Can Dündar cezaevi günlerini anlattı: İçeri girince 'Ulan buradan çıkabilecek miyiz' dedim
Anayasa Mahkemesi'nin (AYM) "hak ihlali" kararıyla özgürlüklerine kavuşan Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül, Silivri Cezaevi'ndeki 92 günlük tutukluluk günlerini anlattı.
Cumhuriyet'ten Aydın Engin'in sorularını yanıtlayan Dündar ve
Gül, "hapishane koşullarının çok kötü olmadığını, ancak sorunun
"insanlık dışı tecrit ve tecritten korkunç yalnızlaştırma
işkencesi" olduğunu belirtiyor. Dündar, hapise girdiği ilk gece
yaşadığı duyuyu şöyle anlatıyor:
"Ben şunu düşündüğümü hatırlıyorum, kapı kapanınca “Ne kadar
sürecek acaba” duygusu ve Deniz Gezmiş belgeselini yaparken onun
bir şeyi vardı, Halit Çelenk gidiyor görüşmeye, teselli etmeye
çalışıyor, “Merak etmeyin halledeceğiz” falan filan. Deniz bakıyor,
gülüyor ve “Faşizmin eline bir kere düşmeyeceksin abi” diyor. Ben
de “Ulan, dedim, faşizmin eline düştük bir kere, buradan acaba
çıkabilecek miyiz. Böyle düşünceler geçti aklımdan."
Dündar ve Gül'ün Silivri'deki 92 günlük tutukluluk
günlerini anlattığı beş günlük söyleşinin ikinci bölümü
şöyle:
-Aydın Engin: Tutuklanmaya kadar geçen süreyi
konuştuk. Sonra tutuklandınız ve hapse girdiniz. Bildiğim kadarıyla
ikinizin de hapishane deneyiminiz yoktu. Hani derler ya, ilk defa
milli oldunuz. Hapishaneyi nasıl tasavvur etmiştiniz kafanızda?
Erdem Gül - Ben söyleyeyim. İyi bir Yeşilçam film
izleyicisiyim ben. Koğuş tarzını biliyorum tabii. Ama onu biraz
sonra konuşuruz. Esas, babamın bir hapisliği var, dolayısıyla ben
12 Eylül hapishanelerini biraz biliyorum.
-Ama hapishaneler F Tipi değildi o zamanlar. F Tipi
sonradan icat edildi.
Erdem Gül - Tabii değildi, 12 Eylül hapishaneleri
bile değildi. Koğuş sistemiydi onlar. Dolayısıyla F Tiplerinin
haberlerini yazıp duyarlı olduk ama gözümüzün önündeki resim,
yattığımız hapishane değildi. O hali resmedememiştik girerken. Ben
hiç görmedim yani hiç gitmedim de, ben bir odaya kapatılacağız bir
süre sonra, üzerimize kapıyı kilitleyecekler ve 2 metrekarelik bir
yerde hayatımız bu olacak gibi bir fotoğraf gözümün önüne asla
yoktu daha.
"Dünyanın en tatlı yeri"
Can Dündar - Bize F Tiplerini gezdirmişlerdi.
Sincan’ı gezdirmişlerdi, orada ben nasıl bir facianın yaklaşmakta
olduğunu bizzat görüp Adalet Bakanı’na söylemiştim. Çok güzel
anlatıyor işte “Dört yıldızlı otel kalitesinde filan dünyanın en
tatlı yerleri filan” diyor. Tecrit diye bir şeyi ağızlarına
almamaya çalışmışlardı. Bütün onların içinde bir insan yaşayacak
yani istediğiniz kadar saray gibi anlatın. Dolayısıyla ben neyle
karşılaşacağımı biliyordum. F Tipi üzerine yapılan tüm o
kampanyalar sırasında biraz içeride nasıl bir şey olduğunu
biliyordum, çok hazırlıklıydım yani.
-Peki, yan yana iki ayrı hücreye konduğunuza göre ve
bilmediğiniz koşullarda, oranın treatmanı çok farklı. Hiçbir şey
belli değil. Hapishane yönetimine çok fazla inisiyatif veren bir
yer Silivri’deki. İçeri girdiniz, nizamiyede minibüsten indiğiniz
andan kapı ardınıza kapanana kadar bize aktarmaya değer neler
yaşadınız?
Erdem Gül - Şöyle, saat gece 11 buçuğa bulmuştu,
gün bitiyordu nerdeyse. O saatte tabii oradaki görevlilerin
yorgunluğunun da arttığı saatler. Ama bizim geleceğimiz belli,
hazırlanmışlar. Bir giriş formu doldurulması lazım. Bir kere
bilgisayarda bir saat kadar falan o formu bulmaya çalıştılar. Hatta
ben bir ara Can’ın çok yorgun olduğunu gözledim. Halimiz
yorgunluktan bir an önce hücremize koyun noktasındaydı. Çünkü çok
fazla soru sordular, hatta senin yazında da var. Saç rengi
meselesi.
Can Dündar - Ya evet, Erdem’e saç rengini
sordular. Ben de “Erdem, dedim, sen saç rengini doğru
söylemiyorsun.”
-Niye? Haaa anladım, bu Erdem benim gibi kel ya, onu
söylüyorsun.
Erdem Gül - Önce Can’ı götürdüler. Çünkü Can’ın formu önce
bitti. Beni de son aramayı yapıp götürdüler. Uçaklarda olduğu gibi
kemeri de ayakkabıyı çıkarıp son aramayı yapıp koğuşa götürdüler.
Beni götürene, “Can nerede” diye sordum. “Yan tarafında senin”
dedi. “Konuşabilecek miyim” dedim, “Konuşursun, konuşursun” diye
geçiştirdi. Bir süre acaba konuşur muyum diye bakındım ama imkânsız
tabii..
“İlk gece ‘villayı’ gezdim”
Can Dündar - 40 gün konuşamadık sonra.
-Peki, kapı ardınızdan kapandı, ilk gece ne yaptınız
Can?
Can Dündar - Valla ben çok yorgundum; hakikaten
çok yorgundum, şöyle bir gezdim bizim ‘villayı’ alt kat, üst kat
sonra da vurdum kafayı yattım.
-Bildiğim kadarıyla geceleri havalandırma kapısı
kapanıyor?
Erdem Gül - Gün ışığının bittiği saatte kapanıyor. Biz
gittiğimiz sıralarda, 26 Kasım’da 17’diydi kapanış saati.
Can Dündar - Ben şunu düşündüğümü hatırlıyorum,
kapı kapanınca “Ne kadar sürecek acaba” duygusu ve Deniz Gezmiş
belgeselini yaparken onun bir şeyi vardı, Halit Çelenk gidiyor
görüşmeye, teselli etmeye çalışıyor, “Merak etmeyin halledeceğiz”
falan filan. Deniz bakıyor, gülüyor ve “Faşizmin eline bir kere
düşmeyeceksin abi” diyor. Ben de “Ulan, dedim, faşizmin eline
düştük bir kere, buradan acaba çıkabilecek miyiz. Böyle düşünceler
geçti aklımdan. Tuvalete baktım girilecek gibi değil, pislik
anlamında değil ama yani şey sonuçta senin alıştığın bir hayat
tarzı var. Bir duşun yanında bir alaturka tuvalet. Yanlışlıkta duş
alırken bir adım atsan oraya düşebilirsin. Zaten 9 numaralı
hapishane inşaat halinde kısmen. Kullanılmamış galiba daha. Yeni
bir yer yani. Bir seneden az. Neyse bizim villayı gezip sonra da
yattım. Zaten eşyamız da yoktu. Üst baş desen, ben damat gibi
giyinmiştim.
"Yeşil soda şişesinde sıcak çay"
-İlk günler kendinizi acemi hissettiniz mi? Daha sonra
ustalaşınca güldüğünüz, kendinizle dalga geçtiğiniz neler
oldu?
Erdem Gül - Aslında Mamak’ta yatan Nuri Özdemir
var benim tanıdığım. Ana Devrimci Yol davasından yattı. Ben Nuri
abiyle hapise düşmeden önce çok fazla muhabbet ettim. O sık sık
sözü cezaevi anılarına getirir. Onun en keyifli anıları yeni düşen
çaylakları işletmek üstünedir. Onları çok anlatırdı.
Can Dündar - O çaylaklığı atlamamızda Silivri
içerisinde iletişimin müthiş bir yararı oldu. Bütün katı kurallara,
yüksek duvarlara rağmen insanoğlunun iletişimini engelleyemiyorlar.
Sabah kalktım bir saat sonra ilk pusulam geldi yukarıdan. Silivri
bizden önce iç haberleşme yöntemlerini keşfetmiş. Yani burada bunu
söylemekte bir sakınca görmüyorum. Bir şekilde halletmişler. 10
metre yüksekliğinde bir duvar var avlunuzun çevresinde. O 10 metre
duvarın üzerine kol gücü yeten, direkt pusula yollayabiliyor. Bu
bazen sıcak bir çay oluyor, bana o sabah çay geldi.
Erdem Gül - Bana da geldi.
-Bir dakika, bir dakika pusulayı anladım da çayı
anlamadım.
Can Dündar - Yeşil soda şişesine sıcak çay ve kesme şekeri
koyup içine bir de pusulayı salladıktan sonra bahçende bir anda çay
buluyorsun. Yan koğuştaki Nokta Dergisi’nden arkadaşlar bizden
kıdemlilerdi.
-Nokta'dan olduklarını nereden anladınız?
Can Dündar - Pusulada yazıyordu
Erdem Gül - Cevheri ve Murat.
Can Dündar - Benim yanımda Murat yatıyordu, onun
yanında Cevheri yatıyormuş. Dolayısıyla Cevheri, Murat, Can ve
Erdem şeklinde sıralanmış dört gazeteciydik.
-Erdem, sen en kenardasın. Çay sana nasıl
geliyor?
Erdem Gül - Can’a geliyor, o bana atıyor. İki tane
geliyor ona, birini atıyor. Elma gönderiyorlar birini yiyip
diğerini bana atıyor. “Bu da Cevheri’den” diyor, hooop bir çikolata
geliyor.
-Yani sen Can’a bağımlıydın?
Can Dündar - Göndermesem kendim yiyebilirdim yani.
- Belki de yapmışsındır?
Erdem Gül - Bence de. Benim az yediğim bir şeyler
olmuştur abi.
Can Dündar - Bir kitap geldi, Komünist
Manifesto’yu hediye diye yolladılar. İlk bir hafta içinde ben de
acemiyim pusula yollama konusunda. Erdem’e mektup yazdım, “Bu sana
geldi” diye bantlayıp yolladım. Ama yollayamadım, damda kaldı!
Şimdi Silivri’nin damında Erdem’e yazılmış bir Komünist Manifesto
var. Onu birileri oradan alıp okurlarsa herkesin işine yarayacağını
düşünüyorum.
Erdem Gül - Bizim koğuşun tellerinde de bir tane
topumuz duruyor.
Can Dündar - Erdem’i uyardım, “Abanma abi, teknik
oyna” dedim dinlemedi, abandı.
"Sarılabilirsin, ama aşırıya gitme"
-İlk ziyaretçiniz kimdi?
Can Dündar - Metin Feyzioğlu, Barolar Birliği
Genel Başkanı. İçeri girdik, ertesi gün, “Avukatın var”
dediler.
-Cumhuriyet avukatlarından biri olduğunu
sanmıştım.
Can Dündar - Hayır, ilk Metin Feyzioğlu geldi,
“Karına sarılır gibi sarılabilirsin ama aşırıya gitme” dedi.
Gülüştük...
-Önceden tanışıklığınız var mı?
Can Dündar - Vardı, muhabbetimiz vardı. İlk o
geldi arkasından bizim avukatlar geldi. İlk gün aile ile görüşme
şansı da bulduk. Açık görüşe izin verdiler. Dilek de geldi, oğlum
Ege de geldi.
-Ege durumdan olumsuz etkilenmiş miydi?
Can Dündar - Beni görene kadar etkilenmiş, beni
görünce rahatlamış. Sonradan anlattı, “Seni görene kadar çok
endişeliydim” dedi. Sonuçta korkunç kapılardan geçiyor falan.
Kapılar, yine kapılar, yeni kapılar... Ama biz aslında çok
eğlendik. Şu halimize bakma. Şimdi ağlamaklı yüzlerle karşında
oturuyoruz ama gerçekten birilerine kapak olsun; hakikaten çok
eğlendik.
Erdem Gül - Benim de ilk ziyaretçim Feyzioğlu’ydu.
Zaten bizim bütün ziyaretçilerimiz ortaktı. İkimize birden
geliyordu. Ama biz ayrı tecritlerde kaldığımız sürede birbirimizi
görmüyorduk, önce Can’ı, sonra beni görüyorlardı ya da tersi. O
yüzden tüm ziyaretçilerimiz ortak.Sadece eşlerimizle ayrı görüş
yaptık. Arkasından da CHP milletvekillerigeldi. Şafak Pavey,
sayalım onları, Utku Çakırözer...
Can Dündar - Gerçekten aslında koşullar facia
değil, ortaçağ zindanı değil orası. İki katlı, geniş, ısınıyor.
Sorun orada değil. Tecrit insanlık dışı ve tecritten korkunç
işkence.
-Bunu biraz açar mısın?
Can Dündar - İnsanın insandan kopartılması ve
yalnızlaştırılması. Biraz önce Deniz Gezmiş’in kardeşi ve abisi
buradaydı. Onlarla da konuştuk. Deniz’ler oturuyorlar birlikte
savunma hazırlıyorlar, mavra yapıyorlar, direniş oluyor, birine bir
fiske vurulsa hepsi üzerine atlıyor. Mahir’lerin anılarınıokuyoruz,
Mahir’ler orada bir yandan savunma hazırlayıp bir yandan tünel
kazıyorlar. İnsanın insana değmesi müthiş bir direnç
oluşturuyor. Çağımız cezaevlerinin en önemli özelliği bunu kırması.
Dayakla, işkenceyle, insanla mücadele edemeyeceklerini gördüler ve
yalnızlaştırmakla işkenceye başladılar.
"Üşümekten korkuyordum"
-Soğuk muydu?
Can Dündar - Soğuk değildi, bizi en çok öyle
korkutmuşlar. Erdem soğuktan pek etkilenmiyor ama ben üşümekten
korkardım. Ama ısınıyordu yani gayet iyi yanıyordu
kaloriferler.
Erdem Gül - Ben polislerle giderken sigara
meselesini konuştum. İçeride sigarasız kalmayayım, geceyarısı
olmuş. “İçilmemiş yani açılmamış paket alırsan onu sokabilirsin
içeri’ dedi polisler. Dolayısıyla içeri sigaramla girdim ama
çakmağım yok. Çünkü aramada almışlar. Sigara var, çakmak yok.
Sigara içmek istiyor canım, ama girmişim bizim dublekse; kapı
kapanmış. Bir buton var bir sorun olduğunda basıyoruz. İlk sigara
için bastım o butona. Dedim ki, “Kardeş çay verin”. Çay getirdiler
bana. Dedim ki “Çakmak istiyorum”. Bir de çakmak verdiler.
Dolayısıyla ben uyumadan önce bir çay ve birkaç sigara içtim, sonra
uyudum. Bir saat içinde uyumuşumdur.
-Sabah sayımında 8’de kalkılacağına ilişkin sizi önceden
uyardılar mı?
Erdem Gül - Sanırım biliyorduk sayım olacağını.
Her kapının arkasında o cezaevindeki uygulamaya ilişkin maddeler
var. Ben orayı okumuştum
Can Dündar - Hoparlör var koğuşun içinde.
İlkokuldan ya da liseden beri ilk defa yaşadığım yerin içinde
hoparlör sesi duyuluyor. Sayımdan 5 dakika önce anons ediyorlar.
Toplanın diye, “sabah sayımı yapılacaktır sayım için hazır olun”.
Kalkıp aşağıya indim ben de.