27 Kas 2012 09:10 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 14:25

'BİR TELEVİZYON DİZİSİNE BAĞIRDIĞI KADAR 34 İNSAN İÇİN BAĞIRMADI'

Ahmet Altan, bu haftanın ilk yazısında eleştiri oklarını bir kez daha Başbakan Erdoğan'a sapladı..

2012 Türkiye

Yirmi birinci yüzyıldayız.

Türkiye ise bugün II. Abdülhamit’in 140 yıl önceki yetkilerine sahip olmak isteyen ve ülkedeki her vatandaşın ne seyredeceğine, ne düşüneceğine tek başına karar vermeyi amaçlayan bir adamın başbakanlığını yaşıyor.

Buradaki soru şu:

Türkiye bu adamın başbakanlığına ve onun başbakanlık anlayışına layık mı?

Dünyanın en gelişmiş toplumu olmadığımız aşikâr.

Sanatta, bilimde, teknolojide çok geriyiz.

Ama, bütün bunlara rağmen ben bu toplumun böylesine “ilkel” bir yönetim anlayışının çok ilerisinde olduğunu düşünüyorum.

Ülkenin başbakanı, “belgesel” zannettiği bir televizyon dizisindeki olayları “beğenmediği” için “savcıları” göreve çağırıyor.

Yüzlerce televizyon kanalı var bu ülkede.

Başbakan bu diziyi sevmiyorsa başka televizyonu seyreder.

Kimse başbakanlara zorla “dizi” seyrettirmiyor.

Ama ülkenin başbakanı “ben bunu seyretmeyeceğim” demiyor, “benim seyretmeyeceğimi siz de seyretmeyeceksiniz” diyor.

Bunu demekle kalmıyor, “otuz yıl boyunca sadece ata bindiğini” sandığı padişahın hayatını anlatan diziyi yasaklayacak bir hukuk da icat etmeyi arzuluyor.

Belli ki “başbakanın kültürünün, zevkinin, hayat tarzının” sınırlarını çizdiği bir hücreye yetmiş milyon insanı hapsetmeye yardım edecek bir hukuk ve yasak sistemi getirmeyi amaçlıyor.

Unutmayın ki “dizi yasaklamak” için savcıyı çağıran bu adam, 34 insanın öldüğü Uludere için savcı çağırmadı.

Bir televizyon dizisi için bağırdığı kadar 34 insanın ölümü için bağırmadı.

Şu anda Türkiye’yi yöneten zihniyetin özeti bu kadar acıklı.

Türkiye bu ilkelliğe razı olacak mı?

Ben razı olacağını sanmıyorum.

Tayyip Erdoğan başbakanlığının ilk sekiz yılında bu toplumun ezilen çoğunluğunun arzularının gerçekleşmesine yardımcı oldu, ülkenin dönüşmesinde büyük bir rol oynadı, şimdi o çoğunluğa kendi “arzularını” dikte ettirmeye çabalıyor.

Kendine oy veren insanların da hayatlarına müdahale etmeye uğraşıyor.

Başbakan’ın, “Muhteşem Yüzyıl” hakkındaki saçma sapan konuşmasını yaptığı mitingi televizyondan izledim, halkın çok büyük çoğunluğunun severek izlediği bu dizi hakkında savcıları göreve çağırdığında bir tek alkış bile duyulmadı.

İnsanlar ona öyle baktılar.

Bir toplum bilimci değilim, çok karmaşık bir yapıya sahip olan bu toplumu çok iyi tanıdığımı iddia edecek de değilim ama “o sessiz bakışların” Erdoğan’ın kariyerindeki “inişin” başlangıcı olabileceğini düşünüyorum.

Erdoğan tarzı “Müslüman kisveli” bir kasaba tutuculuğunun ve ilkel bir yasakçılığın elbette taraftarı vardır ama bu taraftarların sayısı toplumun yüzde on beşini geçmez.

Üstelik Erdoğan ne yazık ki hepimizi dünyanın gözünde gülünç duruma düşürecek bir palavracılığın ivmesini de arttırdıkça arttırıyor.

“Atalarımızın atlarıyla gittiği her yere gideriz” türünden ipe sapa gelmez laflar ediyor, bırakın atalarımızın gittiği Viyana’yı, bırakın Şam’ı, Bağdat’ı, bu başbakanın yönettiği ülkenin ordusunun askerleri, bu başbakanın yönettiği ülkenin dağlarında, kırsalında “hayatlarını ortaya koymadan” dolaşamıyorlar.

Böyle yersiz babalanmaların, dizi yasaklamaya çalışan ilkelliklerin bugünkü Türkiye’nin çok gerisinde kaldığına inanıyorum.

Böyle giderse Erdoğan o çok istediği başkanlığa hiç bir zaman ulaşamayacak bence.

Başkanlıktan geçtim Türkiye’nin böyle bir “başbakanlığa” da uzun süre razı olacağını sanmıyorum.

Siyaset, ülkeyi bugün bulunduğu noktadan geriye çekmeye çalışan bu zihniyeti silkeleyecek bir çözüm yolu bulacaktır.

Ben bu toplumun artık öyle “sihirbaz tavşanı” gibi ne kadar bastırırsan bastır ses çıkarmadan duracağı kanaatinde değilim.

Bu toplumun böyle bir yönetime rıza gösterip göstermeyeceğini anlamak için çok uzun beklememize de gerek yok, kısa bir zaman içinde herkes bu toplumun ne istediğini görür.

Ahmet ALTAN / TARAF