Bu ülkenin kahrına senin sayende katlanıyoruz!
Kemal Sunal'In eşi Gül Sunal rahmetli komedyenin anılarını bir kitapta topladı.
Hürriyet gazetesinden İpek Özbey’e konuşan Gül Sunal, 11 Kasım’da
doğum günü olan Kemal Sunal ile yaşadıklarını paylaştı. Özbey’in
“Bu ülkenin kahrına senin sayende katlanıyoruz!” başlığıyla
yayımlanan (9 Kasım 2014) söyleşisi şöyle:
Bu ülkenin kahrına senin sayende katlanıyoruz!
Kemal Sunal öleli 14 yıl oldu. Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük
komedyeniydi. 14 yıl oldu ve bu 14 yılda eşi Gül Sunal onu kimseyle
paylaşmadı. Yaşadıklarını kimseye anlatmadı... Arkadaşlarıyla bile
sadece ‘neşeli Gül' olabildiği zamanlarda görüştü...
Onlar evlerinde çok mutluydu. O yüzden ne yaşandıysa o evde
yaşandı. Ve bugün Gül Sunal, Kemal Sunal’ı o evden çıkardı, çok
sevdiği seyircisiyle buluşturmak için bir kitap yazdı. Gül Sunal
ile buluştuk.
Kitabın adı ‘Kemal, Hadi Gel Bi Kahve İçelim’, hep böyle mi
derdiniz birbirinize?
Slogan gibi bir şey. Ben sürekli söylenirdim, Kemal sadece dinler,
onunla kavga edilmezdi. Sonra dönüp, “Hadi bi kahve içelim” derdi.
Ama benim içimi boşaltmamı beklerdi. Ya da “Bir daha seninle
konuşmayacağım” diyerek kapıyı çarpar giderdim. Çarparım, açarım,
“Kahve yapayım mı içelim mi?” derdim. Hatalıyım, özür dilerim değil
de “Bir kahve yapayım içelim mi?” Birçok şeyin yerine geçen bir
cümleydi bu. Bu arada kahveyle işimiz yok, söyleyemediklerimizin
bahanesiydi o.
Kaç yaşındaydınız tanıştığınızda?
Ben 20, Kemal 29.
Nasıl tanıştınız?
O sahnedeydi, ben seyirciler arasında. Havuz sahnesi var. O havuza
girmiş, bekçi geliyor, çamaşırları kucağında duruyor. Yani repliği
yok, öylece durduğu bir sahne. Orada göz göze geldik.
Sonra...
2.5 sene mektuplaştık...
En çok nesinden etkilendiniz?
Gözlerinden. Kemal’in gözleri, birçok insana albenisi olmayan bir
çift göz gibi gelebilir ama çok derin bakardı. Çok hüzünlüydü bir
kere. Ona ne yaparsanız yapın ya da o size ne yaparsa yapsın en
sonunda “Aman üzülmesin” dersiniz. Bebek gibi. Ezo bile
ilkokuldayken ona bebek gibi bakıyordu. Hepimize merhamet duygusunu
çok ağır yaşatıyordu.
Hüzünlü müydü?
Annesi de söylerdi, çocukluğundan beri bir mahzunluk vardı. Ama
tabii çok eğlenceliydi de...
Filmlerinin dışında çok ciddi biri olduğu şehir efsanesi
miydi yani?
Kemal utangaç biriydi. Çok mütevazıydı. Böyle Kemal Sunal falan
dedikleri zaman ne yapacağını şaşırır, kabuğuna çekilirdi. Mesela
siz buraya gelseniz, yine yadırgar ama sonra güvenirse çok keyifli
olurdu. Bir çok arkadaşımız var, söyleyip gülüyorlar, söyleyip
gülüyorlar, öyle değil. Ağzının içinden mır mır bir şey söyler, onu
yakalarsanız günlerce gülersiniz. Çok güzel gözlem yapardı.
Sabahları uyanır, ben salonda bir şeyle uğraşıyor olurdum. O Ciguli
taklidi yapardı. Başka gün başka biri gibi girerdi.
Mutlu bir aile hayatınız varmış...
Şimdiki evliliklere bakıyorum. Daha net görüyorum. Biz çok mutlu
yaşamışız.
Ama siz de çok önemli bir figürsünüz ilişkide. “Biz hayatı
bize verdiği kadarıyla yaşadık” diyorsunuz...
Bunu bilinçli yapmadık. O zaman öyle yaşadık gittik, herkes öyle
zannediyorduk. İlk farklı aileleri okul açtığım zaman gördüm. Çünkü
biz daha önce akrabalarımızla, arkadaşlarımızla görüşüyorduk.
Herkes memnun ama bizler farklıydık. Ben kendimi değiştirmedim.
Kemal de sıradan bir ev erkeğiydi. Biz onun star olduğunun farkında
bile değildik. Bazı arkadaşlarımız var -belki zamanın ruhundan
kaynaklanıyor- menajerleri var, ulaşmak zor. Kemal telefonlarını
kendi açardı, oynayacağı şeye kendi karar verirdi. Hiçbir zaman
şoförü olmadı mesela.
POLİTİKA KONUŞMAYI SEVMEZDİ
“Bugün yaşasaydı ne olurdu?” diye düşünüyor
musunuz?
Düşünüyorum zaman zaman. Bilemiyorum, yani iş hayatında iyi bir
yerde olurdu. Yaşantısından da bir şey değiştirmezdi. Belki öyle
denk geldi, ben de o da çok tutucuyduk.
Nasıl tutuculuklar?
Bu evde 25-30 senedir eşyalar aynı. Onun koltuğu belli, benimki
belli. Hayat görüşümüz değişmez. Yenilik güzel ama bize göre
değildi. Biz muhafaza etmeyi seviyorduk.
Hâlâ bu kadar izlenmesinin nedenini çözebildiniz
mi?
Kemal gerçekti. Sadece Kemal’in hayranları değil, iki yaşında çocuk
da onu izlerken kilitleniyor. Sosyologların incelemesi lazım. 14
yıl oldu. Geçen gün Stockholm’deydik. Sanki o da yanımızdaymış gibi
karşılandık.
Sizce filmlerinde sistem eleştirisi var mıydı?
O, sisteme çok naif bir şekilde başkaldırdı. Politika konuşmayı
sevmezdi. 36’ncı kata yürüyerek çıkan adam tanıyorum. “Bu ülkenin
kahrına senin sayende katlanıyoruz” diyorlardı. Geçen gün
Stockholm’de biri Ezo’ya, “Bana babanız baktı” dedi. Ezo da
şaşırdı, “Nasıl yani” dedi. Cevap: “Ablam çalışmak zorundaydı,
babamı kaybettik, annem çalışıyor. İki Kemal Sunal filmini arka
arkaya koyar, giderlerdi. Bilirlerdi ki ben onları izlemeden oradan
kalkmam.”
Nasıl geçirirdi bir gününü?
Sabah uyanır, kahvaltısını yapar, gazete okurdu. Seri ilanlara
kadar, saatlerce... Bizde ağır bir öğle yemeği hazırlığı olurdu.
Çalışmadığı günlerden bahsediyorum. Birçok insan bilirdi, bunlar
öğlen 1’de yemek yer. Bu tarafa işi düşen veya alışverişe çıkıp,
yolu düşen eş dost gelirdi. Yine televizyona bakar, kitabını okur,
telefonla konuşmayı severdi. Haftanın 3-4 günü akşam üzeri Çiçek
Bar’a giderdi.
Ama eve erken dönerdi...
Akşam 8.30’da eve gelirdi. Herkes benim yüzümden zannederdi ama
hayır. Yemeği evde yemek istiyordu. O geldiğinde sofra hazırdır,
akşam mutlaka bir misafirimiz olur. Sıradan bir Türk ailesi
gibi.
BİRBİRİMİZİ HİÇ KISKANMADIK
Ev dışında yemek yemeyi sevmez miydi?
Hiç sevmezdi. Seyahate gidiyorsa arabanın bagajına pazartesi, salı,
çarşamba yenecekler diye yemekleri koyduğumu hatırlarım. Tatlı bile
koyardım. İlla evden olacak yemek.
Bugün Kemal Sunal’a benzettiğiniz bir komedyen var
mı?
Hayır. O gözle bakmıyorum. Kıyaslamayı da sevmiyorum. Herkes özgün
bir şey yapmaya çalışıyor. Kimsenin üzerine yük etmeye gerek yok.
Kemal Sunal’a benzeyen de Cem Yılmaz’a benzeyen de çıkmayacak.
O kadar film çekiyor ama siz evinize bir buzdolabı
alabildiğinizde bunu bir şenliğe çeviriyorsunuz. Çünkü paranız
yok... Burada bir terslik yok mu?
Onu hiç anlayabilmiş değilim. 19 Ocak 1975’te evlenmeye karar
verdiğimizde, Salak Milyoner, Köyden İndim Şehire, Hababam Sınıfı,
Salako, Yalancı Yarim gibi birçok film çekmişti. Bir ev tuttuk.
Orada iyiydik, hamileyken doktor nemden dolayı oturmamamı söyledi.
Ezo ve Ali’yi ilk kez o eve götürdüm geçenlerde. İnanamadılar. O
kadar nem kokusu vardı ki evde. Misafir geleceği zaman patates
kızartırdık, kızartma kokusu rutubet kokusunu bastırsın diye. Ama
biz mutluyduk, bugün yine gider otururum, Kemal’in olması şartıyla
tabii.
Paranız yok ama neşeniz varmış. Bugün sanki paramız yoksa
neşemiz de yok...
Neyi sevdiğinizi biliyorsanız mutlu oluyorsunuz. Şimdi mutlu
olmamalarının nedeni doyumsuzluk.
Birbirinize benzer miydiniz?
Aslında beni bıraksan şu masanın üzerine çıkar oynarım. Kemal daha
ağır bir adam. Ben onun tarzına ayak uydurabildim.
Birbirinizi kıskanır mıydınız?
Bunu geçen gün çocuklar da sordu. Vallahi hiç aklımıza gelmedi
birbirimizi kıskanmak. Çok da güzel kadınlarla film çekti. Mesela
ben hiç film setine gitmedim. Hiçbir arkadaşımın kulisine girmem.
Kendilerine özel şakaları olur. Böyle bir şey varsa onu görmekten
hoşlanmam. İkincisi kocana güvenmiyorsan bırakacaksın. Bana ağır
gelir, yanında kim var diye sormak bile. O da sormazdı. Özgürdük
aslında ama ikimiz de bir yere gitmiyorduk. Bodrum’a gidiyordu 10
günlüğüne, iki gün sonra geri dönüyordu. “Yetti bu kadar” diyordu,
demek ki huzurluyduk evimizde. Çok da eğleniyorduk.
Paranız olmamasına rağmen pek çok teklifi de reddediyor.
Dizi çekmekten hoşlanmıyor...
Evet dizi çekti. Yayımlandığı gün beş kanal birden karşısına yine
Kemal’in filmlerini koydu. Kemal Kemal’e karşıydı. En az izlenen
dizi oldu. O çok çekiniyordu, düşünsenize hep çok izlenmiş bir
adamın işlerinin televizyonda izlenmemesini. Birtakım değerleri
vardı, onun dışına çıkmak istemiyordu.
Bu kadar prensip, etrafında yaşayanları sıkıntıya sokar
mı?
Ama öyle bir havası yoktu Kemal’in. Başka bir işte çalışıyor
gibiydi. Çok sonra fark ettik ünlü olduğunu. Star havası yoktu.
Bizim mutluluğumuzun sebebi de bu mütevazılıktı. Canımızın
istemediği hiçbir şeyi yapmadık biz.
Aranızdaki şey neydi? Büyük aşk mı, dostluk
mu?
Benim için dostluk çok önemli. Çok iyi arkadaştık. Güven çok
önemliydi. O öldükten sonra bile çantasını açmadım. O istemezdi.
Biz birbirimize güvenirdik.
Bazen de kadınlar bırakmaz şöhretli erkeklerin peşini ya, o
yüzden soruyorum...
Kemal’in duruşundan kaynaklanan bir şey vardı. Bir iki telefon
geldi, bazen ben şahit oldum. Onun dışında bir şey görmedim,
hissetmedim. Hanım arkadaşlarını arabaya almazdı.
Nasıl yani?
Ayşen Gruda anlatmıştı. Bir akşam yağmur yağıyormuş. “Kemal beni
Beşiktaş’a bıraksana” demiş. “Taksi paranı vereyim, kendin git”
diye cevap vermiş. Almam diyor yani.
Tekrar üniversiteye gittiğinde kaç yaşındaydı?
48 yaşındaydı. Yüksek lisans tezinin konusu da kendisiydi. “Beni
kimse araştırmayacak galiba, ben yapayım” dedi.
Etrafınız Metin Akpınar’dan Sezen Aksu’ya kadar pek çok
şöhretli dostla çevrili ve siz bugün hepsini sevgiyle anıyorsunuz.
Görüşüyor musunuz?
Tabii görüşüyorum. Hiçbir şey olmazsa telefonla. Sofralarımız
devam. Perran, Sezen hepsi. Sanat dünyasında vefasızlık görmedik
biz.
Ama başka yerde yaşadınız değil mi? “Hani herkesin
sevgilisiydi” dediğiniz zamanlar oldu mu?
E mesela mezarı konusunda yaşadım. Mezar işgaliyle suçlandım. Sonra
bankalarla yaşadığımız sıkıntılar oldu. Çok yakın zannettiğimiz
arkadaşlarımızla sevimsiz şeyler yaşadık. Unutuldu gitti. Ben
hayatımdan çıkarmayı çok iyi öğrendim. Eskiden çok üzülürdüm, şimdi
kafama uymuyorsa görüşmüyorum.
İNEĞİN ÇOCUĞU!
İnek Şaban’ filmi çocukların hayatını biraz zora sokmuş
sanırım...
“İneğin çocuğu” diye çok dalga geçiyorlardı. Bitişiğimizde lise
var, sürekli Kemal ile arkamızdan “Mö mö” diye bağırıyorlardı.
Kemal bozulmazdı ama çocuklar içerliyormuş demek ki... Bir gün Ali
okuldan geldi, çantasını yere attı, “Hepsi senin suçun” dedi...
Anlamadım. “Cüneyt Arkın ile evlenebilirdin” dedi. Ona “Bakkal
Gazi” diyordu. O güçlü ya, o yüzden onunla evlenmemi istiyordu.
Kitapta çalıştığı filmin kostümüyle gezdiğini
söylüyorsunuz. Nasıl yani, mesela bulunduğunuz yere ‘Postacı’
kostümüyle mi geliyordu?
Aynen. Her yere. Çiçek Bar’a bile öyle gidiyordu. Bilemiyorum. Role
mi giriyordu, kolayına mı geliyordu. ‘Kibar Feyzo’daki beyaz
şalvar, ceket ve kasketle çok dolaştı mesela.
Kıyafetlerini siz seçiyormuşsunuz...
Tabii, Kemal çok renkli giyinmeyi severdi. Siyahları, lacivertleri
yere atardı: “Yine mi siyah, yine mi lacivert” diye. Alışveriş
yapmaktan hoşlanmıyordu ama renkli kıyafetler istiyordu.
Cimri diyorlar, doğru mu?
Hiç değil. O cimrilik nereden çıktı bilmiyorum. Belki toplayıp
herkesi dışarı yemeğe götürmüyordu ama bizim evimiz herkese açıktı.
Bize çok açıktı. Alışveriş yaparken çek karnesini imzalar, üstünü
boş bırakırdı. Sormazdı bile. Cimrilik ne demekse, bilmiyorum.
Tutumlu belki. Ben de tutumluyum. Savurmak yoktu. Belki gövde
gösterisi yapmıyordu ama bütün aileye yardım ederdi. Öldükten sonra
çok çocuk okuttuğunu öğrendim. Anlatmayı sevmezdi. Daha da saygı
duydum. Belki bunları anlatsaydı, cimri denmeyecekti.
Ne tür müzik dinlerdi?
Her şeyi dinlerdi. “Yeni çıkmış, bunu da almak, dinlemek lazım”
diyordu. Bazen arabayı durdurup, inip oynadığını biliyorum. Türkü
çok seviyordu, pop da dinliyordu. En çok İbrahim Tatlıses’i
severdi.
Çiğköfteyi tavana atan tek tanıdığım ünlü İbrahim
Tatlıses’ti. Kitaptan öğrendim ki Kemal Sunal da
öyleymiş...
Ooo bütün aile. Akıllarına geliyor, sadece tavana değil, duvara her
yere atıyorlardı. Sonra sofrada ne bulursa atmaya başlamışlardı.
Oyun oynuyorlardı. Böyle eğlenceler olunca, dışardaki eller havaya
bizi kesmiyordu, evde çok eğleniyorduk.
“Ölmeseydi, keşke şunu da yapabilseydik” dediğiniz bir şey
var mı?
Çok şükür ki yok. Ben ölseydim o da aynı şeyi söyleyebilirdi. Biz
birbirimize çok şey yapmadık, tek taşla falan işimiz yoktu. “Dışarı
yemeğe gidelim” deyip, ondan da vazgeçiyorduk. Beklentilerimiz
düşüktü. O yüzden keşkelerim yok benim.
Oğlunuz Ali (Sunal) için çok zor olmuş. Gece yarıları
mezarın üzerine yatıyormuş... Nasıl atlattınız?
Psikolojik destek almadım. İnsan kendi kendini çözebiliyor. Ama
galiba birazını şuursuz yaptım. Ezo’nun İngiltere’ye gitmesi falan
benim yapabileceğim şeyler değildi. Ezo ilk gün “Seni üzecek hiçbir
şey yapmayacağım” diye babasına mektup yazmış. Birbirimize
dayanıyoruz. Çok sıkı bağlıyız birbirimize.
Eşinizi kaybettikten sonra maddi sıkıntı çektiniz
mi?
Zaman zaman para sıkıntısı çektiğim oldu ama borcum yok. Geç
yaşımda başladığım iş hayatımda başarılı olduğum söyleniyor.
Kimseye muhtaç olmadan yaşıyorum. Çok insan biriktirmiş olduğumu
görüyorum ve bundan çok mutluyum.
KİTAPTAN...
Gitmeseydin, saklambaç oynardık yine evin içinde... Saklandığın
yerden dakikalarca çıkmaz, çocuklar seni bulduğunda en çok sen
bağırırdın heyecandan. Sabırla beklerdin nefes almadan, seni
bulmalarını, kim bilir hangi kapının arkasında, küvetin içinde,
yatağın altında...
Gitmeseydin, futbol oynardık salonun ortasında... Topu vermemek
için ayağıma vurmana, günlerce topallamaya razıyım.
Gitmeseydin, vallahi az konuşurdum... Sen, gazete-kitap okurken
yanında sessiz durmaya çalışırdım...
Gitmeseydin, çiğköfte yapardık. “Olmuş mu olmamış mı?” diye tavana,
duvarlara atmanıza, beni çıldırtmanıza ses çıkarmazdım...
Olana razı olup, isyan etmeden beklemek en iyisi!.. Tamam...
Böyle devam edeceğim...
O varmış gibi...
Dolapları onun düzenlediği gibi, eşyalarına dokunmadan, yaşadığı
sürece büyük bir özenle koruduğu kostümlerini, aksesuarlarını,
belgelerini aynı özenle saklayarak, yatağın ‘sol tarafına’ asla
geçmeden yaşıyorum.
O varmış gibi...