21 Tem 2010 15:23
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:29
''BÜYÜK KALEM'' YILMAZ ÖZDİL, ''GÖRÜNMEZ KALEM'' FARUK BİLDİRİCİ! PEKİ HANGİSİ BAŞARILI?
T24 Genel Yayın Yönetmeni Doğan Akın, Hürriyet'in "büyük kalem"i olarak lanse edilen Yılmaz Özdil ile "görünmez kalem"i olarak nitelediği Faruk Bildirici'yi karşılaştırdı...
HÜRRİYET’İN ’BÜYÜK KALEM’İ İLE ’GÖRÜNMEZ KALEM’İ
Faruk Bildirici, uzun yıllar muhabirlik yapmış 30 yıllık bir gazeteci. 12 Eylül darbesinin karanlık günlerinde başlayan iddialı muhabirlik yıllarını Cumhuriyet ve Hürriyet’te yöneticilik dönemi izledi. Birkaç aydır Hürriyet gibi kurumsal ve kişisel egoların kaf dağında dolaştığı bir gazetede Okur Temsilciliği görevini üstlenmiş bulunuyor.
Faruk’un hikâyesinde 30 yılın parantezi “kıdemli gazeteci” sıfatıyla açılıp hiçbir ilave almadan kapanmaz. Herkesi ve her durumu hesaba katan bir özen, dur durak bilmeyen bir mesleki kazı, Türk basınının en güvenilir isimlerinden biri olmayı sonuna kadar hak eden bir titizlik, her koşul altında namuslu olmayı gözeten bir gazetecilikten söz ediyoruz.
Daima tartışılan Hürriyet bilançosunun aksi yöndeki “görünmez kalem”lerinden biridir Faruk. Misal, “Leydinin topuk sesleri” Hürriyet koridorlarında yankılanıp da gazetenin sütunlarına “sarışın güzel kadın” diye vurduğunda, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanlık koltuğundaki en “karaşın” hikâyeyi o yazmıştır. Karanlık bir servet, vergi oyunları, banka batırmalar ve yalan rüzgârlarıyla esen Çiller vakası Türkiye’de bir nebze olsun anlaşıldıysa, bunu önce Faruk Bildirici’ye borçluyuz.
Uyuklayan yazarlara gazetecilik dersi
Faruk’un Çiller hakkında muazzam bir kazı yaparak kaleme aldığı “Maskeli Leydi”, çarpıcı içeriğiyle elden ele dolaşan bir referans kitap olmakla kalmaz. Köşelerinde yıllardır pinekleyen, söyleyecek hiçbir sözü kalmamış, bir görüşe karşıtlık ya da yandaşlığı papağan gibi her gün ama her gün tekrarlamaktan utanmayan sözüm ona yazarlara karşı bir gazetecilik dersi de sayılır.
Sadece “Maskeli Leydi” değil elbette. Muhabirlik ve yöneticilik koşuşturması içine şu külliyatı da sığdırabildi Faruk:
“Gizli Kulaklar Ülkesi”, “Üniforma Slogan Biber”, “Kuzum Bülent”, “Sluetini Sevdiğimin Türkiyesi”, “Anıtkabir Racon Zambak”, “Yemin Gecesi-Leyla Zana’nın Yaşam Öyküsü”, “Hanedan’ın Son Prensi (Mesut Yılmaz)”, “Sarkis Bu Toprakları Sevmişti...”
Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Enis Berberoğlu, Okur Temsilciliği için, 1980’li yıllarda Cumhuriyet’in Ankara Bürosu’nda yan yana çalıştığı Faruk Bildirici’yi tercih ettiğinde, bu görevi üstlenenlerin genellikle hedef olduğu “hayatında kaç haber yazmış” direncine karşı en baştan bir önlem de almış oldu.
İlk önemli eleştiri Yılmaz Özdil’e
Faruk Bildirici’nin “Okur Temsilciliği” görevindeki ilk önemli eleştirisine, gazetenin “büyük yazar” anonsuyla tanıttığı Yılmaz Özdil hedef oldu. Özdil, 14 Nisan’da “Yumruk” başlığıyla yayımlanan yazısında, Ahmet Türk’ün Samsun’da uğradığı saldırının neden kaçınılmaz olduğunu anlatmıştı! Özdil’e göre “Ahmet Türk’ün burnuna kendisini adaletin tokmağı yerine koyarak inen yumruk, bu ülkede pek çok kişinin duygularına tercüman olmuştu.”
Faruk Bildirici, Özdil’in bu ifadelerinin “şiddeti onaylar bir hava doğurduğunu” yazdı.
Bu arada Özdil hakkında, “suçu ve suçluyu övmek, halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik” gibi iddialarla Adana ve Diyarbakır’da yapılan suç duyuruları “kovuşturmaya yer olmadığı” kararlarıyla sonuçlandı.
Özdil dün “Yumruk (2)” başlığıyla yayımlanan yazısında bu sürece değindi ve ilk “Yumruk” yazısında tartışma yaratan ifadelerini şöyle hatırlattı:
“... Ahmet Türk’e saldıran kişinin ’eşkıya’ olduğunu belirterek, ’açılım saçmalığı teröristi meşru hale getirdiği için, öbür tarafta da kahraman olmak isteyen eşkıyalar, kendini adaletin tokmağı yerine koymaya başladı. Hukuku guguk haline getirirsen, ona göre başka buna göre başka işletirsen, olacağı budur’ demiştim...”
Özdil’in ayıkladığı cümle
Sahiden böyle mi demişti Özdil? 14 Nisan’daki yazısından o bölümü okuyalım:
“Açın gazetelerin internet sayfalarını, bu haberin altına yapılan yorumları okuyun...Yumruğunu ’adaletin tokmağı’ yerine koyup, Ahmet Türk’ün burnuna inen kişi, bu ülkede pek çok kişinin duygularına tercüman oldu... Çünkü, teröristi meşru hale getiren ’açılım’ saçmalığı, sadece bir tarafta değil, öbür tarafta da ’eşkıyayı kahraman’ yapmaya başladı..."
Özdil, yaptığı hatırlatmada, Bildirici’nin de tırnak içinde vererek eleştirdiği o cümleyi ihmal etmiş, belki de o ifadesi, bir daha yazmak için kendisine bile fazla gelmişti:
“... Ahmet Türk’ün burnuna inen kişi, bu ülkede pek çok kişinin duygularına tercüman oldu...”
’Faruk Bildirici bu ayıpla yaşasın’
“Yumruk (2)” yazısında Özdil, bu ayıklanmış hatırlatmadan sonra “tükürmeye bile değmeyen lavukları bir kenara bırakarak” sözü, adını anmaya gerek görmediği “okur temsilcisi arkadaş”a getirmişti:
“Savcılar henüz kararını vermeden, yani herkesin adaletin vereceği kararı beklemesi gereken günlerde... Gazetem Hürriyet’in okur temsilcisi olan arkadaş, oturdu, ’benim yazımın basın ahlakına uymadığını’ yazdı... Onun görüşüdür itirazım olmaz, saygı duyarım. Ama... Gazetecilik ahlakından bahseden kişinin, gazeteciliğin temel kuralına, yani tarafların görüşüne başvurması gerekirdi. Beni hiç aramadı. Benimle konuşmadan yazdı. Ve yazdığının hukuken yanlış olduğu ortaya çıktı. Özür beklemiyorum. Bu ayıpla yaşasın.”
’Yumruk’ yazısı savcılık oluruyla mı yazıldı?
Yumruk yazısından sonra Özdil için onlarca eleştiri yazıldı. Ancak, Ahmet Türk’e atılan yumruğun adeta yerindeliğini saptayan yazısı için Özdil’e “neden saldırgan hakkında savcılığın kararını beklemedin” diyen olmadı. Burada uzatmaya değmez (tükürmeye değil elbette), açın kendi yazılarını, kaç savcı Özdil’in hızına yetişememiş, sabrınız yeterse sayın.
Basın ahlakını savcı mütalaasında aramaya gelince... Nasıl bir ölçüt bu? Savcılıklar soruşturmadığına göre, misal “bedava şirket gezilerinde köşe kapmaca oynayan Türk basını hakkında kovuşturmaya yer olmadığına” mı karar vereceğiz!
Yılmaz Özdil’in köşesinde formül basit aslında. Özdil’in sevmediği partiye oy verince “bidon kafa” olanlar, Özdil’in sevmediği insanları yumruklayınca “adaletin tokmaklığı”na terfi edebiliyor.
’Tenezzül’ eden bir belagat
Yılmaz Özdil bir “büyük kalem”, profesyonel bir kızıcı.
Faruk Bildirici görünmez kalem, hiç durmayan bir kazıcı.
Peki hangisi başarılı? Elbette Yılmaz Özdil. “Tenezzül”e de gönül indiren bir belagati alkışlayan “bidonlar”ın dünyasında her meseleye fermuarını indirerek dalanlar başarıyor işte.
Hülasa Yılmaz Özdil başarmayı beceriyor. Devam etsin.
Faruk Bildirici de, onca kitabının ve nihayetinde bir Kürdün hakkını büyük yazara karşı bile savunmanın ayıbıyla yaşasın!...
Doğan Akın/t24
Faruk Bildirici, uzun yıllar muhabirlik yapmış 30 yıllık bir gazeteci. 12 Eylül darbesinin karanlık günlerinde başlayan iddialı muhabirlik yıllarını Cumhuriyet ve Hürriyet’te yöneticilik dönemi izledi. Birkaç aydır Hürriyet gibi kurumsal ve kişisel egoların kaf dağında dolaştığı bir gazetede Okur Temsilciliği görevini üstlenmiş bulunuyor.
Faruk’un hikâyesinde 30 yılın parantezi “kıdemli gazeteci” sıfatıyla açılıp hiçbir ilave almadan kapanmaz. Herkesi ve her durumu hesaba katan bir özen, dur durak bilmeyen bir mesleki kazı, Türk basınının en güvenilir isimlerinden biri olmayı sonuna kadar hak eden bir titizlik, her koşul altında namuslu olmayı gözeten bir gazetecilikten söz ediyoruz.
Daima tartışılan Hürriyet bilançosunun aksi yöndeki “görünmez kalem”lerinden biridir Faruk. Misal, “Leydinin topuk sesleri” Hürriyet koridorlarında yankılanıp da gazetenin sütunlarına “sarışın güzel kadın” diye vurduğunda, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanlık koltuğundaki en “karaşın” hikâyeyi o yazmıştır. Karanlık bir servet, vergi oyunları, banka batırmalar ve yalan rüzgârlarıyla esen Çiller vakası Türkiye’de bir nebze olsun anlaşıldıysa, bunu önce Faruk Bildirici’ye borçluyuz.
Uyuklayan yazarlara gazetecilik dersi
Faruk’un Çiller hakkında muazzam bir kazı yaparak kaleme aldığı “Maskeli Leydi”, çarpıcı içeriğiyle elden ele dolaşan bir referans kitap olmakla kalmaz. Köşelerinde yıllardır pinekleyen, söyleyecek hiçbir sözü kalmamış, bir görüşe karşıtlık ya da yandaşlığı papağan gibi her gün ama her gün tekrarlamaktan utanmayan sözüm ona yazarlara karşı bir gazetecilik dersi de sayılır.
Sadece “Maskeli Leydi” değil elbette. Muhabirlik ve yöneticilik koşuşturması içine şu külliyatı da sığdırabildi Faruk:
“Gizli Kulaklar Ülkesi”, “Üniforma Slogan Biber”, “Kuzum Bülent”, “Sluetini Sevdiğimin Türkiyesi”, “Anıtkabir Racon Zambak”, “Yemin Gecesi-Leyla Zana’nın Yaşam Öyküsü”, “Hanedan’ın Son Prensi (Mesut Yılmaz)”, “Sarkis Bu Toprakları Sevmişti...”
Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Enis Berberoğlu, Okur Temsilciliği için, 1980’li yıllarda Cumhuriyet’in Ankara Bürosu’nda yan yana çalıştığı Faruk Bildirici’yi tercih ettiğinde, bu görevi üstlenenlerin genellikle hedef olduğu “hayatında kaç haber yazmış” direncine karşı en baştan bir önlem de almış oldu.
İlk önemli eleştiri Yılmaz Özdil’e
Faruk Bildirici’nin “Okur Temsilciliği” görevindeki ilk önemli eleştirisine, gazetenin “büyük yazar” anonsuyla tanıttığı Yılmaz Özdil hedef oldu. Özdil, 14 Nisan’da “Yumruk” başlığıyla yayımlanan yazısında, Ahmet Türk’ün Samsun’da uğradığı saldırının neden kaçınılmaz olduğunu anlatmıştı! Özdil’e göre “Ahmet Türk’ün burnuna kendisini adaletin tokmağı yerine koyarak inen yumruk, bu ülkede pek çok kişinin duygularına tercüman olmuştu.”
Faruk Bildirici, Özdil’in bu ifadelerinin “şiddeti onaylar bir hava doğurduğunu” yazdı.
Bu arada Özdil hakkında, “suçu ve suçluyu övmek, halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik” gibi iddialarla Adana ve Diyarbakır’da yapılan suç duyuruları “kovuşturmaya yer olmadığı” kararlarıyla sonuçlandı.
Özdil dün “Yumruk (2)” başlığıyla yayımlanan yazısında bu sürece değindi ve ilk “Yumruk” yazısında tartışma yaratan ifadelerini şöyle hatırlattı:
“... Ahmet Türk’e saldıran kişinin ’eşkıya’ olduğunu belirterek, ’açılım saçmalığı teröristi meşru hale getirdiği için, öbür tarafta da kahraman olmak isteyen eşkıyalar, kendini adaletin tokmağı yerine koymaya başladı. Hukuku guguk haline getirirsen, ona göre başka buna göre başka işletirsen, olacağı budur’ demiştim...”
Özdil’in ayıkladığı cümle
Sahiden böyle mi demişti Özdil? 14 Nisan’daki yazısından o bölümü okuyalım:
“Açın gazetelerin internet sayfalarını, bu haberin altına yapılan yorumları okuyun...Yumruğunu ’adaletin tokmağı’ yerine koyup, Ahmet Türk’ün burnuna inen kişi, bu ülkede pek çok kişinin duygularına tercüman oldu... Çünkü, teröristi meşru hale getiren ’açılım’ saçmalığı, sadece bir tarafta değil, öbür tarafta da ’eşkıyayı kahraman’ yapmaya başladı..."
Özdil, yaptığı hatırlatmada, Bildirici’nin de tırnak içinde vererek eleştirdiği o cümleyi ihmal etmiş, belki de o ifadesi, bir daha yazmak için kendisine bile fazla gelmişti:
“... Ahmet Türk’ün burnuna inen kişi, bu ülkede pek çok kişinin duygularına tercüman oldu...”
’Faruk Bildirici bu ayıpla yaşasın’
“Yumruk (2)” yazısında Özdil, bu ayıklanmış hatırlatmadan sonra “tükürmeye bile değmeyen lavukları bir kenara bırakarak” sözü, adını anmaya gerek görmediği “okur temsilcisi arkadaş”a getirmişti:
“Savcılar henüz kararını vermeden, yani herkesin adaletin vereceği kararı beklemesi gereken günlerde... Gazetem Hürriyet’in okur temsilcisi olan arkadaş, oturdu, ’benim yazımın basın ahlakına uymadığını’ yazdı... Onun görüşüdür itirazım olmaz, saygı duyarım. Ama... Gazetecilik ahlakından bahseden kişinin, gazeteciliğin temel kuralına, yani tarafların görüşüne başvurması gerekirdi. Beni hiç aramadı. Benimle konuşmadan yazdı. Ve yazdığının hukuken yanlış olduğu ortaya çıktı. Özür beklemiyorum. Bu ayıpla yaşasın.”
’Yumruk’ yazısı savcılık oluruyla mı yazıldı?
Yumruk yazısından sonra Özdil için onlarca eleştiri yazıldı. Ancak, Ahmet Türk’e atılan yumruğun adeta yerindeliğini saptayan yazısı için Özdil’e “neden saldırgan hakkında savcılığın kararını beklemedin” diyen olmadı. Burada uzatmaya değmez (tükürmeye değil elbette), açın kendi yazılarını, kaç savcı Özdil’in hızına yetişememiş, sabrınız yeterse sayın.
Basın ahlakını savcı mütalaasında aramaya gelince... Nasıl bir ölçüt bu? Savcılıklar soruşturmadığına göre, misal “bedava şirket gezilerinde köşe kapmaca oynayan Türk basını hakkında kovuşturmaya yer olmadığına” mı karar vereceğiz!
Yılmaz Özdil’in köşesinde formül basit aslında. Özdil’in sevmediği partiye oy verince “bidon kafa” olanlar, Özdil’in sevmediği insanları yumruklayınca “adaletin tokmaklığı”na terfi edebiliyor.
’Tenezzül’ eden bir belagat
Yılmaz Özdil bir “büyük kalem”, profesyonel bir kızıcı.
Faruk Bildirici görünmez kalem, hiç durmayan bir kazıcı.
Peki hangisi başarılı? Elbette Yılmaz Özdil. “Tenezzül”e de gönül indiren bir belagati alkışlayan “bidonlar”ın dünyasında her meseleye fermuarını indirerek dalanlar başarıyor işte.
Hülasa Yılmaz Özdil başarmayı beceriyor. Devam etsin.
Faruk Bildirici de, onca kitabının ve nihayetinde bir Kürdün hakkını büyük yazara karşı bile savunmanın ayıbıyla yaşasın!...
Doğan Akın/t24