Bu nasıl iş arkadaş? Cenazeye bile saygısız olduk!
Medyaradar medya-siyaset analisti Atilla Akar, sanatçı Zeki Alasya’nın vefatı sonrası oluşan tartışmaya dair görüş ve gözlemlerini aktardı…
Bu topluma gerçekten bir şeyler olmuş. “Ayrışma” bu kadar derinleşmiş demek ki. Eskiden iyi kötü tartışmayı bırakıp, nefret nesnesi olmaktan çıkarıp, üzerinde birleştiğimiz birkaç konu vardı. Bunların en başında vefatlar sonrası kaldırılan cenazeye saygı anlayışı idi. Bu hasletimizi ne zaman kaybettik bilmem?
O kişiye ne kadar uzak olursak olalım, ölüm bambaşka bir şeydi bizim için. Camiden çıkan cenaze adına dünya denen “yanıltıcı saltanat”ın bittiğinin göstergesiydi. Artık kulların birbirine karşı “hesap tutma” zamanı da bitmişti. Her şey asıl sahibine geri dönmüştü. Oranın defteri de muhasebecisi de farklıydı. Bize susmak düşerdi. Tersi ayıp hatta günah sayılırdı.
Bu yüzden “Ölünün arkasından konuşulmaz” adeta toplumsal bir kuraldır. Hiç değilse cenaze kalkana kadar çeneler tutulurdu. (Siz farkında mısınız ki kaldırılan her cenazede imam “filanca kulu nasıl bilirdiniz?” diye sorduğunda “iyi bilirdik” denmesi sadece adetten değil asıl bir edepten dolayıdır.) O yüzden en zor ve acılı günlerimizde insanlar dini, mezhebi, ideolojisi, siyasi görüşü, etnik yapısı, vb ne olursa olsun bir noktada birleşir. Herkes omuz vermeye koşar. Hepimizin “Dört kollu”ya bineceği o gün gelecek. İnanın o zaman bu kültür hepimize çok lâzım olacak!
Öte yandan toplumca bilinen, sevilen sanatçı, aydın, alim, vb kişiliklerin cenazelerine saygı daha bir önem taşır. Çünkü onlar belki ailemizden biri değillerdir, yakınımız değillerdir hatta hiç tanımayız ama aynı zamanda “bizden biri” dirler. Kendi bilinen şahsiyetlerini aşmışlardır. Çünkü tabir-i caizse onların yarattığı “toplumsal kültürel rant”tan veya “manevi artı değer”den hepimiz nasipleniriz. Farkında olsak da olmasak da bir anlamda onlara borçluyuzdur. O kişilerin vefatında bize düşen huşu içinde son görevimizi yerine getirmektir. Ötesi bizi de şu fani dünyanın tüm nafile çekişmelerini de aşar!
İşte aynı sebeplerle sanatçı Zeki Alasya’nın vefatı bu açıdan çok “manidar” oldu. Bir bakıma her şeyin ne kadar çabuk siyasallaştığının, ideolojik saflaşmalara kurban gittiğinin, artık bir ölümü bile bu tartışmalardan muaf kılamadığımızın –maalesef- bir göstergesi oldu. Aynı zamanda sırf benzeri tartışmalardan dolayı cenazelerimize dahi saygımızı giderek kaybetmekte olduğumuzun alarmını verdi. O halde herkesin durup şöyle bir düşünme vaktidir. Üstelik toplumsal gerilimi arttırmaya adeta yemin etmiş birilerinin belli ki kolları sıvadığı şu günlerde…
Bu bakımdan Yeni Şafak eski yazarı ve Tv Net programcısı Sevda Türküsev’in en hafif tabirle “talihsiz” diyebileceğimiz tweetleri örnek oldu. Bu tweetlerdeki Alasya’yı kastederek “Allah'a inanmayana Allah'ın emirlerini yok sayanlara da rahmet okumam.” ya da “Herkes inandığı gibi muamele görmeli. Kişi Allah'a inanmıyorsa Müslüman değilse cenazesinde camiden kaldırılmamalı” şeklindeki sözleri haklı olarak tepki çekti. Buna karşılık bir başka Yeni Şafak yazarı olan Salih Tuna’nın "Zeki Alasya hakkında boş konuşma" başlıklı tepki yazısı bence çok isabetliydi.
Bütün bunlar bahsettiğimiz eğilimin somuta dökülmüş yansımasıydı. Yoksa bir kişi onu sever sevmez, rahmet okur okumaz, keskin şekilde eleştirir eleştirmez onun bileceği iş. Hatta hakkıdır. Ancak bunu toplumsallaştırıyor, acayip, ve gereksiz bir agresif yaklaşımın unsuru yapıyorsa bambaşka bir şeydir. Dedim ya kantarın topuzunu iyice mi kaçırıyoruz ne? Bunları eşelemek, öne çıkarmak, niyete bağlı olarak çarpıtmak, yeniden bir kavga nedeni haline getirmenin kime ne yararı var? Bu kadar mı “kin” girdi aramıza? Bu kadar “hararet yapmak” niye? Kimin haddine bir insanı “imanlı” ya da “imansız” diye yargılamak? Sen nereden biliyorsun.?
Dahası onun vaktiyle Emek Sineması’yla ilgili yaptığı konuşmada kullandığı sözleri ve Mason kimliği belli ki bugün maksatlı bir biçimde yeniden pişirilip önümüze konmaktadır. Zeki Alasya dinsel bir konuyla ilgili dünyanın en yanlış konuşmasını yapsa da, yapmasa da, Mason olsa da olmasa da, vb öncelikle “Bizim Zeki Alasya”mızdır. Biz onun filmlerinde topluma verdiği güzel mesajları hatırlarız, bunun dışındaki her şey artık bizim sınırlı ufkumuzdan çıkmıştır. Hesabı tutacak biz değilizdir. Her kim olursak olalım, nasıl olsa hepimiz bir gün ona döneceğiz!
Bütün bunların haricinde -varsa- Zeki Alasya’nın geçmiş “hata”ları elbette değerlendirilir. Ancak şimdi bunun ne yeri ne zamanıdır. Hiç değilse adamcağızın toprağa verilmesi beklenebilirdi. Ancak kimilerinde bu sabır ve sorumluluk nerede? Ölümün kapıyı çaldığı günler manasız atışmaların değil, tarafı ne olursa herkesin durup şu hayat üzerine etraflıca düşünmesi gereken günlerdir. İnanın o zaman siyasi çekişmeler, didişmeler o kadar hafif kalıyor ki. Biz zavallı biçareler acaba bunu ne zaman anlayacağız?
Neyse; ben kendi payıma bu yorucu ve bezdirici didişmeden bıktım. Bir vefat olayında bile toplumu daha da gerecek, saflaştıracak şeylere hemen sarılıyoruz. Yoksa da icat ediyoruz. Bu nasıl iş arkadaş?.. O kadar ki cenazeye bile saygısız olduk!..
Zeki Alasya’ya Allah’tan rahmet diliyorum. Bir “kul” olarak da şu an bana düşen söz yalnızca budur…
09.05.2015.
[email protected]