BİZ İŞKENCE GÖRÜRKEN O POLİS GÖZYAŞI DÖKÜYORDU!
Ruşen Çakır 12 Eylül sonrası Gayrettepe'de polis işkencesindeyken kendileri için gözyaşı döken o polisi anlattı...
Vatan yazarı Ruşen Çakır "Zalimler için yaşasın cehennem" başlığını verdiği yazısında bundan 31 sene önce poliste gördüğü işkenceyi anlattı ve iyi bildiği İslami terminolojiyle işlediği köşesinde Türkiye'de bugün yaşanan süreç ile 12 Eylül askeri darbesi sonrası yaşananları karşılaştırdı.
İşte Çakır'ın köşesinden uzun ama etkili bir bölüm:
Bundan tam 31 yıl önce, 1981 yılının kışında İstanbul Gayrettepe'deki 1. Şube'de (diğer adıyla Siyasi Şube, günümüzde Terörle Mücadele) yüzlerce kişi sistemli bir şekilde işkence görüyorduk.
İşkenceli sorgular üst katlarda yapılır, sorgusuna ara verilenlerden şanslı olanlar alt katlardaki hücrelere konulurdu. Bu hücrelerden, dolayısıyla bizlerden sorumlu olan polis memurlarının ezici bir çoğunluğu, herhalde sorguculuğa terfi etmek için olsa gerek, zalimlikte birbirleriyle yarışırlardı.
Bu yüzden tuvalete gitmek, yemek yemek, su içmek gibi en temel ihtiyaçlarımızı temin etmek bile ayrı bir işkence fırsatı olabiliyordu.
Ama istisnalar da vardı: Yaşı diğer polislere göre biraz daha ileri bir görevliyi, daha doğrusu onun gözyaşlarını hatırlıyorum. Belki kendisinin de o yaşlarda kız çocuğu vardı, belki de yoktu, hiç önemli değil; sözünü ettiğim görevli, maruz kaldığı ağır işkenceler nedeniyle arkadaşları tarafından tuvalete taşınan bir genç kızı gördüğünde gözyaşlarını tutamıştı.
Dilsiz şeytanlar
1. Şube'ye adımını attıkları andan itibaren sadece ve sadece kötülük, küfür, işkence, taciz görmüş olan insanlar için bu sahne bir tür mucizeydi. Nitekim kısa sürede bu kişi bir efsane haline geldi. Ve böyle ortamlarda hep olduğu gibi ilk kez kimin dile getirdiği belli olmayan bir söylenti genel kabul gördü: O polis Nakşibendiydi. Hızla yayılan bu rivayet bile, o tarihlerde Türk sosyalist solunun İslamiyete ne kadar mesafeli durursa dursun, ona bir şekilde sıcak baktığının kanıtıydı.
Bu mucizevi sahne bir başka şeyin de kanıtıydı ve hâlâ kanıt olma özelliğini koruyor: İnsanlar "emir kulu" olsalar da, haksızlığa karşı durabilir, zulüm mekanizmalarının bir dişlisi olmayı reddedebilirler.
Madem İslam konusuna girdik, yine İslami terminolojiyle devam edelim: Güvendiğim kaynaklarımın sahih olduğunu söylediği ama olmasa da sevmeyi sürdüreceğim bir hadise göre Hz. Muhammed "Haksızlığın karşısında susan dilsiz şeytandır" demiş. İşte, Nakşi ya da değil, 31 yıl önce benim ve birçok arkadaşımın yaşamında farklı bir pencere açmış olan o polis memuru, bir damla gözyaşının da, pekala nice sözcüğün yerini alabildiğini bizlere göstermişti.
Geveze şeytanlar
Almanca'da bir terim var: Schadenfreude. Başkalarının başına gelen kötülüklerden zevk almak anlamına gelen bu sözcük günümüz Türkiyesi'nde altın çağını yaşıyor diyebiliriz. Haksızlık, zulüm karşısında susmak ne kelime, onu meşrulaştırmak için durmaksızın konuşan, sallayan, yalanlar, iftiralar üreten ve mazlumların, mağdurların halinden pornografik bir zevk alanları görünce insan tam bir kedere kapılıyor ve hemen aklına şu soru geliyor: "Bu kadar kötülüğü nerede, ne zaman ve niçin biriktirdiniz?"
İnsanlık tarihi aynı zamanda zulümler ve onlara karşı direnişlerin tarihidir. Ve tarih zalimleri, onların cellatlarını, işkencecilerini, tetikçilerini değil zulme uğrayanları, ona karşı direnenleri, bu uğurda fedakârlıkta bulunanları yazmıştır. Uzaklara ve çok eskilere gitmeye gerek yok; yakın tarihimizin hayırla yad edilen hemen hemen tüm isimlerinin bir şekilde devletten (sistemden) kötülük görmüş olmaları bir raslantı olabilir mi?
Tek bir örnek vermek istiyorum. Hayatı zindanlar, sürgünler, mahkemelerde geçmiş olan Bediüzzaman Said Nursi, 1909'da patlak veren 31 Mart Vakası nedeniyle tutuklanmış, idamla yargılandıktan sonra hakkında takipsizlik kararı verilince serbest bırakılmıştı.
Onun mahkeme çıkışı söylediği şu sözün, tüm mazlumların bir tür sloganı haline gelmesi herhalde şaşırtıcı değildir: "Zalimler için yaşasın cehennem!"