Can Dündar 'Tutuklandık' kitabında açıkladı: MİT TIR'ları fotoğraflarını kim getirdi?
Can Dündar'ın cezaevinde yazmaya başladığı ve MİT TIR'ları haberlerinin hikayesini anlattığı kitap yarın raflarda yerini alıyor.
Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar, gazetenin
Ankara Temsilcisi Erdem Gül'le birlikte 92 gün boyunca
tutuklanmalarına neden olan MİT TIR'ları haberleri ve
fotoğraflarının hikâyesini yarın piyasaya çıkacak olan
"Tutuklandık" kitabında paylaştı. Dündar, "İşte Erdoğan'ın yok
dediği silahlar" manşetine dayanak olan MİT TIR'ları
görüntülerinin, "solcu bir milletvekili dostu tarafından flash disk
içinde kendisine getirildiğini" açıkladı.
Adana'da durdurulan MİT TIR'larının içinde silah ve mühimmat
bulunduğunu ortaya koyan belgeleri yayımladıkları gerekçesiyle
"terör örgütüne yardım”, “askeri ve siyasi casusluk”, “devlet
sırlarını ifşa etme” ve "hükümeti devirmeye teşebbüs" iddiaları
eşliğinde tutuklanan ve 92 gün Silivri Cezaevi'nde kaldıktan sonra,
Anayasa Mahkemesi'nin "ifade ve basın özgürlükleri ile kişi
güvenliği ve kişi hürriyeti haklarının ihlal edildiği" kararı
üzerine Erdem Gül ile birlikte tahliye edilen Can Dündar’ın
cezaevinde yazmaya başladığı kitap, "Tutuklandık" adıyla yarın
çıkıyor.
t24'ten Mehmet Efe Altay'ın haberine göre Dündar, MİT TIR'ları
görüntüleri "solcu bir milletvekili dostu tarafından" kendisine
getirildikten sonra haberi yayımlama sürecinde Cumhuriyet Gazetesi
İcra Kurulu Başkanı avukat Akın Atalay’ın yayını desteklemenin yanı
sıra kendisine “Bunun ‘devlet sırrı’ olduğunu söyleyecekler.
‘Devletin sırrını ifşa’, ağır ceza gerektiren suçtur. Tutuklama
kaçınılmaz…” dediğini de aktardı.
Belgelerin gerçek ve kamu yararına olduğunu tespit edince
yayımlamamanın "gazetecilik mesleğine ihanet olacağını" vurgulayan
Dündar, kitabında süreci şöyle aktardı:
"... Aradan 16 ay geçmiş, konu basına, yargıya, meclise intikal
etmiş, tartışılmış, eleştirilmişti.
Hükümet, tam da El- Kaide’ye destek verdiği, IŞİD milislerine
yardım ettiği iddialarının yoğunlaştığı dönemde adeta suçüstü
yakalanmıştı.
“Türkiye’nin İrangate’i”ydi bu.
“İnsani yardım yapıyoruz” iddiası çökmüştü.
“Türkmenlere silah taşıyorduk” savunmasını da Türkmenler
yalanlamıştı.
Tırları durduran savcılar konuşmuş, ifadeler sızmış, fotoğraflar
yayılmıştı. Şimdi yeni olan, görüntülerdi.
Jandarmanın çektiği film, nakledilen malzemeyi hiçbir kuşkuya yer
bırakmayacak şekilde belgeliyordu.
Uluslararası bir skandal söz konusuydu.
Ve seçime beş vardı.
Cumhuriyet uzun zamandır konuyu takibe almıştı. 8 Mart 2015’te
Ahmet Şık, açığa alınan Savcı Aziz Takçı’yla görüşmüştü ve bu
görüşmeyi manşete taşımıştı. Baskının görüntülerine çok
yaklaştığımızı hissediyorduk.
Nihayet 27 Mayıs Çarşamba günü öğleden sonra solcu bir milletvekili
dostum getirdi görüntüleri…
“Merak ettiğin şey bu flash diskin içinde,” dedi.
İzleyince kafamda hiçbir şüphe kalmadı:
MİT, Suriye’ye silah taşıyordu.
Bir gazetenin yöneticisiyseniz her gün elinize çok sayıda
bilgi-belge gelir.
Kimisinin gerçek olup olmadığından emin olamazsınız, kiminde
getirenin niyetinden…
Bir operasyon için kullanmak, ciddi bir risktir.
Bu tür durumlarda iki soru sorarsınız kendinize:
Gelen belge gerçek mi?
Yayımlanmasında kamu yararı var mı?
İkisinin de cevabı “evet” ise yayımlamak değil, çekmecede saklamak
mesleğe ihanettir.
Görüntüleri hemen bizim yazı işleri ekibiyle paylaştım; herkes çok
heyecanlandı.
Yayımlanması konusunda en ufak bir tereddüt bile duymadık. Fakat
vakit geç olmuştu; haberi ertesi güne bırakmayı kararlaştırdık.
Ertesi gün gazetede dördüncü katın en dip köşesindeki bir
bilgisayarda birinci sayfayı çizmeye koyulduk. Eldeki malzemeyi pek
az kişi biliyordu.
Görüntülerden en belirgin kareleri seçip sayfaya yerleştirdik.
Manşet bir yalanı belgeliyordu:
“İşte Erdoğan’ın yok dediği silahlar!”
O aşamada “bomba”mızı gazetenin İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay’a
göstermek aklıma geldi.
Yazı işleri ile vakıf arasındaki hassas çizgiyi özenle koruyan bir
yöneticiydi. Ancak aynı zamanda gazetenin ve benim avukatımdı. Bu
tür duyarlı haberlerde ona danışmak adetindeyim.
Görüntüleri izleyince, önce içindeki gazeteci, heyecanla ayağa
kalktı; sonra içindeki avukat, onu itidale davet edip oturttu.
“Bunun sonuçlarını düşündün mü?” dedi.
Bu, alarm zili demekti.
28 Mayıs’taki acil toplantıya böyle girdik.
Odaya karşılıklı yerleştirilmiş siyah deri koltuklara avukatlarla
gazeteciler karşılıklı yerleşti.
Cumhuriyet’in avukat kadrosu, yılların deneyimiyle “gazetecinin
dilinden” anlardı. Riskleri söyler, kararı yazı işlerini
bırakırlardı. Yine öyle yaptılar. Akın, toplantıyı açarken gayet
net konuştu:
“Bunun ‘devlet sırrı’ olduğunu söyleyecekler. TIR’ları durduran
savcıları, askerleri tutukladılar. ‘Devletin sırrını ifşa’, ağır
ceza gerektiren suçtur. Tutuklama kaçınılmaz…”