Can Dündar Silivri’den yazdı: En ağır bedeli de ödetseniz, bizi yenemezsiniz!
MİT'e ait TIR'ların Suriye'deki gruplara silah götürdüğü haberi nedeniyle tutuklanan Can Dündar, Silivri’den yazdı
Cumhuriyet gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar , Adana'da
durdurulan MİT TIR'larının içinde silah ve mühimmat bulunduğunu
ortaya koyan belgeleri yayınladıkları nedeniyle tutuklu bulunduğu
Silivri Açık Ceza İnfaz Kurumu’ndan yazdığı yazısında cezaevini
anlattı ve "Burası renksizleştirilmiş bir alan... Askerin hakisi,
gardiyanın lacisi, çimentonun grisi..." dedi. Dündar yazısında,
“Güçlüler her zaman haklı değildir; ama haklılar daima güçlüdür. En
ağır bedeli de ödetseniz doğru bildiğimizi yazar, söyleriz. Bizi
yenemezsiniz” ifadelerini kullandı.
Can Dündar’ın Cumhuriyet’te bugün (26 Ocak 2016) yayımlanan
“Bizi yenemezsiniz” başlıklı yazısı şöyle:
Silivri’de -birçok şeyin yanından çok eksikliği hissedilen
şeylerden biri de renk...
Burası renksizleştirilmiş bir alan...
Daha doğrusu sadece donuk renkler serbest:
Askerin hakisi, gardiyanın lacisi, çimentonun grisi...
İç duvarlar kirli sarı, demir kapılar kahverengi, yer karoları bej,
mutfak tezgâhı metal...
Florasan ışığı, plastik masa-sandalye soluk beyaz...
Başka renk yok...
Deniz uzak, gök tutsak, toprak yasak...
Birine papatya çizip yollayacak olsan “sarı” bulamazsın; renkli
kaleme izin yok. Kirli sarıyı posterle örtmek istesen, duvara
poster asmak yasak...
Daha da ilginci, buradaki yaygın renkler de bize yasak:
Mesela haki kazak ya da lacivert mont içeri giremiyor; infaz
görevlileri ile askerlerin arasına karışır kaçarız diye...
Renkler de bizimle birlikte tutsak halde...
***
Ama bir yerde insan yaşar da renk olmaz mı?
Haberi alan eş dost, sağ olsun, rengârenk zarflarda, kâğıtlarda
mektuplar, bloknotlar yollamaya başladı.
Ailelerimiz, arkadaşlarımız camgöbeği, turuncu, fıstık yeşili
kazaklar giydirdi.
Bir okurumuz çektiği doğa fotoğraflarını gönderdi; tezgâhın grisini
çimenle, çiçekle, ağaçla donattık. Koğuşta pastoral bir tarz
yarattık.
İçeri girer girmez, Silivri kadrosunun fikri çeşitliliğini ve
muhtemel bir genişlemede kavuşacağı zenginliği düşünerek bir “Yeşil
Silivri” dergisi çıkarmayı düşünmüştüm. Geçenlerde gelen bir
avukat, “Öyle bir dergi çıkıyor zaten” dedi. Kapalı devreymiş,
adına bayıldım:
“Deli Dalgalar”...
“Üstelik renkli” çıkıyormuş...
“Renkli mi? Nasıl olur? Renkli kalem yasak değil mi?”
Sorunca yaratıcı sırrı öğrendim:
Renkli gazeteleri buharlı cama yapıştırıp süzülen boyayı tıraş bı-
çağıyla kazıyor ve kendi çizdikleri resimleri boyuyorlarmış.
Dâhice!
Hemen denedim tabii...
Renkli ekler hiç bu kadar işime yaramamış, “boyalı basın” tabiri
hiç bu kadar yerine oturmamıştı.
Magazin eklerini dayadım cama...
“Sosyetenin ünlü gelini”nin paltosundan, papatya için sarı damıttım
önce... İstanbul’un jet-setinden St. Moritz’de evlenecek veliahtın
kırmızı ceketinden gül boyadım.
Kendimi zenginden alıp fakirhaneme taşıyan bir “renk Robin Hood”u
gibi hissettim.
Yetmedi; meyvelere dadandım.
Portakal kabuğundan turuncu, turp kabuğundan bordo, elmadan yeşil
tıraşladım, diş fırçasına batırdım.
Çizgili defteri merdiven gibi boyayıp bir “Haziran tırmanışı” resmi
yaptım.
Renk yasağını böyle aştım.
***
Tek renge hapsetmeye çalışıyorlar bizi, toplumu, ülkeyi,
dünyayı...
Tek şef konuşsun, herkes tek bir ağızdan onu övsün, tek bir itiraz
olmasın istiyorlar...
Tekçiliğe kafa tutan her farklı renkten korkuyorlar.
Herkes “beyaz” gibi, renklerinden soyunsun, teslim bayrağıyla diz
çöksün istiyorlar.
Kendi “haki-laci” egemenliklerinin bir gökkuşağınca silinmesinden
korkuyorlar.
Fakat bilmiyorlar ki “bu millet isterse boyalarını meyveden,
fırçalarını ibrişimden, isyanını hazirandan” yapar.
Bakmayın “tek” atmayı sevmemize, “tekçi”leri sevmeyiz.
Rengârenk, “rengâhenk” bir dünyaya inanmışız; kurşunun, duvarın,
dumanın grisine mahkûm olmayız.
Akademisyenlerden gördünüz işte, 1000’imize ayar verseniz,
1000’imiz daha, “ben de varım” diye çıkar ortaya... Kapıya çizilen
kırmızı çarpılara inat isyan bildirileri yazar.
Beyaz bayraklı heyetin içinde vurulan kameraman, kendi kanayışını,
toprağının yarasını çekip dünyaya yayar.
Nereye gitseniz, kiminle konuşsanız size bizi sorar.
“Diktatör demek yasak” dersiniz, zulmünüze direnenler inadına
adınızı “diktatör” koyar.
Sizi maaşlı polisiniz korur, bizim toplama kampının kapısında
gönüllü yoldaşlarımız nöbet tutar.
Güçlüler her zaman haklı değildir; ama haklılar daima güçlüdür. En
ağır bedeli de ödetseniz doğru bildiğimizi yazar, söyleriz.
Bizi yenemezsiniz.