01 Ara 2011 13:36 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:05

BUCKINGHAM SARAYI'NDA KATILDIĞI AMA GÖREMEDİĞİ TÖRENLERİ YAZDI!

Murat Belge, tören alanlarında bulundu ama ne karşılama ne de veda törenlerini görebildi.

Murat Belge, Kraliçe 2. Elizabeth'in davetlisi olarak Cumhurbaşkanı Gül'le birlikte Londra'ya giden heyette yer aldı, tören alanlarında bulundu ama ne karşılama ne de veda törenlerini görebildi.

İşte Belge'nin kaleminden resmi bir gezinin matrak hikayesi...

Londra’da bir tören hikâyesi
Şunu anladım; ‘devlet töreni’ denilince İngilizler başka, biz başka anlıyoruz. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve eşi, bakanlar, milletvekilleri ve aralarında benim de olduğum heyet, Kraliçe’nin resmi davetlisi olarak Londra’ya gittik. Ama tören alanında olmamıza rağmen, ne karşılama ne de veda törenlerini birçoğumuz göremedik. Neden mi? Ben de bilmiyorum. Ama hikâyelerimi okuyunca eminim anlayacaksınız.
***
Cumhurbaşkanı’nın Birleşik Krallık resmi gezisine katılan gruptan biri olarak yeni döndüm ve bu izlenimleri sıcağı sıcağına yazmaya giriştim. Bazı kişisel izlenimlerimi ve bazı -hafif tertip- mizahi olayları anlatacağım. Bunlar -çok zaman böyledir ya- olurken pek öyle mizahi görünmeyen, ama sonra gülerek hatırlanan türden şeyler.
Biz pazar öğleden sonra Londra’ya varmış, otellerimize yerleşmiştik. Salı sabahı Abdullah ve Hayrünnisa Gül, Prens Charles tarafından otellerinden alınacak, Süvari Birliği Tören Alanı’na kurulan tribüne getirilecek; Kraliçe ile Edinburgh Dükü onları bu tribünlerde bekliyor olacak. Buradaki törenden sonra, Kraliçe’nin arabaları Gül, Babacan ve Davutoğlu çiftlerini saraya götürecek. Biz de bu olayı, aynı yerdeki tribünlerden seyredeceğiz.
Park Lane’de, Hilton’da kalıyoruz. Arabalara bindik, iki adım ötedeki Buckingham Sarayı’na, Victoria Monument’a geldik. Burada polis yolu kesti, “Araba yok, yürüyerek gideceksiniz” dedi. İyi. The Mall dedikleri uzun yola girdik; St. James Parkı’nın ortasından (sol kaldırımdan) yürüyoruz; iki kaldırım boyunca polis dizilmiş. Yürü babam yürü! Meğer Horse Guards Parade’miş, gittiğimiz yer. Ama burası parkın ta öbür ucu, Trafalgar tarafı. Araba Monument yerine Pall Mall’dan Trafalgar’a getirip bıraksa, oradan beş dakikada gelinir buraya.
Yolun karşısı yasak!
Sorun yürümüş olmak değil. Tören alanı yolun diğer yakasında. Ama bir kaldırımdan ötekine geçiş yasak. Bizim Dışişleri’nden biri yırtınıyor. “Milletvekilleri tören yerine geçecek, yolu açın!” diye. Polis oralı değil. “Geçirmeyin” demişler, geçirmiyorlar!
Az sonra, herhalde Britanya Dışişleri’nden biri geldi. “Bu saatten sonra Tören Meydanı’ndan geçmeniz söz konusu değil” dedi. “Arkamdan -topluca- yürüyün, seyredebileceğiniz en yakın noktaya sizi götüreceğim.” Götürdü. Eh, epey mesafe var, ama gördük, hiç değilse bir kısmını: Gül’ün siyah ayı postu kalpaklarını takmış muhafız birliğini (kış olduğu için kırmızı ceketlerinin üstüne gri kaputlarını giymişler) teftiş etmesini.
Teftişten az sonra arabalara bindiler ve bizim önümüzden geçerek (böylece içimizden bazılarına, korteje el sallama fırsatı doğdu), önlerinde bir süvari birliği, arkada daha kalabalık hussar, dragoon birlikleri, tırıs yürüyüşle saray yolunu tuttular.
Anlayacağınız, çok başarılı bir başlangıç olamadı. Niye olamadı? Niye heyet kendine ayrılan tribüne vaktinde gidip yerleşemedi? “İngilizler bırakmadı da ondan” demek bana çok doğru gelmiyor. İngilizlerin bu süreçte, İstanbul’daki vize olayından başlayarak, esnemez bir yaklaşımı vardı. “Yoktu” diyemem. Ama böyle olaylarda, araba yolu, yaya yolu, yolun sağı, yolun solu, böyle kurallar olur. Kuralların ne olduğunu onlar mı anlatamadı, onların anlattığını bizimkiler mi anlamadı, insan kendisi orada olmadıkça bu sorulara cevap üretemez. Niçin oldu, bilemem, ama ne olduğu belli!
Sabah programı böyleydi. Öğleden sonra, saat üçte, Westminster Katedrali ziyareti var. Gül çifti buraya da gelecek. 40 dakika kadar burada gene bazı törenlerle (Meçhul Asker anıtına çelenk koymak gibi) birlikte gezip göreceğiz katedrali. Kaç kere gördüğüm yer, ama böyle durumlarda hep bilmediğin yeni ayrıntılar görür, öğrenirsin. Nitekim öyle oldu. Rahiplerden biri beni gözüne kestirdi, birlikte dolaştık ve birçok şey anlattı. Ama sorun ondan önce.


Bomba konmayacağına kefil oldu
Katedralin önünde arabadan indik. Polis kordonu. Barikatlar vb. Polis gene bırakmıyor. Bu sefer altı, yedi kişiyiz. Telefonlar açıldı. Bizim Dışişleri’nden bir yetkili bulundu, çağırıldı, geldi. Bir kadın, polis şefiyle tartışıyor. Kadın sert mi, sert! Bizim ipteki kazıktan kurtulma caniler olduğumuzdan hiç şüphesi olmadığı anlaşılıyor. Neyse, bizim yetkili, aramızdan dört kişinin bomba falan koymayacağına kefil oldu, söz verdi. Geçebildik.
Bunların hepsini anlatmaya yer yok. Ama birini daha anlatmam gerek.
‘Veda tören’ olacak, Gül çifti, saraydan, biraz sonra Londra’dan, en son da Birleşik Krallık’ tan ayrılacak. Buckingham Sarayı’nda veda töreni; bazılarımız buna da davetliyiz.
Nazan Ölçer ile sarayın yan kapısına bırakıldık. Hani böyle toplantılarda adamın boynuna tasma gibi astıkları, adının yazılı olduğu zımbırtılar vardır, hiç hazzetmem. Onunla gelinecekmiş! Bense işimiz bitti diye bavula atmıştım. Bavul da uçağa gitti bile. “Su ne oldu? İnek içti? İnek nerede?...”
İyi de basın kartı kimliğim var. Herhalde bir isim listesi de verilmiştir ellerine. Benim ben olduğumu kanıtlamam o kadar zor bir şey olmasa gerek. Ama hayır, hayat zor! Bunu bana öğretecekler. O küçük odada kaldık. Falanca gelecek, bizi alacak. Ama falanca bir türlü gelemiyor. Bizim geldiğimiz kapıdan, Doğan Ajansı’nı temsilen bir hanım geldi. Öbür kapıdan da başka bir hanım geldi, sonra gelen hanım önce gelen hanımı aldı. Onlar gittiler, biz kaldık. O hanımın bizimle ilgisi olmadığı anlaşılınca, yeniden telefonlar çalıştı. Bir genç adam da bizi almaya geldi. Epey bir ‘arka kapı’, ‘bodrum katı’ pejmürdeliği arasından geçip, birden yeniden halılar, perdeler, püsküller, saçaklar, tablolarla Saray girişine geldik. Ana girişin içi. Yani ‘veda töreni’ için en uygun yer. Bizden önce gelmiş milletvekilleri ve bazı diplomatlar, büyükelçi ile eşi, buradalar. Çok geçmedi, “Kalkın” dediler. Bekleme odasından merdivenlerin başına çıktık. Saray görevlileri, “Orada değil,” dediler. Nerede? “Dışarıda!” Tuhaf! “Dışarı” dediği, sarayın ortasındaki kocaman, ağaçsız avlu. Orada durup kapının dışından -anahtar deliğinden falan- mı bakacağız veda törenine? Hayır. Oradan dahi bakamayacağız. “Arabalara! Arabalara!” dediler. İleride, avlunun bir köşesinde birkaç otomobil ve minibüs bekliyor. Kimin hangisine gireceği de belirlenmiş. Bizi bunlara tıktılar.

Görmesem de bulundum
Az sonra, göremediğimiz Gül çifti, göremediğimiz kraliyet çiftine veda etmiş olmalı ki, kapıdan çıktı, Türk bayraklı siyah otomobile bindiler. Böylece, onlar önde biz arkada, yanımızda, önümüzde, arkamızda motosikletli polisler, konvoy yola koyuldu. Öylece, Portsmant’a kadar geldik.
Ama o minibüsün arka koltuğuna saat 10.30’da oturmak için ne demeye saat 9.30’da otelden huruç etmem gerektiğini anlamadım. Orada olduğum kadar, gazetede okusam, Buckingham’da bir veda töreni olduğunu, durum hakkındaki bilgim eşit düzeyde olacaktı.
Bu dizinin sonuna gelip, “Bu nasıl olmuş olabilir?” diye düşündüğümde, içimden kimseyi kabahatli bulmak, suçlamak gelmiyor. Bence işin açıklaması tarafların karşılıklı birbirlerini anlamamasından geçiyor. ‘Veda töreni’ diye bir şey olacağı anlaşılınca, bizimkiler “O halde falanca, filanca bu törende bulunsun” diyorlar, diye akıl yürütüyorum. Öbür taraf, “Öyle istiyorsanız, öyle olsun” diyor, herhalde. Ama onların kafasındaki ‘tören’le bizimkilerin anladığı ‘tören’ farklı şeyler olsa gerek. Adam beni minibüse tıksa da, törende bulunduğumu düşünüyor olmalı. Çok genel bir anlamda haklı olduğu bile söylenebilir: Bulundum işte… I was there!
İlle kabahat bulunacaksa, ben bunu İngilizlerde bulmaya yatkınım. Ev sahibi olarak neyin ne olduğunu bilen ve doğru anlatması gereken taraf o. Bir şey aksayacak olursa hemen müdahale edip düzeltmesi gereken de o.
Bu komiklikleri anlattığım için ziyaretin başarısız olduğunu düşünmeyin. Saydığım iletişim kopuklukları dışında işler doğru düzgün yürüdü. Birbirinden farklı alanlarda çalışan çok sayıda insan öbür taraftaki muadillerini bulup konuştu, görüştü. Ancak ve ancak böyle bir gidiş biçiminde görmesi mümkün olan şeyler gördüm-gördük.
Bakın, ‘frak’ hikâyesini anlatacak vakit bile bulamadım.