Medya
14 Kas 2011 08:42 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:59

CAN ÇEKİŞEN BİR MESLEK! HAPİSTE OLAN GAZETECİLİKTİR!

Milliyet yazarı Kadri Gürsel, son yıllarda Türkiye'de gazetecilik mesleğinin geldiği içler acısı durumunu kaleme aldı.

İşte Milliyet gazetesi yazarı Kadri Gürsel'in o yazısı...

Hapiste olan, gazeteciliktir


Tutukluluğu sekiz ayı geride bırakan Nedim Şener’i geçen ekimin sonunda Silivri Cezaevi’nde ziyaret ettik. “Biz”, yani Basın Enstitüsü Derneği’nden Başkan Ferai Tınç, Yönetim Kurulu üyeleri Haluk Şahin, Hürriyet’in Dış Haberler Şefi Emre Kızılkaya, Çanakkale Olay gazetesinin sahibesi Aynur Ganiler ve bendeniz...
Bizim derneğin yönetim kurulu aynı zamanda Uluslararası Basın Enstitüsü’nün (IPI) “Türkiye Ulusal Komitesi” olarak da görev yapar, IPI’ın Türkiye temsilciliğini yürütür.
Ve Nedim Şener IPI’ın toplam 60 “Dünya Basın Özgürlüğü Kahramanı”ndan biridir. Dolayısıyla Nedim bizim de kahramanımızdır.
Hapse atıldığı için kahraman olmadı Nedim. Bu unvan kendisine, tutuklanmasından altı ay kadar önce Eylül 2010’da Viyana’da IPI tarafından düzenlenen bir törende verilmişti. Nedim içeri girdiğinde “Basın Özgürlüğü Kahramanı”ydı ve öyle olarak çıkacak.
Ahmet Şık’la birlikte tutuklandığında, her ikisinin de gazetecilikten başka bir misyonlarının bulunmadığına bu köşeden kefil olmuştum. Sonra dâhil edildikleri OdaTV davasının iddianamesini okudum ve sevinerek gördüm ki tersinin iddia edilmesi zaten mümkün değilmiş.
Nedim’i ziyaret etmek bana iyi geldi. Artık içerideki Nedim hakkında üzüldüğümden daha fazla, dışarıdaki ailesi için üzülüyorum. Çünkü Silivri’deki Nedim iyimser, canlı, konuşkan ve güler yüzlüydü. Aklı ve ruhu yekpareydi. Epeyi kilo vermişti ama sağlıklıydı.
Ben anlarım; Nedim sıkı “mapusaneci” olmuş. Aslanlar gibi yatar ve çıkar.
Ama Nedim’le birlikte hapse atılan “soruşturmacı/araştırmacı gazetecilik”, onun çıktığı gün özgürlüğüne kavuşmuş olur mu, doğrusu pek iyimser değilim bu konuda. Sanırım “soruşturmacı gazetecilik” Nedim’den çok daha uzun bir süre yatacak içeride.
Farkında mısınız bilmem ama hapisteki Nedim Şener Türkiye’nin yetiştirdiği son soruşturmacı gazeteciydi. İddiamın arkasındayım; onun tutuklandığı günden bu yana Türk medyasında bir tanecik bile gerçek soruşturmacı gazetecilik ürünü haber okudunuz ya da izlediniz mi? Kim gönül rahatlığıyla “evet” cevabını verebilir bu soruya?
Hayır... Siyasi iktidar destekli o iki operasyon ve dava sürecinin medya ayaklarının her birine “atanmış/seçilmiş” ve Ragıp Duran’ın kulakları çınlasın, aslında “posta kutusu” hizmeti veren “resmi görevli” malum bir-iki gazetecinin işlerinden dem vurmasın kimse. Onlarınki, adreslerine ulaştırılan belgeleri soruşturmadan/araştırmadan yayımlama tarzıyla malul bir tür korporatist iktidar gazeteciliğiydi...
Derdimiz, siyasi iktidarı gözetleyen, özellikle de kamu parasının nasıl harcandığının izini süren soruşturmacı gazeteciliğin Türkiye’deki baskın otoriterleşme yüzünden artık yapılamıyor olması.
Tamam, medyanın bugünkü yapısal krizinin zehirli harcı 90’lı yıllarda atıldı. Ama o yıllarda örneğin bir rahmetli Turan Yavuz dönemin Başbakanı Çiller’in ABD’deki mal varlığını günlerce yazabilmişti. Yine rahmetli Yıldırım Çavlı iktidardaki SHP’nin İSKİ skandalını didik didik edebilmişti. Ucu iktidardakilere de dokunan bir Susurluk olayının üzerine çok sayıda gazeteci gidebilmişti...
Ya şimdi? Siyasi iktidara şöyle ucundan, birazcık dokunan bir haberi bile kovalamanın imkânı var mı?

Can çekişen bir meslek...
Haluk Şahin, Türk medyasının krizini irdelediği yeni kitabı “Can Çekişen Bir Meslek Üzerine Son Notlar”da bakın ne diyor:
“‘Halkın gerçekleri öğrenmesi’ gibi demokratik bir sorumluluk üstlenmiş olan gazetecilerin işlerini iyi yapabilmeleri için özgür olmaları vazgeçilmez bir zorunluluktur. (Gazetecilerin) özgürlükleri kısıtlayan siyasal ya da ekonomik güç odaklarının ‘yandaş’ı olmak gibi bir etik seçeneği yoktur.”
Haluk Şahin’in şu satırları da AKP hariciyesinin kulağına küpe olmalı:
“Gazetecilerini ikna edici olmayan bir biçimde hapsetmiş bir ülkenin kendisini demokrasi sicili üzerinden savunabilmesi fevkalade zordur. Böyle bir ülke demokratik ülkeler camiasına derdini anlatmakta zorlanır. Onlardan destek ve anlayış beklediği zaman bunları bulamamak tehlikesiyle karşı karşıya kalır. (...)
Hapishanelerde çürüyen gazeteciler, birilerinin ne kadar güçlü olduğunu göstererek iç siyaset açısından bir yarar sağlasa bile, dış siyaset ve milli güvenlik açısından zaafa dönüşüyor.”
Haluk Hoca’nın kitabı Türk medyasının, hem yapısal çarpıklıkları hem de bir hayli daraltılan basın özgürlüğü nedeniyle gitgide trajikleşen durumunu hakkında, okura düşündürücü kesitler sunuyor.