Büyük Usta Yaşar Kemal'in Cumhuriyet'te çıkan ilk yazısı!
Dünya onu romanları ile tanıyor ama o aslında çok başarılı bir gazeteci/röportajcıydı.
İşte Yaşar Kemal'in Cumhuriyet gazetesindeki imzalı ilk yazısı:
Diyarbakırdaki göçmen köylerini gezerken neler
gördüm?
1939 yılında Bulgaristandan gelen göçmenlerin bir kısmı da
Diyarbakır ovasına yerleştirilmiştir. Ben, Diyarbakır köylüklerini
gezerken, en çok bu göçmen köyleri üzerinde durdum. İşte bu yazım,
onların hazin maceralarını anlatır.
Hikâye:
Yer, Diyarbakır'ın 21 kilometre doğusunda Ambar çayının kenarındaki
köprübaşıdır. Buraya üzeri kiremitli, iki göz, bir de ahır ile 94
ev yapılıyor. Kuruluş, plan üzerine ve gayet güzel. Bir tepenin
yamacı. Bu 94 eve 500'den fazla göçmen koyuyorlar. Köyün adı da
Köprübaşı oluyor.
Hükümet göçmenlere, birer çift öküz, birer pulluk, tohumluk
-tohumluğu beş yıl üst üste veriyor- bir yıl süresince de büyüklere
20 kilo, küçüklere 10 kilo olmak üzere buğday veriyor. Bir defaya
mahsus da birer kilo zeytin dağıtıyor. Otuzar dönüm de toprak tevzi
ediyor. Buraya kadar olanına güzel diyelim. Kör topal idare edilir
diyelim. Ya sonra? İşte orası kötü. Orası yürekler acısı.
Yaz ayları... Diyarbakır ovasının o insanı yakıp kavuran sarı
sıcağı... Kuşlar bile dökülüp kalıyorlar sıcaktan. Sivrisinek bulut
misali. Su yok. Ambar çayının üstüne çeltik ekmişler. Çeltiğin
ayakları çaya dökülüyor. Su, bu sebebden, sarı, zehir gibi akıyor.
İçen bir daha doğrulamıyor. Gitti gider! Başka da su yok. Kuyuların
suyu var ya, o daha kötü. hem de kuruyor. Hastalanmadık kimse
kalmıyor göçmenlerden. Geldiklerinin birinci ayında 120 can
veriyorlar kara toprağa. Herkes hasta, köy ıpıssız. Ölüleri bile
kaldıran yok. Evlerde kokup kalıyorlar. Birinde iki gündür
gömülemiyen bir ölüyü, köye yolları düşen iki ilkokul müfettişi
defnediyor.
Şumnu'nun, Dellorman'ın havası, sonra da Diyarbakır'ın çölü.
Dayanılır mı? Bütün hata burada işte. Muhite intibak meselesi.
Etüdsüz, plansız bir yerleştirme.
Ölenler ölüyor. Kalan sağlar da Köprübaşı'nı bırakıp başka yerlere
göçüyorlar. İkinci bir göçmenlik. 94 evden ancak 8 ev kalıyor
köyde.
Gidenlerden bir kısmı bir, iki, üç yıl sonra, gittikleri yerlerde
de barınamayıp geri dönüyorlar köylerine. Geri dönüyorlar ama, ne
üstte üst, ne başta baş, ne öküz kalmış, ne pulluk. Hükümet bunlara
ikinci defa olarak pulluk, öküz ve tohum veriyor. Bu da üçüncü
göçmenlik.
Geliyorlar, yerleşiyorlar ama, beş yıl zürriyet türemiyor
bunlardan. Beş yıldan sonra yavaş yavaş doğum başlıyor.
Diyarbakır ovasına yerleştirilmiş bulunan göçmenlerin hepsinin
başına gelenler, tıpıtıpına yukarıda anlatılanın aynıdır.
Bu göçmen köylerden bir Şemami köyü var. Onun macerası ayrı. Bu
köye gelen göçmenler, burada bir ay, iki ay, bir yıl, iki yıl
kalmışlar; sonra köyü terk etmişler; bir daha da dönmemişlerdir.
Şimdi köy bomboş. Bir bekçisi var.
Bismil'e bağlı Molla Feyad köyü de buna benzer. Yalnız; ona, hiç
gelip oturmamışlar. On iki yıldır, içine kimse oturmadan, evler
bomboş öylece duruyorlar. Tabii her biri birer harabe. Şimdiki
durum:
Şimdi Köprübaşı köyünde 60 hane var. 34 ev bomboş duruyor, çoğu da
yıkılmış. Bu 60 hanede 205 nüfus yaşıyor.
Her göçmen evinin elinde 9 dönümle 35 dönüm arası tarla var. 35
dekar!.. Bu 35 dekarın yarısı nadasa kalıyor. Tarla, nadasa
kalmazsa hemen hiç mahsul alınmaz. Demek oluyor ki her göçmenin
elinde bir yıl ekebileceği 17.5 dönüm tarla vardır. Toprak burada
bire beşten, altıdan fazla vermediğine göre de 17.5 dönümü ek biç
de ev geçindir. Ya bunlar ne yapıyor? Civar beylerden sekizde bire
altıda bire toprak kiralıyorlar. Ne yapsınlar? Bu toprakların ancak
iki yüz dönümü bir aileyi geçindirir. Tabii göçmenler iki yüz dönüm
kiralayamazlar ya, topu topu 50 dönüm...
Bu yıllarda iş daha da kötüleşmiş durumda. Beyler artık makine
aldıkları için kiraya toprak vermiyorlar. Daha kötüsü var; bazı
beyler göçmenlere kirayla toprak verilmemesi için nüfuzlarını
kullanıyorlar. Maksadları da şu; göçmenler tabii 30'ar dönüm
toprakla geçinemezler. Kiraya da toprak bulamayınca ne yapsınlar?
Yeniden göçmekten başka çare kalmayacak. Göçmenler için istimlak
edilen topraklar zaten beylerindir. Toprak kendilerine
kalacak.Tavuklu köyünden yaşlı bir göçmenle yol arkadaşlığı yaptık.
Adam, köyüne üç saat ötedeki kirayla aldıkları tarlada çift süren
oğluna azık götürmekten geliyormuş.
- Abe iki gözceğizim diyor, üç değil, dört saat uzaklıkta bulsak
tarla gideriz gene. Geçmeyecek elimize bundan sonama bu da! Demiş
biyler verilmesin macirlere toprak.
Bu yıl bir, gelecek yıl iki, böyle giderse dikiş tutturamıyacaklar
buradaki göçmenler. Kaçacaklar.
Köydeki geçim seviyesi sıfırdan daha aşağı. Ben, bunu rakamlarla
tespit ettim. Yerim dar olmasaydı teker teker sererdim gözünüzün
önüne. Görüp şaşardınız. İnsanoğlu ne kadar ağır şartlar altında
yaşayabiliyormuş. Gene köyün geçim durumunu kaba tarafından
gösterivereyim.
Köye hiç et girmiyor. Eti ancak hayvan ölümünden ölümüne
yiyorlar.
Ekmekleri mısır darısı, arpa, buğday, akdarı, nohut karıştırılarak
yapılıyor.
Köyde 20 tane inek var. Koyun keçi hiç yok. Yağ yiyen de pek az.
Kazları besleyip yağlandırıyorlar. Ondan çıkan yağı yiyorlar.
Tavuklu köyü ile Karabaş köylüleri bundan sonra hayvan da
besleyemiyecekler. Çünkü bey benimdir diyerek bu köylerin
meralarını zaptetmiş ve sürmüştür. Gözlerimle gördüm, köyün dibinde
sürülmüş ışıl ışıl toprak uzanıyordu. Göçmen hayvanlarının
ölümü!
Akşamları yemek pişirme âdetini çoktandır unutmuşlar. Sebze yüzü
gördükleri yokmuş. Sebzeleri yaban otları imiş.
Köyün su kuyusunu gördüm, kadınlar yığılmışlar kuyunun başına.
Sırasıyla su çekiyorlar. Su da mübarek azalmasın mı arada? Bekle
anam bekle! Yazın zaten bu kuyu kuruyormuş. Allah yardımcıları
olsun.
Hükümetin verdiği pulluklar var ya, onları çalıştırmıyorlar. Kara
saban edinmişler. Harmanı da öküz ayaklarıyla sürüyorlarmış.
Tavuklu köyü mezarlığında 15 kadar yepyeni mezar saydım.
Köprübaşında da o kadar var. Dediklerine bakılırsa, hepsi veremden
gitmiş.
Bu göçmen köylerinde yeni dikilmiş göz için arasan ağaç yok. Köyler
çırılçıplak.
- Yahu dedim, şu köylere ağaç dikseydiniz elinizde mi kalırdı?
Şimdiye kadar kocaman olurlardı.
Bir yaşlı:
Abe görürsün halimizi dedi, dururuz iğne üstünde. Sülersiniz hep
büle. Etmişsiniz âdet.
İğne üstünde duruyorlar, doğru. Ama dikseler iyi ederlerdi.
Herhalde hükümet bunların derdlerine bir çare bulmalı.