Bunu da yaz tarih! Ekrem Dumanlı'nın yazısı olay yaratacak!
Zaman'ın tepesindeki isim Ekrem Dumanlı yine sert sözlerle yüklendi, dershane taslağını Kerbela faciasıyla bir tuttu.
Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, dershaneleri
kapatmaya hazırlanan hükümeti öteki dünyaya havale etti.
Yazar, Hz. Hüseyin'in şehit edildiği Kerbela faciasının yıl
dönümünde, dershane taslağının ortaya çıktığına işaret etti.
Hükümetin dershanelerle ilgili çalışmasına Zaman gazetesinin
eleştiri bombardımanı devam ediyor. İktidar kanadının kara kampanya
yürütmekle suçladığı Zaman'ın başındaki isim, "Bunu da yaz tarih"
başlıklı köşesinde ağır bir yazıyla okurların karşısına çıktı.
Dava adamlığının yerini heva (şehevi arzular) adamlığının aldığını
savunan Dumanlı, düzenlemeye destek çıkan köşe yazarlarını da fikir
fahişeliği yapmakla suçladı. İşte her satırı olay o yazı:
"Bu da geçer yâ Hû! Onca tipi, onca boran geride kaldığı gibi, bir
gün bu fırtına da tarihin sararmış yapraklarına emanet edilir.
Bugün yaşadığımız her şey, (gizli kapaklı olanlar da dahil)
ahirette birer birer karşımıza çıkar. Madem gerçek budur ve buna
yürekten iman etmişizdir, hiçbir vefasızlığa aldırmadan, hiçbir
gamsızlığa takılmadan yürüyüp gideriz yolumuza.
Bir de gelecek nesiller için kısa notlar düşer, şerhini öbür tarafa
havale ederiz. İşte o gerçeklerden birkaç tanesi...
KERBELA: Dershanelerin kapatılması
(dönüştürülmesi/kamulaştırılması) maksadıyla hazırlanan taslağı ilk
gördüğümüzde gözlerimize inanamadık. Tam bir hayal kırıklığıydı
yaşadığımız. Arkadaşlardan pek çoğu oruçluydu o gün. Takvim
Muharrem ayının 10’unu işaretliyordu; yani Hazreti Hüseyin
efendimizin şehit edildiği günü. Ürperdim, ürperdik. Dua ettik,
birinin çıkıp “aslı astarı yoktur” demesini bekledik. Heyhât!
Aklım, havsalam almıyordu böyle bir taslağın sessiz sedasız
hazırlanmasını. Az araştırınca herkes, “Valla benim haberim yok,
doğru da bulmuyorum; ama öyle isteniyor.” diyordu. O daha da
üzücüydü; zira vicdanların tasdik etmediği hiçbir karar kamuoyuna
da mal edilemezdi. Nitekim ma’şeri vicdan yasak dolu taslağı kabul
etmedi, etmeyecek...
ALKIŞÇILAR: Sonra devreye alkışçı bir zümre girdi, manşetler attı,
nutuklar irad eyledi. Daha düne kadar “dershane kapatılmayacak,
sadece levhalar inecek” demek suretiyle yeni bir liberal rüzgâr
devşiren “özgürlükçü insanlar”ın bir bölümü hep bir ağızdan
“Kapatın! Kapatın!” diye tezahürata başladı. “Sadece levhalar
inecek” vaadine gönül bağlayanlarda bir kandırılmışlık hissi
oluşmadı mı acaba? Çünkü o vaatler, mevzuun doğrudan muhatabı
sayılan bir bakan tarafından telaffuz edilmişti. Taslak bambaşka
bir şey diyordu oysa. Ortaya çıkan vahim çelişkiyi görmezden
gelerek yıkama yağlama servisinde memur olmak yakışır mı düşünce
onuruna? Üstat Necip Fazıl’ın “Fikrin ne fahişesi oldum ne
zamparası / Bir vicdanın, bilemem, kaçtır hava parası” mısraını
hatırlamadım dersem yalan olur. Elbet bir gün eli kalem tutanlar,
ağzı laf yapanlar, fikrin namusu ve düşüncenin onuru açısından bir
tartıya çıkacak. O gün mahcup olacaklar için bugünden üzülmemek
elde değil ki?
BASKI: Sınav olduğu müddetçe dershaneler de var olacak. Eğitimin
onca devasa problemi varken dershane kapatacağım demenin makul bir
açıklaması yok. Bu yüzden herkes dershanelerin kanun zoruyla
kapatılmasını abesle iştigal olarak görüyor ve mikrofon
uzatıldığında bu gerçeği haykırıyor. Gel gör ki yüreğinin sesini
kamuoyuyla paylaşan bu değerli insanların bir kısmı bazen telefonla
aranarak, bazen de mülki amirler gönderilerek, “Nasıl böyle demeç
verirsin?” diye azarlanıyor, aşağılanıyor. İş dünyasından kanaat
önderlerine, köşe yazarlarından sektör temsilcilerine kadar herkesi
susturmaya çalışmanın makul sebebi yok ki! Onca telkine rağmen
insanlar fikrini değiştirmezse baskı unsuru olabilecek başka
yollara başvuruluyor. Ve sanılıyor ki bütün bu yaşananlar bir gün
unutulur gider. Asla! Bir gün toz duman kalkar ortadan ve herkes
kendi başına gelenlerin hikâyesini gürül gürül nakleder. Tarihte
bunun yüzlerce örneği var. Gizli kapaklı yapılan bütün gayretler,
bir zaman sonra gün yüzüne çıkar ve bazılarının yüzü kızarır…
KOMPLO: “Cemaat”e karşı öteden beri önyargıyla bakan ve art niyet
besleyen; hatta bir dönem hükümetin olumlu tavrını bile içine
sindiremeyen bazı kişiler, konuyu bir eğitim tartışması olmaktan
çıkararak siyasi bir platforma çekebilmek için çırpınıp duruyor.
Güya strateji geliştiriyorlar, kendilerine düşünce kuruluşu adını
veriyorlar. Kuruluş var da “düşünce” yok; hele karşıt düşünce hiç
yok. Güya taktik vererek “paralel yapılanmalar”dan bahsediliyor,
eli kanlı bir terör örgütünün uzantısı ile benzerlik kurmaya
yelteniyorlar. Oysa; 1- Eğitimi tartışıyoruz, hedef şaşırtmaya
gerek yok. 2- “Paralel bir yapı” olsa olsa, bunu gündeme getiren,
bir merkezde hazırlık yaparak hükümetteki dostlarını oraya
yönlendiren kişileri zan altında bırakır. Onların çevirdiği
fırıldak bir gün başlarına döner ve hükümet içinde canla başla
gayret gösteren değerli insanları bile büyük bir üzüntüye sevk
eder…
EMPATİ: Bu ülkeye hizmet eden herkesi başımızın tacı yapmaya,
gönlümüzdeki baş sandalyeyi onlara vermeye gayret etmişiz. O
sözümüzde hâlen sadığız. Ne var ki yakın bazı dostlarımızın “empati
eksikliği” gözden kaçmıyor. Oysa devlet gücünü kullanarak hangi
menzile bir yıkım planı yapılsa, hangi altın oluk kurutulmaya
çalışılsa, hangi nur, karanlığa mahpus edilmek istense aynı
refleksle irkilip “Kanun zoruyla hukuk ayaklar altına alınamaz.”
demeye mükellefiz. AK Parti kanun zoruyla kapatılmak istendiğinde
bu camianın nasıl feveran ettiğini unutmak için vicdanlardan
yükselen gerçeği baskı altında tutmak gerekir.
Hele menşei itibarıyla daha yakın duranlar. Unutmayalım ki Üstad’ın
miras bıraktığı “tefani sırrı” onu sevenleri empati yapmaya mecbur
ediyor. Binbir emekle kurduğunuz bir müessesenin kapısına bir
buldozerle gelip dayansalar “Ne yapalım canım, kapatıp gidelim...”
mi dersiniz? Her bir tuğlasına gözyaşlarının ve alın terlerinin
ortak edildiği büyük bir müessese değil, herhangi bir eve
(dershaneye, medreseye vs.) yıkacağız diye baskı yapılsa ve siz
buna boyun eğseniz onlarca yıl mahpus yaşayan, defalarca zehirlenen
ancak hiçbir ceberut uygulamaya boyun eğmeksizin hukuk mücadelesi
yapan Üstad’ın kalbi kırılmaz mı? İnsaf lazım, vicdan lazım,
uhuvvet lazım. Bir gün bu fırtına da diner, şakirtliği iddiasında
bulunduğunuz Pîr-i Mugan’ın duruşuna ne kadar ters düştüğünüz
ortaya çıkar.
FİTNE: Münafığın alamet-i farikasıdır fitne. Üstelik o melun ve
meşum işi yapanlar sinsi bir zekâya da sahiptir. Bu nedenle elli
çeşit kılığa girer ehli nifak ve sürekli hedef şaşırtır. Bazen de
insanlar, kendi saflığına kurban giderek, nifaka alet olabilir.
Yalan söylemek, sözünden caymak, emanete hıyanet etmek; bu
sıfatları ruhunda barındıran, Allah korusun, zaman içinde hem kendi
dünyasını karartır, hem başkasının. Ahir zamanda fitnenin
anlaşılabilmesi için azami derecede dikkat gerekir. Zincirleme
vakaların tâ başına gidin ve kapalı kapılar arkasında kim planlar
yaptı, sonra o planları allayıp pullayarak art niyeti olmayan
insanlara kim takdim etti ve suçüstü yakalanınca daha önceki
raporlarının, beyanlarının rağmına kim kara propagandaya sığındı;
bunu bulun. İşte o zaman fitne de, fitne bezirganları da ortaya
çıkar ve çıkacaktır.
Bir ipucu daha: Nifak sahibi, ‘U’ dönüşü nedir bilmez; o hep ‘O’
dönüşü yapar, döndükçe döner, kendi ekseni etrafında dönerken
benliği tavaf eder. Mutasyon geçirdikçe dün lanetlediğini bugün
kutsar, kapalı kapılar arkasında veryansın ettiklerine meydanlarda
alkış tutar... Dün nerde duruyorsa bugün de aynı yerde duranlar ve
gözyaşları içinde O’na yönelip “Ey Rabb’imiz, hidayete erdikten
sonra kalplerimizi kaydırma!” diye feryat edenler fitne çıkarmaz,
fitnenin oyununa da gelmez...
FİNAL: Ne hazin bir manzaradır ki dertsizlik, gamsızlık, çilesizlik
bir virüs gibi insanların ruhlarını esir almış. Dava adamlığı
gitmiş heva adamlığı moda olmuş. Katlar, yatlar, rantlar altında
ezildikçe ezilenler olmuş. Bütün bu ürpertici tabloya rağmen
ümitsizliğe kapılmaya gerek yok. Kader, binlerce kez olduğu gibi,
“Hasla ham birbirinden ayrılacak...” hükmünü vermişse, tabii ki
ağır bir imtihandan geçecek herkes. Samimiyet testinden geçilirken
insanların nabzı tutulacak. Hakperestlik, kadirşinaslık, vefa
duygusu, uhuvvet şuuru, adanmışlık, atanmışlık...
Hucûmat-ı Sitte’de ne ifade ediliyorsa tamamından bin kez sınava
tabi tutulacak insanlar. Ve bir gün tarih kimin bir fırtınaya
kapılıp savrulduğunu anlattığı gibi, hak ve hakikat yolunda kimin
dimdik durduğunu da nakledecek. Daha önemlisi, öbür alemde herkes
niyetiyle, planıyla, icraatıyla dirilecek ve hesap verecek. Allah
hiç kimseyi utandırmasın..."
YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ