BİR RÖPORTAJIN PERDE ARKASI...GÜVEN SINAVINDAN GEÇİRDİLER...PEŞLERİNDEN KOŞTURDULAR...GİZEMLİ ADNAN HOCA'DAN GİZEMLİ RÖPORTAJ!...
Tempo Dergisi muhabiri Semra Pelek ile fotoğraf editörü Çağrı Kılıçcı,gündemdeki Adnan Hoca ile röportaj yapmaya kalkıştı.Sonunda röportaj yapmayı başardılar ama röportaja kadar giden yollarda yaşadıkları "korku filmi gibiydi"
Adnan Oktar Tempo'ya Konuştu: Peygamberler gibi zulme uğradığına inanıyor
Adnan Hoca konuştu konuşmasına da Tempo'nun başarılı muhabiri Semra Pelek ile fotoğraf editörü Çağrı Kılıçcı'nın röportajı gerçekleştirene kadar "analarından emdikleri süt burunlarından geldi" İşte Semra Pelek'in kaleminden bu haftaki Tempo'da yayınlanan röportajın öyküsü:
Adnan Oktar ile bağlantı kurup onunla röportaj yapmak istediğimizi ilettince, karşımıza önce kendisi değil "ekibi" çıktı. Ekibin bir şartı vardı : "Bizim önce size güvenmemiz lazım" dediler. Oktar, söylediklerinin çarpıtılmasından çok şikayetçiymiş. Önce soruları yazılı olarak göndermemizi istediler, ardından röportaja ikna oldular. Ama bu arada yazılı sorulara da yanıt verdiler. Gönderdiğimiz sorulara cevap vermeleri de tam üç gün sürdü. Röportajın birinci bölümü işte böyle oluştu. Soruları faksladık. Cevaplar CD´de elimize verildi.
İkinci konuda pazarlığımız fotoğraflarla ilgili oldu. Adnan Oktar´ı evinde çekme sözü almıştık. Sonraki görüşmemizde "Evde değil, bahçede çekebilirsiniz. Özel hayattır bu sonuçta" dediler. Tamam kabul ama son gece, telefon açtılar ve "Fotoğrafları biz çekelim size göndeririz" dediler. İşte haberden o noktada vazgeçtim. Çünkü onlar halkla ilişkilerci mantığı ile haberi kendi insiyatifleri doğrultusunda hazırlamamızı öngörüyorlardı. Bahaneleri de yine özel hayattı : Evine girmemiz doğru olmazmış.
-"Ne var o evde? Ne bu korku?"
Cevap yok.
Ertesi günkü telefon görüşmemizde, fotoğrafları çekmemiz için onay çıktı :
-"Sadece beş dakika çekebilirsiniz."
Fotoğraf editörümüz Çağrı Kılıççı ile fotoğrafları çekilecek evin daha önce Çamlıca´da olduğunu söyledikleri için Kadıköy´de buluştuk. Sonra bir telefon :
-"Siz Dolmabahçe´de bizi bekleyin, orada bir programımız var, sizi alacağız."
Dolmabahçe´de beklerken, telefon geldi:
-"Siz Çengelköy´e gelin. Biz sizi alacağız."
Çengelköy´de yine bir telefon geldi:
-"Kandilli iskelesinin orada bir arkadaşımız sizi alacak."
Kandilli'ye vardığımızda, tarif ettikleri aracın peşine takıldık. Eve gideceğimizi zannederken, İstanbul Ticaret Odası´nın, Kandilli´de bir koru içindeki tesislerine götürüldük. Bize rehberlik eden araç biz otoparka girdiğimizde ortadan kayboldu. İçinde kim vardı görmedik.
Otoparkta davadan tanıdığım Adnan Oktar´ın müritleri, adamları, ekibi ya da her nasıl tanımlanıyorsa, dört kişi bir aracın içinde bekliyordu.
İnip, o saatlerde kimsenin bulunmadığı en tepedeki restorana gittik. Kapıda, takım elbiseli genç bir adam bizi karşılayıp içeri yönlendirdi. Sonra o da kayboldu. Korku filmi gibi!
İçeride önce Adnan Oktar ekibinin ünlü isimleri Altuğ Berker ve Tarkan Yavaş tarafından karşılandık. Ve nihayet Adnan Oktar ile karşılaştık.
Önce fotoğraflarını çekmeye karar verdik. Belki bu bile düşünülmüştü. Güneş batımı ve İstanbul Boğazı´nın renkleri önünde Oktar´ın nasıl da etkileyici duracağı hesaplanmıştı.
Çağrı Kılıççı, havuzun bulunduğu bahçede fotoğrafları çekerken, Oktar´ı inceledim. Bana "Semra Hocam" diye sesleniyordu ki en çok buna şaşırdım. Adnan Oktar yine baştan aşağııya bakımlıydı. Devetüyü rengi kaşmir paltosu, füme rengi taım elbisesi "markayız ve pahalıyız" diye bağırıyordu. İpek kravat ve mendilini gözlerinin rengini vurgulamak için yeşil seçmişti. Osmanlı motifi altın kravat iğnesi, Arapça yazılı rozeti pahalı seçimler