BU BASİT BİR YAZI OLDU...EH,ANLATTIĞIM HERİFLER BASİT,BEN NE YAPAYIM?..
Beyinleri memur beyni, cepleri ve cepkenleri de delik olduğu için, alt tarafı bir minibüs sahibi ya da taksi durağı işletmecisi kadar para kazanmayı başarabilmiş arkadaşlarına da nefret kusuyorlar.
Basitler cenneti
Hükümetten ve başbakandan nefret eden gazeteciler grubunun başlıca çamur atma dayanaklarından biri de "masraf" konusudur. Dış gezi ve masraf...
Çünkü dünyaları kendi kafalarının çapı kadardır ve Mevlana Celaleddini Rumi'nin dediği gibi "herkes kendi kabının hacmi kadar su alır ummandan" ... (Bunların okuyucuları arasında Celaleddini Rumi'yi
"Rum asıllı" sananlar da vardır... Aziz Yıldırım'ı Fener Rum Patriği sananlar gibi!..)
Kimisinin babası memurdur, kimisi memurluktan basına geçme, kimisi üniversiteye falan da bulaşmış, ama hepsinin de beyinleri memur.
İki "idolleri" vardır bunların, İsmet Paşa ve Ahmet Necdet Sezer.
Birincisi parayı mıh gibi tutmakla ünlüydü, ikincisi elinde fileyle Gima'da kuyruğa girmekle...
İnönü'nün hiçbir yatırım hamlesine yanaşmaması, Sezer'in Çankaya'ya yapışıp hiçbir yere kıpırdamaması takdirle karşılanıyordu.
Çünkü, masraf olacaktı!
Bunlar, başbakana, cumhurbaşkanına "makam uçağı" alınmasına da kızmışlardı, burası Amerika mıydı?
Cumhurbaşkanı dediğin, Türk Hava Yolları'nın Kızılay bürosuna açacaktı telefonu, soracaktı, İstanbul uçağında boş yer var mı?
Sonra efendim neydi öyle o Huber Köşkü falan?..
Bunlar Atatürk müydü ki Yalova gibi, Florya gibi, Dolmabahçe Sarayı gibi "yazlık mekânlar" arıyorlardı? Karayolları Dinlenme Tesisleri nelerine yetmiyordu? Savarona gibi bir tekne uydurmaya kalksa şimdi Abdullah Gül, kopacak yaygarayı düşünün...
Özal'ın "iletişim devrimine" kızdıkları gibi, ne gerek vardı bu kadar telefona, kim Almanya'ya telefon açacaktı?
Almanya'da yaşayan iki milyon köylü ve onların burada yaşayan on milyon kadar akrabası muhtara ya da eğitmene yazdıracaktı mektuplarını, hanem tarafına da mahsus selam ederim, harmanı kaldırdınız mı, sarı inek doğurdu mu?
Çünkü "kırklı yıllarda" öyle olurdu iletişim...
Eskiden, Demirel'in Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil'e çok kızarlardı, "çok geziyor" diye... Dışişleri Bakanı dediğin zırt pırt oraya buraya gider miydi, Ankara'da oturur, görüşmek isteyen kalkar ona gelirdi... (Erdoğan'ın Bush'la görüşmek için Washington'a gitmesine de kızdılar, koskoca Türk başbakanı kıytırık Amerikan başkanının ayağına gidiyordu... Çok lazımsa Bush kalkıp buraya gelirdi!..)
Sonra Abdullah Gül geziyor diye kızdılar, sonra Ali Babacan geziyor diye kızdılar.
Erdoğan'a "kafadan" kızıyorlar zaten: Başbakan dediğin iki gün tatil yapar mı, kafasını dinler mi?
Tatil dediğin ya Bayramoğlu tesislerinde indirimli yapılır, ya da taksitle mavi yolculuğa çıkılır. Olmadı, Ayvalık'ta kooperatife girilir.
Şimdi de kızıyorlar: Sekiz ayda on beş ülke, kırk yedi günlük "gaybubet" ... Bir buçuk ay!
Oysa "memleket meseleleri" var... Hem de masraf oluyor.
Dış geziye masraf edilir mi? Dış geziye beleş gidilir, odaya da karı atılır.
Saçı bitmedik yetimin parası yeniyor... Oysa benim emekçi halkım, cart curt.
Beyinleri memur beyni, cepleri ve cepkenleri de delik olduğu için, alt tarafı bir minibüs sahibi ya da taksi durağı işletmecisi kadar para kazanmayı başarabilmiş arkadaşlarına da nefret kusuyorlar.
Bu yazı basit bir yazı oldu... Eh, anlattığım herifler basit, ben ne yapayım?
Engin Ardıç/SABAH