"BUNCA YIL SİYASET İZLEDİM,YETMEDİ Mİ?...BUNDAN SONRA FUTBOL YAZARI OLSAM...OLABİLİR MİYİM?...HELE BU YAŞTAN SONRA...KABUL GÖREBİLİR MİYİM?..
Yunanistan-Türkiye maçını izledikten sonra şimdi de Türkiye-Norveç maçını izlemek için Frankurt'a giden siyaset yazılarıyla tanıdığımız ünlü yazar,"Futbolu hep sevdim" diyerek içindeki 'ukde'yi yazdı.
Siyaset mi, futbol mu?
Bir zamanlar futbolcu olmak istemiştim. Bir kere bacağımı, iki kere kolumu kıracak kadar da top peşinde koşturmuştum.
Futbolu hep sevdim.
Bugün de seviyorum.
Siyaset yerine futbol izlemek bazen aklımdan geçmiyor değil. Bunca yıl siyaset izledim, yetmedi mi? Bundan sonra futbol yazarı olsam...
Olabilir miyim?
Hele bu yaştan sonra...
Kabul görebilir miyim?..
Tabii o kadar basit değil. İşin çok değişik boyutları var. Futbolu izleyen gazeteci milletiyle birlikte dolaştıkça, güçlüklerin de farkına varıyorum.
Kolay değil bu iş.
Ya da ağır iş...
İncelikleri var.
Özellikle futbolun habercileri için öyle. Sürekli koşturman lazım. Bıçak sırtında yaşamayı öğreneceksin. Teyakkuz durumunu hayatının bir parçası haline getirmek zorundasın.
Çünkü kontrpiyede kalıp her an gol yiyebilirsin. Beklenmedik anda öylesine bir çalım gelebilir ki, pat diye kendini yerde bulabilirsin.
Cezaya da kalabilirsin!
Bu konuda siyasal liderlerle futbolun liderleri arasında fazla bir fark olduğunu sanmıyorum. Siyasette liderler, hoşlanmadıkları yorum ve haberlerin sahiplerini cezaya koyarlar. Bir süre telefonlarına çıkan olmaz. Haber kaynakların kurutulur.
Futbolda da öyle.
Futbolun liderleri de gazeteci milletini benzer yöntemlerle yola getirmeye çalışıyorlar. Örneğin bir haberci, teknik direktör tarafından cezaya kondu mu, futbolcular da ondan uzaklaşabiliyor.
Ama futbol bu.
Güzel oyun.
İyi ki futbol var!
Hele bir de skor tabelası yüzüne gülüyorsa... Yeme de yanında yat! Cumartesi gecesi Atina'da öyleydi. Hepimiz bir anda gökyüzüne yükseldik, bulutların üzerinde uçmaya başladık.
Yunanlıların oyununa gelmedik. Oyuncularımız tribünlerden gelen kışkırtmanın tuzağına düşmediler. Yunanlı topçuların sertliğine de aldırmadılar. 86 dakika içinde sadece 6 faul yaptılar.
Takır takır oynadılar.
Provokasyona gelmediler. Futbolun sahadaki gereği neyse onu yaptılar, aslanlar gibi...
Yunanlı seyircilerin taşkınlıklarını izlerken, herkes gibi ben de düşündüm. Onların yaptıklarını bizim asla yapmamamız lazım.
Nedir bunlar?
Yunan milli marşını ıslıklamaktan, protesto etmekten kesinlikle kaçınmak... Bayraklarına, kutsal saydıkları simgelerine, ulusal duyarlıklarına kesinlikle saygı göstermek... Sahaya en ufak bir yabancı madde atmaktan kesinlikle uzak durmak... Bunları yaparken, Türkiye'de kendilerine elimizden gelen konukseverliği göstermek...
İşin gereği budur.
Aynı zamanda İsviçre maçlarından kaynaklanan kötü imajı silmek için de bir fırsattır.
Yunanistan'ı 4-1 yenerken, beni düşündüren, sevindiren bir başka nokta daha vardı. Fatih Hoca'nın önceki gün basın toplantısında dile getirdiği konu:
Türk futbolunun yeniden yükselişe geçmesi...
Yunanistan maçı gerçekten böyle bir dönüm noktası olabilir mi? Türkiye, 2000 ve 2002 yıllarındaki gibi zirveleri yakalayan bir tırmanışa geçebilir mi?
Bu ihtimal var ama...
Fatih Hoca'nın dediği gibi rap rap durumu yani...
Ama önce bu akşamki Norveç engelini kazasız belasız geçmek lazım. Yoksa bir çuval incir berbat da olabilir.
Seyircisiz son ceza maçımızda milli takımımıza bol şans. Atina'daki gibi bu gece Commerz-Arena'da da sahaya çıkıp inançla takır takır oynadıktan sonra skor tabelası yine yüzümüze gülecektir, bundan kuşku duymuyoruz.
Son söz:
İyi ki futbol var!
Hasan Cemal/Milliyet