05 Ara 2014 09:59 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 16:58

Can Dündar, telefonunu dinleyenlerle buluştu ve sordu; Neyin peşindeydiniz?

Gazeteci Can Dündar, VIP dinlemeler kapsamında kendisini dinleyen istihbaratçılarla buluştu ve dinlenme nedenini sordu.

Hürriyet’in manşetindeki 160 kişilik “dinlenen VIP’ler” listesinde bir kez daha adımı görünce, bu kez “Olur böyle şeyler” diye omuz silkmemeye, nedenini, nasılını deşmeye karar verdim.
Kime hesap soracaktım ki?
Hükümet, kendisi hiç sorumlu değilmiş, hatta işin mağduruymuş gibi yapıyordu.
Dinleme iznini veren mahkemenin adı bile yoktu.
Ben de bizzat dinlemeyi yapan istihbaratçılara sormaya karar verdim.
Ne de olsa onlar da şimdi zamanında dinlettikleriyle aynı kaderi paylaşıyorlardı.
Bir kısmı, hapse yolladıklarıyla aynı hapse girmiş, hemen hepsi işten el çektirilmiş ya da uzak diyarlara tayin edilmişti.
Konuşurken telefonu uzak bir köşeye saklama sırası onlara gelmişti.
“Derin kulak”ın eski sahiplerine, o dönem işbaşında bulunan istihbaratçılara haber gönderdim.
Haber geldi.
Buluştuk.
Konuştuk.

Telefonun ucundakiler
Doğrusu bir film sahnesi gibiydi.
Bizzat kulaklık takıp telefon konuşmalarımı onlar dinlememişti gerçi, ama soruşturmayı onlar yönetmişti.
Benim konuşmalarımın ses kayıtları onların önüne gitmişti.
Kimlerle, ne zaman, ne konuştuğuma, nasıl konuştuğuma kulak vermişlerdi.
Muhtemelen de sonunda “örgütsel ilişki ağı” içinde olmayıp sadece gazetecilik yaptığımı fark etmişlerdi.
Benden farkı olmayan bazı meslektaşlarımdan daha şanslıydım ki, tehlikeli sularda yüzdüğüm halde içeri alınmamıştım.

‘Evet, dinlenmişsiniz’
İlk sorum:
“Haber doğru mu? Dinlediniz mi gerçekten” oldu.
Cevap:
“Evet doğru… Dinlenmişsiniz.”
Güzel…
Hiç değilse samimi bir diyalog bu…
Evi basılmış bir şüpheli merakıyla sordum:
“Mahkeme kararı var mı?”
“Var. Her şey yasal çerçevede yapılmış.”
“Peki neden?”
“Ergenekon soruşturması nedeniyle…”

Ergenekon dalgaları
Dönemi hatırlatmakta yarar var:
2008-2009 yılları…
Ergenekon dalgalarının ülkeyi salladığı, ilk duruşmanın yapıldığı dönem…
2008 Şubat’ında, o zamanlar “imparator” tahtında oturan savcı Zekeriya Öz’e tanık sıfatıyla ifade vermiştim.
Bana daha 1997’de yazdığım “Ergenekon” kitabıyla ilgili sorular sormuştu. Tutuklulardan birkaçıyla konuştuğuma dair de bir şeyler ima etmişti.
Sonra düzeltmiş, “Pardon, o başkasının kitabıydı” demişti.
Şimdi anlıyorum ki, kiminle ne konuştuğumun dökümü elindeydi. Belki de tapeler karışmıştı.

Neyin peşindeydiniz?
İnsan karşısında bütün gündelik konuşmalarını, mesleki çabalarını, özel hayatının detaylarını bilen biriyle konuşurken başta yadırgıyor, sonra yıllardır tanışıyormuş gibi bir rehavete kapılıyor.
İkinci aşamaya çabuk geçtim.
“Neyin peşindeydiniz” diye sordum.
“Sizinki bir ‘önleme dinlemesi’ydi” dediler.
“Neyin önlemesi” diye sorunca da bir dizi teknik açıklama yaptılar.

Peki o kayıtlar ne oluyor sonra?
İstihbaratçıların anlattığına göre 3 tür dinleme var:
Birincisi illegal…
Hiçbir yasal dayanağı olmayan, usulsüz dinlemeler…
İkincisi istihbarat toplama aşamasındaki “önleme dinlemesi… ”
Bu MİT, polis ve jandarma tarafından ve mahkeme kararıyla yapılıyor. Henüz devrede savcılık yok. İstihbarat, ele geçirdiği ipuçlarını mahkemeye sunup yeni dinlemeler için izin istiyor. Mahkemeler de genellikle cömert davranıyor. Her dinlemeden elde edilen istihbarat, bir havuzda toplanıyor. Datalar analiz ediliyor, “anlamlandırılıyor.” Yeni ipuçları, yeni dinlemeleri mecbur kılıyor. Havuz genişledikçe genişliyor.
Üçüncüsü ise “Adli dinleme…”
Dinlemeler sonucu suç şüphesi görülürse bu, adli birime raporlanıyor. Suç içeren görüşmeler yazıya dökülüyor; bir klasörde toplanıyor, ses dosyası da CD olarak ekleniyor. Mühürlenip savcıya teslim ediliyor ve adli takip süreci başlıyor. Bundan sonrasını TCK’ye göre savcılık yürütüyor. Bütün dinleme dökümleri de Yargıtay aşamasına kadar saklanıyor.

İpler TİB’de
Anlaşılan o ki, gazeteye yansıyan 160 ismin (-ki daha yüz binlercesi var) çoğu için suç ilişkisi olmadığı anlaşılmış, savcılık süreci başlamamış; dava dosyası oluşturulmamış.
O zaman kritik soru şu:
“Bu kayıtlar sonra ne oluyor?”
İşte inanması zor cevap burada:
“Davaya dönüşmediyse, önleme dinlemelerinin kayıtları otomatikman imha oluyor” diyor istihbaratçılar:
“Bütün dinleme işlemleri, halen hükümetin kontrolündeki Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) sistemi üzerinden yapılıyor. Datalar, TİB’in server’ında toplanıyor. İstihbarat, o server’a bağlanıp dinliyor ve dosya sonlandırılırken TİB’deki program, o kayıtları otomatikman imha ediyor.”

Şantaj ihtimali
Bu izahatı dinlerken yüzüme yayılan gülümsemeyi anlayışla karşıladılar tabii…
İhtimalleri sıraladım:
Hükümet kontrolündeki bir kuruluşun hafızasındaki o kayıtların özel ellere sızdırılması?..
Diyelim hükümete muhalif bir yayın kuruluşunun ticari sırlarının deşifre edilmesi?..
Dinlemelerden elde edilen bilgilerle, hükümete ters bakan bir holdinge baskı yapılması?..
Dinlenen kişilerin özel hayatına dair istihbaratın şantaj amacıyla kullanılması?..
Olmadık şeyler mi?
“Hiç örneği var mı” diye sordu istihbaratçılar…
Bildiklerimi sıraladım.
“Araştıralım” dediler.
Ama tahminim o ki, devlete güvensizliğimizin nedenini, şimdi onlar da iyi anladılar.
Dün dinleyenlerin bugün dinlenmeye alındığı, yargılayanların yargılandığı bu despotik çark, demokratik bir devlete evrilmez ise hepimizin esir düşeceğini artık onlar da görüyorlar.
Belki dinleyenle dinlenenin tarihi buluşmasının en somut sonucu bu…


Yazının tamamı için tıklanınız