19 Mar 2012 12:00
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:27
BÖYLE GİDERSE 28 ŞUBAT YAR-GI-LA-NA-MAZ!
Ekrem Dumanlı, bugünkü yazısında İtalyan Gladyo savcılarının Türkiye ziyaretini analiz etti.
Gladyo davasından bile kaçılmaz ki!
Tam darbe davalarının akıbeti tartışılıyorken, tam özel yetkili mahkemelerin varlığı masaya yatırılmışken, tam istihbarat elemanları ile terör örgütü arasındaki ilişkilerin yargıya intikal etmesi mercek altına alınmışken... Gladyo savcıları Türkiye’ye gelmiş. Bundan daha güzel bir fırsat olabilir mi gazeteler için? Heyhât!
Kısaca özetleyeyim: Adalet Akademisi ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) daveti üzerine Türkiye’ye iki önemli yargı mensubu gelmiş. Biri İspanya’daki ayrılıkçı terör örgütü ETA ile ilgili yürütülen davanın hâkimi Eloy Valesco; diğeri İtalya’daki derin devlet yapılanmasını çökerten savcı Felice Casson. Sempozyumun asıl muhatapları, Türkiye’deki özel yetkili hâkim ve savcılar. Yani hizmet içi eğitim programı yapılıyor; ancak etkinlik medyaya da açık. Kapılar medyaya açık ama içeri giren yok. Nasıl mı?
Her gün özel yetkili mahkemeler üzerine atıp tutanlar, Ergenekon davasını yürüten hâkim ve savcıların haddini aştığını yazıp çizenler, KCK davasının yargıda "güç zehirlenmesi"ne yol açtığını söyleyerek mahkemeleri baskı altında tutmak için verip veriştirenler bu paneli, panelin davetlilerini ve orada beyan edilen gerçekleri görmediler, göremediler.
Gladyo savcısı burada, ETA hâkimi burada; ancak gazetelerin birinci sayfalarında tek kare fotoğraf ya da tek satır haber yok. Oysa "Al sana sıcak haber" dedirtecek bir gündemin tam orta yerinde Türkiye’ye gelen konuklar meseleye evrensel hukuk açısından bakmamızı sağlayacak. Sempozyum Zaman’da, Bugün’de ve Taraf’ta yer almış. Diğerlerinde tık yok.
Bakalım ne demiş konuklar? Mesela ETA hâkimi şöyle söylemiş: "İspanya’da bizim yetkilerimiz daha geniş." Buyurun size ayrılıkçı terör üzerine dikkate şayan, ilginç bir tecrübe. İspanyol hâkim devam ediyor: "Tek dokunulmazlık algısı Kral içindir; ama Kral’ın damadını da yolsuzluktan mahkûm ettik." İşte size "dokunulmazlık" sınırı.
Meşhur Gladyo savcısı neler demiş? Mesela demiş ki: "Ergenekon terör örgütü ile Gladyo, illegal faaliyetlerde bulunmaları ve askerî desteklerini devletin askerinden almaları bakımından benzerlik gösteriyor." Ergenekon davalarını sulandırmak için var gücüyle çalışanlar "efsane savcı"nın bu sözlerine ne diyebilir acaba?
Casson’a sormuşlar: "Gladyo soruşturmasında ne tür engellerle karşılaştınız?" El cevap: "Cumhurbaşkanı Cossiga aynı zamanda hâkimler savcılar kurulunun tepesindeki kişiydi ve soruşturmaya karşıydı; ancak diğer kurul üyeleri kendi aralarında toplantı yaptılar, onun müdahalelerine karşı ortak tavır aldılar." Bizdeki kara propagandalar ve anlamsız çözülmeleri görünce insan şaşırıyor değil mi?
Bir başka soru üzerine; karanlık zihniyetin yeniden dirilme çabalarının olduğunu dile getiriyor savcı Casson ve ekliyor: "Bu tarz insanlarda illegal işler yapmak alışkanlık haline gelmiş. Gladyo’yu bitirdikten sonra yeniden hortlamaya çalıştılar ama peşini bırakmadık. Yeniden canlanmalarına izin vermedik."
Bu kadarla yetinmiyor Gladyo savcısı. Daha neler neler anlatıyor. Tehditler almış, medyada kendisi hakkında negatif konuşmalar yapılmış, yazılar yazılmış. Sadece kendisi değil; onunla çalışan polisler de İçişleri Bakanlığı personeli oldukları için tehdit edilmiş, baskı altında tutulmuş. "En çok o polislere üzüldüm." diyor Casson.
Bir televizyon programında rastladım. Sunucu, İtalyan savcıya "Sizde özel yetkili mahkemeler var mı?" diye soruyor. O da "Hayır" cevabını veriyor. O cevap alt yazı olarak dakikalarca orada tutuluyor. Oysa konuşmayı dinlediğinizde adam öyle bir statünün olmadığını ancak yetki kullanırken bizdeki "özel yetkili savcılardan" daha büyük salahiyete sahip olduğunu anlatıyor. Dinleyen kim? Çiçeği burnunda "haber kanalı"nın genç muhabiri "Hayır" cevabından coşmuş olmalı ki bir hamle yapıp kritik bir soru(!) yöneltiyor: "Bizde MİT yetkilileri, gazeteciler, generaller ifadeye çağrıldı; hatta tutuklandı..." Savcı Casson, "kanun karşısında herkesin eşit olduğunu" söyledikten sonra İtalya’da gizli servisin başkanı ile jandarmanın başındaki kişi hakkında tutuklama kararını aldıklarını anlatıyor. Tabii yayın o saniyeden sonra alelacele bitiriliyor.
Hiç lafı eğip bükmeye gerek yok; habercilik/yorumculuk yapanların bir kısmı; ETA hâkiminin, Gladyo savcısının söylediklerinden bile kaçıyor. Darbenin insanlık suçu olduğunu söyleme cesaretini gösteremeyen, darbe davalarının demokrasinin yaşatılması konusunda bir umut olduğunu düşünmeyen bir kadim zümre Gladyo’nun nasıl yargı yoluyla çökertildiğini görmek, duymak istemiyor. Yargının ve güvenlik güçlerinin İspanya’daki terörle mücadelede nasıl rol oynadıklarını haber yapmaktan bile kaçıyorlar. Peki, nereye kadar? Nedim’i ve Ahmet’i uzağa kurulmuş bir baraj gibi kullanarak, kendilerine bazı soruların sorulmasını engellemek için yapılan gayretler kimi nereye kadar kurtarabilir? Yargı ve güvenlik güçlerini, planlanmış bir cemaat paranoyasıyla yıldırmaya çalışmanın asıl amacı bazı zümrelerin adalete hesap verme korkusudur; başka bir şey değil. Bazı dönemlerde girdikleri karanlık ve anti demokratik ilişkiler fâş olacak diye güvenlik güçleri ve adalet mekanizması aleyhine itibarsızlaştırma çalışması yapıyorlar. Bazı saflar da o paranoyaya eşlik ediyor. Keşke meseleye hem uluslararası hukuk tecrübesiyle hem de Türkiye’deki darbe geleneğinin deneyimleriyle bakılabilse...
Böyle giderse 28 Şubat yar-gı-la-na-maz
28 Şubat post-modern darbesiyle ilgili somut gelişmeler oldu. Suç duyuruları yapıldı falan. İşin doğrusu demokrasi açısından umut verici bir gelişme idi bu; ancak görünen o ki, bu tür soruşturmaların sağlıklı yürütülebileceğine dair umutlu olmak çok zor. Sabahtan akşama yargı mensupları bu kadar dövülürse, emniyet görevlileri bu kadar hırpalanırsa; bu davaları soruşturmakla yükümlü kişiler niçin elini taşın altına koysun ki?
Herkes unuttu; bu ülkede yaklaşık on senedir fail-i meçhul cinayet işlenemiyor. Oysa "siyasi suikastlar" ve "toplumda infial uyaran eylemler" vasıtasıyla siyaset yıllarca dizayn edildi. Bu feci duruma dur diyen polis ve adliye oldu. En derin çeteler bile güvenlik güçlerinin ve adalet mekanizmasının nefesini ensesinde hissetti. Şimdi bu iki zümre planlı bir cemaat paranoyası söylemiyle linç ediliyor. Bir yalpalama görülüyor. Kimileri kadim medyaya şirin görünmek için -belki de lafın nereye varacağını hesap etmeden- konuşuyor ve kendi varlık nedenini sorgulanır hale getiriyor. Evet, yargının ve güvenlik güçlerinin hataları olduğunda hepimiz buna karşı çıkmalıyız, sonuna kadar eleştirmeliyiz. Ama bu kurumların çetelerle, darbecilerle, terör örgütleriyle mücadelelerini de, insafsız bir paranoyaya, kurban etmemek gerekir.
Şimdi emniyet yetkilileri ya da yargı mensupları, "Neden soruşturma yapıp sopayı biz yiyelim?" dese haksız mı? Zaten Ergenekon’u sulandırma ve akim bırakma merkezi, planlı bir cemaat paranoyasıyla tam da bunu yapmak istiyor. Yargıyı ve güvenliği bunaltıp darbe davalarını ve derin ilişkilerin karmaşık eylemlerini örtbas etmeyi düşünüyorlar. Bunu görmemek için ya çok saf olmak ya da anti-demokratik illüzyonlara teslim olmak gerekir.
Ekrem Dumanlı/Zaman
Tam darbe davalarının akıbeti tartışılıyorken, tam özel yetkili mahkemelerin varlığı masaya yatırılmışken, tam istihbarat elemanları ile terör örgütü arasındaki ilişkilerin yargıya intikal etmesi mercek altına alınmışken... Gladyo savcıları Türkiye’ye gelmiş. Bundan daha güzel bir fırsat olabilir mi gazeteler için? Heyhât!
Kısaca özetleyeyim: Adalet Akademisi ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) daveti üzerine Türkiye’ye iki önemli yargı mensubu gelmiş. Biri İspanya’daki ayrılıkçı terör örgütü ETA ile ilgili yürütülen davanın hâkimi Eloy Valesco; diğeri İtalya’daki derin devlet yapılanmasını çökerten savcı Felice Casson. Sempozyumun asıl muhatapları, Türkiye’deki özel yetkili hâkim ve savcılar. Yani hizmet içi eğitim programı yapılıyor; ancak etkinlik medyaya da açık. Kapılar medyaya açık ama içeri giren yok. Nasıl mı?
Her gün özel yetkili mahkemeler üzerine atıp tutanlar, Ergenekon davasını yürüten hâkim ve savcıların haddini aştığını yazıp çizenler, KCK davasının yargıda "güç zehirlenmesi"ne yol açtığını söyleyerek mahkemeleri baskı altında tutmak için verip veriştirenler bu paneli, panelin davetlilerini ve orada beyan edilen gerçekleri görmediler, göremediler.
Gladyo savcısı burada, ETA hâkimi burada; ancak gazetelerin birinci sayfalarında tek kare fotoğraf ya da tek satır haber yok. Oysa "Al sana sıcak haber" dedirtecek bir gündemin tam orta yerinde Türkiye’ye gelen konuklar meseleye evrensel hukuk açısından bakmamızı sağlayacak. Sempozyum Zaman’da, Bugün’de ve Taraf’ta yer almış. Diğerlerinde tık yok.
Bakalım ne demiş konuklar? Mesela ETA hâkimi şöyle söylemiş: "İspanya’da bizim yetkilerimiz daha geniş." Buyurun size ayrılıkçı terör üzerine dikkate şayan, ilginç bir tecrübe. İspanyol hâkim devam ediyor: "Tek dokunulmazlık algısı Kral içindir; ama Kral’ın damadını da yolsuzluktan mahkûm ettik." İşte size "dokunulmazlık" sınırı.
Meşhur Gladyo savcısı neler demiş? Mesela demiş ki: "Ergenekon terör örgütü ile Gladyo, illegal faaliyetlerde bulunmaları ve askerî desteklerini devletin askerinden almaları bakımından benzerlik gösteriyor." Ergenekon davalarını sulandırmak için var gücüyle çalışanlar "efsane savcı"nın bu sözlerine ne diyebilir acaba?
Casson’a sormuşlar: "Gladyo soruşturmasında ne tür engellerle karşılaştınız?" El cevap: "Cumhurbaşkanı Cossiga aynı zamanda hâkimler savcılar kurulunun tepesindeki kişiydi ve soruşturmaya karşıydı; ancak diğer kurul üyeleri kendi aralarında toplantı yaptılar, onun müdahalelerine karşı ortak tavır aldılar." Bizdeki kara propagandalar ve anlamsız çözülmeleri görünce insan şaşırıyor değil mi?
Bir başka soru üzerine; karanlık zihniyetin yeniden dirilme çabalarının olduğunu dile getiriyor savcı Casson ve ekliyor: "Bu tarz insanlarda illegal işler yapmak alışkanlık haline gelmiş. Gladyo’yu bitirdikten sonra yeniden hortlamaya çalıştılar ama peşini bırakmadık. Yeniden canlanmalarına izin vermedik."
Bu kadarla yetinmiyor Gladyo savcısı. Daha neler neler anlatıyor. Tehditler almış, medyada kendisi hakkında negatif konuşmalar yapılmış, yazılar yazılmış. Sadece kendisi değil; onunla çalışan polisler de İçişleri Bakanlığı personeli oldukları için tehdit edilmiş, baskı altında tutulmuş. "En çok o polislere üzüldüm." diyor Casson.
Bir televizyon programında rastladım. Sunucu, İtalyan savcıya "Sizde özel yetkili mahkemeler var mı?" diye soruyor. O da "Hayır" cevabını veriyor. O cevap alt yazı olarak dakikalarca orada tutuluyor. Oysa konuşmayı dinlediğinizde adam öyle bir statünün olmadığını ancak yetki kullanırken bizdeki "özel yetkili savcılardan" daha büyük salahiyete sahip olduğunu anlatıyor. Dinleyen kim? Çiçeği burnunda "haber kanalı"nın genç muhabiri "Hayır" cevabından coşmuş olmalı ki bir hamle yapıp kritik bir soru(!) yöneltiyor: "Bizde MİT yetkilileri, gazeteciler, generaller ifadeye çağrıldı; hatta tutuklandı..." Savcı Casson, "kanun karşısında herkesin eşit olduğunu" söyledikten sonra İtalya’da gizli servisin başkanı ile jandarmanın başındaki kişi hakkında tutuklama kararını aldıklarını anlatıyor. Tabii yayın o saniyeden sonra alelacele bitiriliyor.
Hiç lafı eğip bükmeye gerek yok; habercilik/yorumculuk yapanların bir kısmı; ETA hâkiminin, Gladyo savcısının söylediklerinden bile kaçıyor. Darbenin insanlık suçu olduğunu söyleme cesaretini gösteremeyen, darbe davalarının demokrasinin yaşatılması konusunda bir umut olduğunu düşünmeyen bir kadim zümre Gladyo’nun nasıl yargı yoluyla çökertildiğini görmek, duymak istemiyor. Yargının ve güvenlik güçlerinin İspanya’daki terörle mücadelede nasıl rol oynadıklarını haber yapmaktan bile kaçıyorlar. Peki, nereye kadar? Nedim’i ve Ahmet’i uzağa kurulmuş bir baraj gibi kullanarak, kendilerine bazı soruların sorulmasını engellemek için yapılan gayretler kimi nereye kadar kurtarabilir? Yargı ve güvenlik güçlerini, planlanmış bir cemaat paranoyasıyla yıldırmaya çalışmanın asıl amacı bazı zümrelerin adalete hesap verme korkusudur; başka bir şey değil. Bazı dönemlerde girdikleri karanlık ve anti demokratik ilişkiler fâş olacak diye güvenlik güçleri ve adalet mekanizması aleyhine itibarsızlaştırma çalışması yapıyorlar. Bazı saflar da o paranoyaya eşlik ediyor. Keşke meseleye hem uluslararası hukuk tecrübesiyle hem de Türkiye’deki darbe geleneğinin deneyimleriyle bakılabilse...
Böyle giderse 28 Şubat yar-gı-la-na-maz
28 Şubat post-modern darbesiyle ilgili somut gelişmeler oldu. Suç duyuruları yapıldı falan. İşin doğrusu demokrasi açısından umut verici bir gelişme idi bu; ancak görünen o ki, bu tür soruşturmaların sağlıklı yürütülebileceğine dair umutlu olmak çok zor. Sabahtan akşama yargı mensupları bu kadar dövülürse, emniyet görevlileri bu kadar hırpalanırsa; bu davaları soruşturmakla yükümlü kişiler niçin elini taşın altına koysun ki?
Herkes unuttu; bu ülkede yaklaşık on senedir fail-i meçhul cinayet işlenemiyor. Oysa "siyasi suikastlar" ve "toplumda infial uyaran eylemler" vasıtasıyla siyaset yıllarca dizayn edildi. Bu feci duruma dur diyen polis ve adliye oldu. En derin çeteler bile güvenlik güçlerinin ve adalet mekanizmasının nefesini ensesinde hissetti. Şimdi bu iki zümre planlı bir cemaat paranoyası söylemiyle linç ediliyor. Bir yalpalama görülüyor. Kimileri kadim medyaya şirin görünmek için -belki de lafın nereye varacağını hesap etmeden- konuşuyor ve kendi varlık nedenini sorgulanır hale getiriyor. Evet, yargının ve güvenlik güçlerinin hataları olduğunda hepimiz buna karşı çıkmalıyız, sonuna kadar eleştirmeliyiz. Ama bu kurumların çetelerle, darbecilerle, terör örgütleriyle mücadelelerini de, insafsız bir paranoyaya, kurban etmemek gerekir.
Şimdi emniyet yetkilileri ya da yargı mensupları, "Neden soruşturma yapıp sopayı biz yiyelim?" dese haksız mı? Zaten Ergenekon’u sulandırma ve akim bırakma merkezi, planlı bir cemaat paranoyasıyla tam da bunu yapmak istiyor. Yargıyı ve güvenliği bunaltıp darbe davalarını ve derin ilişkilerin karmaşık eylemlerini örtbas etmeyi düşünüyorlar. Bunu görmemek için ya çok saf olmak ya da anti-demokratik illüzyonlara teslim olmak gerekir.
Ekrem Dumanlı/Zaman