetecilik anlayışında (hatta “insanlık” anlayışında) aramak gerekir diye düşünüyorum...

Çünkü karşımızda tescilli bir “yalancı” var...

Kendi biyografisini hazırlarken bile yalan söyleyen, olmamışı olmuş gösteren, aldığı kıytırık okul ödüllerini “12 Eylül’ün işkencelerine karşı çıkan yazılarım nedeniyle bu ödülleri aldım” diye takdim eden (12 Eylül döneminde kısa pantolonuyla MİT lojmanlarında oynayan bir çocuktu oysa), Ankara’ya tatile gönderdiği oğlunu TOMA’ların altında arayan, “Fetullah Gülen cemaatine hep karşı oldum” deyip “Said Nursi belgeseli” için arsızca FETÖ kapısı aşındıran bir yalancı...

Bu yalancıyı, en son Fransa Devlet Başkanlığı Sarayı’nda görmüştük.

Öncesinde Alman Cumhurbaşkanlığı konutunda ağırlanmıştı...

Muteber bir “sürgün” olarak aylarca Avrupa başkentlerinde dolaştırıldı, ülkesi aleyhindeki faaliyetlerde “konsomasyona” çıkarıldı.

Dolaşmadığı masa, sergilemediği melanet kalmadı...

Batı başkentlerinde “sürgünlüğün keyfini” süren bu yalancı, güzel rüyalar görmek için de, Amerikan bayrağını yorgan yapıp uyudu... Elinizin altında internet var, arama motorlarından birine uygun denekleri (“Can Dündar” ve “Amerikan Bayrağı” deneklerini) yazın, “görsel” arama yapın. Karşınıza “Vatan haini Can Dündar ABD bayrağına sarıldı” diye bir başlık ve birtakım fotoğraflar çıkacaktır.

Sabrınızı test eden fotoğraflardır onlar...

Bakalım, kendinizi “hain” demekten alıkoyabilecek misiniz?

İstihbar ediyoruz ki, MİT TIR’larının durdurulması davası nedeniyle hakkında “yakalama kararı” bulunan Can Dündar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Almanya'ya gerçekleştireceği ziyaret sırasında Başbakan Angela Merkel’le düzenleyecekleri ortak basın toplantısında Cumhurbaşkanımıza soru sormaya hazırlanıyormuş...

Hakkında “kırmızı bülten” çıkarılan bir firarinin basın toplantısına alınması ne anlama gelir?

Bu (hiçbir teamüle uymayan) durumun Alman makamları tarafından değerlendirileceğini düşünüyoruz.

Uygulanacak muamele bellidir:

Bu haini “yaka-paça” dışarı attırmak ve (olabiliyorsa) MİT’in paket-posta servisine havale etmek...