15 Haz 2010 12:43
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:23
''BİZİ HEDEF GÖSTEREN BU PAÇAVRA...'' ORAY EĞİN VAKİT'İ BOMBALADI!
Oray Eğin Vakit gazetesini sert bir dille eleştirdi.
Sekiz gazetecinin hesap soracağı adres
Yardım gemisinin İsrail tarafından vurulmasının hemen ardından, Milliyet’in kuruluş yıldönümünde Ertuğrul Özkök, meslektaşlarına ’Hanginiz yarınki yazınızı tam aklınızdan geçtiği gibi yazdınız’ diye soruyor. Tabii ki herkes o haftanın duyarlılığına, toplumsal şartlara ve sokaklardan dalga dalga gelen öfke seline göre ayarlayıp, dengeleyerek yazmış yorumlarını.
Televizyonlar, gazeteler milliyetçi hezeyanlara kapılıp, iktidarın gazına gelerek soğukkanlılıktan uzak, duygusal yayınlar yaptılar. Hürriyet, neredeyse savaş çıkmış gibi ’İsrail saldırdı’ manşetiyle yıldırım baskı yaptı.
Kısacası, medya olarak serinkanlılığımızı koruyamadık.
’Mahalle baskısı’ pek çok yazarın açıkça düşüncelerini yazmasına engel oldu.
Birkaç gün içinde algı normalleşmeye başladı. İçimizdeki öfke, yerini mantığa bırakmaya, Başbakan’ın kışkırtıcı söylemine karşı tepkiler oluşmaya başladı. Daha serinkanlı manşetler, duygusallıktan uzak televizyon haberleri görmeye başladık.
Milliyet’in gecesinde Özkök’e ’Düşündüklerimizi tam olarak ifade edemedik’ diyen yazarlar da rahatlamaya, görüşlerini mahalle baskısından uzak dillendirmeye başladı kısa sürede.
’Şok’ günlerinde böylesi kaymaların, birkaç gün aşırı dalgalanmaların yaşanması normal. Türkiye, bu dalgalanmaları sık sık yaşamasıyla ve birkaç gün şaşırıp sonradan normalleşmesiyle meşhur bir ülke zaten.
Ama birkaç gün duraksamayı da anlıyorum. Zira bu ülkede düşündüğünü kriz anlarında özgürce ifade etmek ’cesaret’ olarak değerlendiriliyor, bedeli ağır oluyor.
Bu süreçte benim ne yazdığım ortada. Tekrar ediyorum: İsrail’in yaptığını asla savunmamakla birlikte o gemiyi oraya yollayan zihniyetin, Türkiye’yi Ortadoğu bataklığına atanların, marjinallerin yönüne dış politikayı çekenlerin de sorgulanması gerektiğini savunuyorum.
Geçtiğimiz günlerde Wall Street Journal gazetesi aralarında benim de olduğum sekiz gazetecinin bir paçavra tarafından nasıl hedef gösterildiğini yazdı. Gazete, bizi hedef gösteren bu paçavranın 1999’da da bir başka gazeteciyi hedef gösterdiğini, kısa süre sonra da o gazetecinin öldürüldüğünden bahsediyordu. (Journal’ın ismini vermediği gazeteci Ahmet Taner Kışlalı’ydı.)
Bu haber neden önemli? Artık dünyanın en önemli yayın organları bile Türkiye’deki bu marjinal, sapkın, hem de içinde tecavüzcüleri besleyecek kadar sapkın bir gazetenin yarattığı tehlikenin farkında. Ve uluslararası kamuoyu tehlikeye dikkat çekiyor.
Ancak biz Türkiye’de çok kötü bir sınav veriyoruz. Basın, bu hedef göstermeye karşı sessiz. Hedef gösterilen gazeteciler dahi sessiz.
Genelde bu paçavrayla ilgili hep ’Reklamını yapmayalım, bahsedip büyütmeyelim’ diye düşünürüm.
Bu gözü dönmüş sapkınlar görmezden gelindikçe, daha da azgınlaşıyor maalesef. Dur durak bilmiyorlar, hedef göstermekten çekinmiyorlar. Kana susamışlar.
Dün uyduruk bir okur mektubuyla yine isimlerimizi, yine cımbızla seçtikleri yazılarımızı seçerek hedef göstermişler. Önceki gün seks kasetine de meraklı İnternet sitelerinde Şalom’un kimden alıntı yaptığını yazıyorlardı; en başa da benim adımı koyarak.
Din eğitimi almak için kendisine başvuran genç erkek çocuklarını taciz eden Mustafa İslamoğlu’nu el üstünde tutar bunlar... Küçük kıza sarkıntılık eden Hüseyin Üzmez’i sahiplenirler...
Ve isterler ki kendileri gibi düşünmeyenler yok edilsin. Kelime anlamıyla yok edilsin.
Korkuyu anlıyorum. Bu paçavradan bahsetmenin sakıncalarını da.
Ama asıl mücadele edilmesi gereken bu hastalıklı sözde gazeteciler değil... Bu paçavrayı uçaklarına alan, onlara meşruiyet sağlayan, bu tehditleri savurmasına olanaklı imkan tanıyan zihniyet.
Bile bile ölüme gidenleri ’şehit’ diye onurlandırmaya kalkan, kendi vatandaşının güvenliğini, kahramanlık edebiyatı uğruna hiçe sayan o zihniyet.
Bizleri hedef gösteren de o zihniyettir. Hesabını o paçavradan değil, o paçavraya meşruiyet kazandıranlardan sormamız gerek.
Açık ve net.
Sorum Başbakan ve Cumhurbaşkanı’na: Bu kafayı onaylıyor musunuz, kınıyor musunuz? Bizim güvenliğimizden sorumlu musunuz değil misiniz?
Oray Eğin/Akşam
Yardım gemisinin İsrail tarafından vurulmasının hemen ardından, Milliyet’in kuruluş yıldönümünde Ertuğrul Özkök, meslektaşlarına ’Hanginiz yarınki yazınızı tam aklınızdan geçtiği gibi yazdınız’ diye soruyor. Tabii ki herkes o haftanın duyarlılığına, toplumsal şartlara ve sokaklardan dalga dalga gelen öfke seline göre ayarlayıp, dengeleyerek yazmış yorumlarını.
Televizyonlar, gazeteler milliyetçi hezeyanlara kapılıp, iktidarın gazına gelerek soğukkanlılıktan uzak, duygusal yayınlar yaptılar. Hürriyet, neredeyse savaş çıkmış gibi ’İsrail saldırdı’ manşetiyle yıldırım baskı yaptı.
Kısacası, medya olarak serinkanlılığımızı koruyamadık.
’Mahalle baskısı’ pek çok yazarın açıkça düşüncelerini yazmasına engel oldu.
Birkaç gün içinde algı normalleşmeye başladı. İçimizdeki öfke, yerini mantığa bırakmaya, Başbakan’ın kışkırtıcı söylemine karşı tepkiler oluşmaya başladı. Daha serinkanlı manşetler, duygusallıktan uzak televizyon haberleri görmeye başladık.
Milliyet’in gecesinde Özkök’e ’Düşündüklerimizi tam olarak ifade edemedik’ diyen yazarlar da rahatlamaya, görüşlerini mahalle baskısından uzak dillendirmeye başladı kısa sürede.
’Şok’ günlerinde böylesi kaymaların, birkaç gün aşırı dalgalanmaların yaşanması normal. Türkiye, bu dalgalanmaları sık sık yaşamasıyla ve birkaç gün şaşırıp sonradan normalleşmesiyle meşhur bir ülke zaten.
Ama birkaç gün duraksamayı da anlıyorum. Zira bu ülkede düşündüğünü kriz anlarında özgürce ifade etmek ’cesaret’ olarak değerlendiriliyor, bedeli ağır oluyor.
Bu süreçte benim ne yazdığım ortada. Tekrar ediyorum: İsrail’in yaptığını asla savunmamakla birlikte o gemiyi oraya yollayan zihniyetin, Türkiye’yi Ortadoğu bataklığına atanların, marjinallerin yönüne dış politikayı çekenlerin de sorgulanması gerektiğini savunuyorum.
Geçtiğimiz günlerde Wall Street Journal gazetesi aralarında benim de olduğum sekiz gazetecinin bir paçavra tarafından nasıl hedef gösterildiğini yazdı. Gazete, bizi hedef gösteren bu paçavranın 1999’da da bir başka gazeteciyi hedef gösterdiğini, kısa süre sonra da o gazetecinin öldürüldüğünden bahsediyordu. (Journal’ın ismini vermediği gazeteci Ahmet Taner Kışlalı’ydı.)
Bu haber neden önemli? Artık dünyanın en önemli yayın organları bile Türkiye’deki bu marjinal, sapkın, hem de içinde tecavüzcüleri besleyecek kadar sapkın bir gazetenin yarattığı tehlikenin farkında. Ve uluslararası kamuoyu tehlikeye dikkat çekiyor.
Ancak biz Türkiye’de çok kötü bir sınav veriyoruz. Basın, bu hedef göstermeye karşı sessiz. Hedef gösterilen gazeteciler dahi sessiz.
Genelde bu paçavrayla ilgili hep ’Reklamını yapmayalım, bahsedip büyütmeyelim’ diye düşünürüm.
Bu gözü dönmüş sapkınlar görmezden gelindikçe, daha da azgınlaşıyor maalesef. Dur durak bilmiyorlar, hedef göstermekten çekinmiyorlar. Kana susamışlar.
Dün uyduruk bir okur mektubuyla yine isimlerimizi, yine cımbızla seçtikleri yazılarımızı seçerek hedef göstermişler. Önceki gün seks kasetine de meraklı İnternet sitelerinde Şalom’un kimden alıntı yaptığını yazıyorlardı; en başa da benim adımı koyarak.
Din eğitimi almak için kendisine başvuran genç erkek çocuklarını taciz eden Mustafa İslamoğlu’nu el üstünde tutar bunlar... Küçük kıza sarkıntılık eden Hüseyin Üzmez’i sahiplenirler...
Ve isterler ki kendileri gibi düşünmeyenler yok edilsin. Kelime anlamıyla yok edilsin.
Korkuyu anlıyorum. Bu paçavradan bahsetmenin sakıncalarını da.
Ama asıl mücadele edilmesi gereken bu hastalıklı sözde gazeteciler değil... Bu paçavrayı uçaklarına alan, onlara meşruiyet sağlayan, bu tehditleri savurmasına olanaklı imkan tanıyan zihniyet.
Bile bile ölüme gidenleri ’şehit’ diye onurlandırmaya kalkan, kendi vatandaşının güvenliğini, kahramanlık edebiyatı uğruna hiçe sayan o zihniyet.
Bizleri hedef gösteren de o zihniyettir. Hesabını o paçavradan değil, o paçavraya meşruiyet kazandıranlardan sormamız gerek.
Açık ve net.
Sorum Başbakan ve Cumhurbaşkanı’na: Bu kafayı onaylıyor musunuz, kınıyor musunuz? Bizim güvenliğimizden sorumlu musunuz değil misiniz?
Oray Eğin/Akşam