10 Şub 2012 14:38
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:19
BİRGÜN'DEN ETYEN MAHÇUPYAN'A YAYLIM ATEŞ; ''BİR KÖTÜLÜK KALEMİ MAHÇUPYAN''
Birgün yazarı Akın Olgun, son dönemin çok tartışılan isimlerinden Etyen Mahçupyan hakkında ağır bir yazı kaleme aldı..
Bir kötülük kalemi: Mahçupyan
Kötü olmakla arsız olmak arasında diyalektik bir bağ vardır. Kötü olan aynı zamanda arsız ve çirkeftir. İç dünyaları o kadar küflenmiştir ki onların bulunduğu yerde kendinizi zehirlenmiş hissedersiniz. Mideniz kalkar, başınız döner, temiz bir havayı ciğerinize dolduracak bir aralık, bir çatlak ararsınız. Nafile bulamazsınız. Çünkü kötü olanların korkunç bir ağırlığı vardır. Bulundukları ortama bütün ağırlıklarını bırakarak işgal ederler ruhu olan her şeyi.
İyi olandan nefret ederler, her sözün çetelesini tutarak zamanı geldiğinde kullanmak üzere pusu defterlerine not ederler. Yüzlerinde zaman zaman oluşan mimik kaymaları sabırsızlıklarından kaynaklıdır. Onlar uyumazlar, uyuyamazlar. Kaşıntılı ruh halleri cenabet huzursuzluğu ile aranıp durur ve kendisi gibi olanların dünyasına hızla sığınarak grup seansları yapar ve seçtikleri kurbanlarının etini, ruhunu parçalayarak rahatlarlar.
Dünyada olan biten aslında onların hiç umurunda değildir. Umursuyor-muş gibi yaparlar. Yazdıkları konuştukları, tükettikleri her söz, her cümle freni boşalmış bir kamyon gürültüsü taşır. Kime çarpacaklarını, kimi ezeceklerini önemsemezler. Tek dertleri kamyonları ve kendileridir.
Kimisi haldır haldır konuşarak yapar bunu, kimisi yazarak. Her iki durumda da büyük adam pozları verirler. Hem cellât, hem kahraman olmak istemeleri onları korkunç bir kişiliğe büründürür. Ağır travmalarını tüm toplumun üstüne boca ederek hayâsızlıklarının okşanmasını beklerler. Kötülük onay ister ve onlar yaptıklarını onaylatmak için tapındıkları güce sığınırlar ama gücü aslında kendilerinin yönettiğini düşünerek hareket etmek kendilerine atfettikleri önemi şişirir. Yalan da olsa buna inanarak yaşamak, iskeletlerinin dağılmadan bir arada durmasını sağlar.
Tıpkı Mahçupyan gibi. Arsızlığın başa vurması kelimelere düştüğünde gerçek kendisini ele verir. Hrant üzerinden Hrant’ın arkadaşlarını vurmaya kalkmak, bir cinayetin arkasındakilerin peşinde olmaktan çok, o cinayetin faillerini bulmaya çabalayan insanları suçlu göstermeye çalışmaktır. Arkadaşlıktan kendisine söz, yetki, karar mekanizması çıkartan bir komisyonculuktur bir yanıyla. Hrant’ı katledenlerin ortaklığı ortadayken, terfiler alarak korunaklı alanlara tırmanırken, birine, birilerine Hrant üzerinden kötülük yazıları yazmak başka anlam taşımaz.
En masum ve en savunmasız anınızı kollayan kötülüğün, acımasız hesapları karşısında yapabileceğiniz çok fazla bir şey olmaz. Kendinizi anlatmaya çabalamanın insanı ezdiğine tanıklık edersiniz ve biraz da çaresizce zamanın her şeyin ilacı olduğuna dair evrensel bir kabule boyun eğer, hızla ruhunuzda açılan yaraları sarmak için yine ruhunuza çekilirsiniz.
“Hrant’ın Arkadaşları” ve “Hrant’ın Parazitleri” başlıklı yazılarını okuduğunuzda, rahatsızlığın temelinde Hrant’ın binlerce insan tarafından sol bir duyarlılıkla sahiplenilmesine duyulan hazımsızlığı görürsünüz ama daha da önemlisi, ithamlarının nasıl hastalıklı bir kötülük iştahı taşıdığına tanıklık edersiniz.
Ece Temelkuran’ın “Türk gazeteciler korkuyor…” tespitine bozuluvermiş pek Sayın Mahçupyan. Yer aldığı medya grubunun bu korkuyu yayan, besleyen ve şekillendiren şer üçgenin bir parçası olmasının bu bozulmada payı yüksek olsa gerek.
Ama asıl sorun bu değildir. Sorun Hrant’ın sahiplenilişine yön veren ortak ruhsal birlikteliğe duyulan rahatsızlıktır. Sol bir Hrant değil, muhafazakâr kesime iliştirilmiş, yani kendisiyle benzeşen bir Hrant sahiplenilmesi istenmektedir. Neden? Çünkü kendisinin içinde bulunduğu ZAMAN çevresini başka türlü kotarmak mümkün değildir.
Kendisini ifade olanağı bir biçimiyle elinden alınmış bir başka yazara karşı atılan bu kaba saba densiz ithamlar, aslında özünde kendi düşüklüğüne dair bir öfkenin yansımasıdır. Acıdan nasibini almamış, ödenmiş bedellerden bir ders çıkarmamış, dostluktan, arkadaşlıktan beslenmemiş bir dildir bu. Tüm yaşanılanları tersyüz etmeye kalkmak ve herkesi buna inandırmaya çalışmak bir vicdan züğürtlüğüdür. Böylesi bir ithamla herkesin tanıdığı, bildiği, duyarlılığı ve toplumsal olaylara karşı geliştirdiği refleksi ile içimizden biri olan bir aydına bu kadar kirli, bu kadar irtifa kaybetmiş, bu kadar şirazeden çıkmış şekilde abanmaya kalkışmak yazısal tecavüzden başka bir şey değildir. Foti Benlisoy’un da geçende yazdığı gibi: İnsan hiç değilse o sakalından utanır!
Bugün medya içinde hedefe konan birçok muhalif gazetecinin kenara itilerek etkisiz hale getirilmesi ve iktidar için dikensiz bir gül bahçesi yaratılması süreci neredeyse tamamlanmış gözüküyor ama bu onlara yetmiyor. Bir sürek avı hız kesmeden devam ediyor. İz sürücüler ise beyaz adamın kullandığı yerlilerden seçiliyor. Yazılar didik didik edilip birbirine yapıştırılarak Türk Malı psikolojik harp yöntemleriyle linç edilmek üzere ortalığa atılıyor.
Sesinizi duyurmaya çalışmanız onları daha da kamçılıyor olsa gerek. “Hala yaşıyor yaaa…” tarzı bir imha narası ile yeniden kolları sıvıyorlar. En fazla acıtacak yöntemi belirleyip köşelerinden ortalığa salıyorlar salyalarını. Acıtıyorlar da. Bir insanı neyin acıtacağını, neyin en derin yarayı açacağını, nasıl nefessiz kalacağınızı, nasıl içten içe kendinizi yiyeceğinizi çok iyi biliyorlar. Çünkü onlar hayatın acıtan yanında duranlar.
Eğer hayatın acıtanlar tarafında duruyorsanız, işkencede askıya çekilmiş bir insana işkencecisinin “ Lan oğlum ezdirme işte kendini, arkadaşlarının yerini söyle bitsin bu iş. Biz de severek yapmıyoruz lan bu işi” sözlerinin ne kadar insancıl bir yaklaşım barındırdığını kanıtlamaya çalışırsınız. Cumartesi Annelerinin gözlerinin içine bakıp bu eylem sol marjinallik kokuyor, dertleri kaybedilen çocukları değil propaganda yapmak demekten utanmazsınız.
Mahçupyan’ın karın ağrısı, muhalefetin Hrant’ın etrafında toplanarak güçlü bir ses olmasından kaynaklanıyor olabilir. İktidarın yarattığı korkunun karşısında, Hrant’ın arkadaşlarının gösterdiği direncin AGOS’un önünde sessiz bir güce dönüşmesi onu oldukça rahatsız ediyor olmalı ki sol, sosyalizm, ulusalcılık, Ergenekon kavramlarını birbirine yedirip, Hrant’ın sol-dan kurtarılması gerektiğine varan bir bilgi kirliliği yaratıyor.
Yeminli düşmanlık bu olsa gerek.
Akın OLGUN / BİRGÜN
Kötü olmakla arsız olmak arasında diyalektik bir bağ vardır. Kötü olan aynı zamanda arsız ve çirkeftir. İç dünyaları o kadar küflenmiştir ki onların bulunduğu yerde kendinizi zehirlenmiş hissedersiniz. Mideniz kalkar, başınız döner, temiz bir havayı ciğerinize dolduracak bir aralık, bir çatlak ararsınız. Nafile bulamazsınız. Çünkü kötü olanların korkunç bir ağırlığı vardır. Bulundukları ortama bütün ağırlıklarını bırakarak işgal ederler ruhu olan her şeyi.
İyi olandan nefret ederler, her sözün çetelesini tutarak zamanı geldiğinde kullanmak üzere pusu defterlerine not ederler. Yüzlerinde zaman zaman oluşan mimik kaymaları sabırsızlıklarından kaynaklıdır. Onlar uyumazlar, uyuyamazlar. Kaşıntılı ruh halleri cenabet huzursuzluğu ile aranıp durur ve kendisi gibi olanların dünyasına hızla sığınarak grup seansları yapar ve seçtikleri kurbanlarının etini, ruhunu parçalayarak rahatlarlar.
Dünyada olan biten aslında onların hiç umurunda değildir. Umursuyor-muş gibi yaparlar. Yazdıkları konuştukları, tükettikleri her söz, her cümle freni boşalmış bir kamyon gürültüsü taşır. Kime çarpacaklarını, kimi ezeceklerini önemsemezler. Tek dertleri kamyonları ve kendileridir.
Kimisi haldır haldır konuşarak yapar bunu, kimisi yazarak. Her iki durumda da büyük adam pozları verirler. Hem cellât, hem kahraman olmak istemeleri onları korkunç bir kişiliğe büründürür. Ağır travmalarını tüm toplumun üstüne boca ederek hayâsızlıklarının okşanmasını beklerler. Kötülük onay ister ve onlar yaptıklarını onaylatmak için tapındıkları güce sığınırlar ama gücü aslında kendilerinin yönettiğini düşünerek hareket etmek kendilerine atfettikleri önemi şişirir. Yalan da olsa buna inanarak yaşamak, iskeletlerinin dağılmadan bir arada durmasını sağlar.
Tıpkı Mahçupyan gibi. Arsızlığın başa vurması kelimelere düştüğünde gerçek kendisini ele verir. Hrant üzerinden Hrant’ın arkadaşlarını vurmaya kalkmak, bir cinayetin arkasındakilerin peşinde olmaktan çok, o cinayetin faillerini bulmaya çabalayan insanları suçlu göstermeye çalışmaktır. Arkadaşlıktan kendisine söz, yetki, karar mekanizması çıkartan bir komisyonculuktur bir yanıyla. Hrant’ı katledenlerin ortaklığı ortadayken, terfiler alarak korunaklı alanlara tırmanırken, birine, birilerine Hrant üzerinden kötülük yazıları yazmak başka anlam taşımaz.
En masum ve en savunmasız anınızı kollayan kötülüğün, acımasız hesapları karşısında yapabileceğiniz çok fazla bir şey olmaz. Kendinizi anlatmaya çabalamanın insanı ezdiğine tanıklık edersiniz ve biraz da çaresizce zamanın her şeyin ilacı olduğuna dair evrensel bir kabule boyun eğer, hızla ruhunuzda açılan yaraları sarmak için yine ruhunuza çekilirsiniz.
“Hrant’ın Arkadaşları” ve “Hrant’ın Parazitleri” başlıklı yazılarını okuduğunuzda, rahatsızlığın temelinde Hrant’ın binlerce insan tarafından sol bir duyarlılıkla sahiplenilmesine duyulan hazımsızlığı görürsünüz ama daha da önemlisi, ithamlarının nasıl hastalıklı bir kötülük iştahı taşıdığına tanıklık edersiniz.
Ece Temelkuran’ın “Türk gazeteciler korkuyor…” tespitine bozuluvermiş pek Sayın Mahçupyan. Yer aldığı medya grubunun bu korkuyu yayan, besleyen ve şekillendiren şer üçgenin bir parçası olmasının bu bozulmada payı yüksek olsa gerek.
Ama asıl sorun bu değildir. Sorun Hrant’ın sahiplenilişine yön veren ortak ruhsal birlikteliğe duyulan rahatsızlıktır. Sol bir Hrant değil, muhafazakâr kesime iliştirilmiş, yani kendisiyle benzeşen bir Hrant sahiplenilmesi istenmektedir. Neden? Çünkü kendisinin içinde bulunduğu ZAMAN çevresini başka türlü kotarmak mümkün değildir.
Kendisini ifade olanağı bir biçimiyle elinden alınmış bir başka yazara karşı atılan bu kaba saba densiz ithamlar, aslında özünde kendi düşüklüğüne dair bir öfkenin yansımasıdır. Acıdan nasibini almamış, ödenmiş bedellerden bir ders çıkarmamış, dostluktan, arkadaşlıktan beslenmemiş bir dildir bu. Tüm yaşanılanları tersyüz etmeye kalkmak ve herkesi buna inandırmaya çalışmak bir vicdan züğürtlüğüdür. Böylesi bir ithamla herkesin tanıdığı, bildiği, duyarlılığı ve toplumsal olaylara karşı geliştirdiği refleksi ile içimizden biri olan bir aydına bu kadar kirli, bu kadar irtifa kaybetmiş, bu kadar şirazeden çıkmış şekilde abanmaya kalkışmak yazısal tecavüzden başka bir şey değildir. Foti Benlisoy’un da geçende yazdığı gibi: İnsan hiç değilse o sakalından utanır!
Bugün medya içinde hedefe konan birçok muhalif gazetecinin kenara itilerek etkisiz hale getirilmesi ve iktidar için dikensiz bir gül bahçesi yaratılması süreci neredeyse tamamlanmış gözüküyor ama bu onlara yetmiyor. Bir sürek avı hız kesmeden devam ediyor. İz sürücüler ise beyaz adamın kullandığı yerlilerden seçiliyor. Yazılar didik didik edilip birbirine yapıştırılarak Türk Malı psikolojik harp yöntemleriyle linç edilmek üzere ortalığa atılıyor.
Sesinizi duyurmaya çalışmanız onları daha da kamçılıyor olsa gerek. “Hala yaşıyor yaaa…” tarzı bir imha narası ile yeniden kolları sıvıyorlar. En fazla acıtacak yöntemi belirleyip köşelerinden ortalığa salıyorlar salyalarını. Acıtıyorlar da. Bir insanı neyin acıtacağını, neyin en derin yarayı açacağını, nasıl nefessiz kalacağınızı, nasıl içten içe kendinizi yiyeceğinizi çok iyi biliyorlar. Çünkü onlar hayatın acıtan yanında duranlar.
Eğer hayatın acıtanlar tarafında duruyorsanız, işkencede askıya çekilmiş bir insana işkencecisinin “ Lan oğlum ezdirme işte kendini, arkadaşlarının yerini söyle bitsin bu iş. Biz de severek yapmıyoruz lan bu işi” sözlerinin ne kadar insancıl bir yaklaşım barındırdığını kanıtlamaya çalışırsınız. Cumartesi Annelerinin gözlerinin içine bakıp bu eylem sol marjinallik kokuyor, dertleri kaybedilen çocukları değil propaganda yapmak demekten utanmazsınız.
Mahçupyan’ın karın ağrısı, muhalefetin Hrant’ın etrafında toplanarak güçlü bir ses olmasından kaynaklanıyor olabilir. İktidarın yarattığı korkunun karşısında, Hrant’ın arkadaşlarının gösterdiği direncin AGOS’un önünde sessiz bir güce dönüşmesi onu oldukça rahatsız ediyor olmalı ki sol, sosyalizm, ulusalcılık, Ergenekon kavramlarını birbirine yedirip, Hrant’ın sol-dan kurtarılması gerektiğine varan bir bilgi kirliliği yaratıyor.
Yeminli düşmanlık bu olsa gerek.
Akın OLGUN / BİRGÜN