Bir “kötü adam”ın arkasından… Yalana gerek yok, iyi bir insan değildi!
Bırakın dostunu, sevenini, beş yıl boyunca benim dışımda kimseyle selamlaştığını, sohbet ettiğini bile duymadım, görmedim.
Kimden söz ettiğimi anlamışsınızdır… Sabah Gazetesi’nin yazarı Engin Ardıç için kullandım başlıktaki ifadeyi…
Duymuşsunuzdur, önceki gün, beyin kanaması nedeniyle kaldırıldığı ve yaklaşık bir buçuk aydır yattığı hastanede öldü.
Kendisiyle uzun yıllar boyunca aynı gazetelerde çalıştım. (Yandaş Sabah hariç!)
Öncelikle belirtmeliyim ki kendisi bana hep kaliteli eğitimin, bir insanda nasıl heba olduğunu hatırlatmıştır…
Siz Robert Kolej’den ve Galatasaray Lisesi’nden mezun olacaksınız, hem İngilizce’yi, hem Fransızca’yı ana diliniz gibi bileceksiniz, üstelik tanrı vergisi bir yazma yeteneğine sahip olacaksınız; ama tüm bu özelliklerinizi insanlara, kurumlara ve topluma küfür etmek için kullanacaksınız…
Bu, “birikimleri ve iyi bir eğıitimi heba etmek” değilse nedir?
Engin’le “muhalif gazeteci” olarak takıldığı günlerde, beş yıla yakın birlikte çalıştım.
Her öğlene doğru, Bağdat Caddesi’ndeki McDonalds’tan alıp arabasına koyduğu iki adet büyük McBurger, ısınmış bir bardak kola ve soğumuş patatesle gazeteye gelir, odasına kapanıp büyük bir iştahla yemeğini yerdi. Sonra da en fazla iki saat içinde yazısını yazıp giderdi.
Hep, aşırı kiloluydu.
Tek bir dostu yoktu.
Bırakın dostunu, sevenini, beş yıl boyunca benim dışımda kimseyle selamlaştığını, sohbet ettiğini bile duymadım, görmedim.
Karısının dışında kimseyle telefonlaşmazdı.
Ziyaretçisi olmazdı.
Yazıları hep, muhatabını küçümsediği, alay ya da hakaret ettiği satırlardan oluşurdu.
Felaket para düşkünüydü.
Ender sohbetlerimizden birinde “Ben borazanım, parayı veren öttürür” dediğinde, gözlerine öyle şaşkınlıkla bakmıştım ki kızmıştı:
“Niye şaşırıyorsun? Hepimiz satılık değil miyiz?”
*
Gerçekten “satılık” olduğunu Sabah’a geçtikten sonra anladım.
Yeni patronlarına yaranmak için Atatürkçüler’e, kumpas davalarına kurban giden askerlere, CHP seçmenine küfretmeye başladı.
İnanmayacaksınız ama eski gazetesinde kendisine selam veren tek kişi olmama rağmen, bir 10 Kasım günü Dolmabahçe’ye yaptığım ziyareti anlattığım yazımdan sonra köşesinde isim vererek bana bile hakaret etti.
FETÖ kumpaslarının hedefi olunca onur intiharıyla hayatına son veren Albay Abdülkerim Kırca’nın ardından, “Mermiye kafa atan tahtakurusu, koca fare… Hesabı ödemeden nereye?” gibi ifadeler kullanınca bir daha da yazısını okumadım.
*
Hani bizde bir inanış vardır, “Ölünün arkasından kötü konuşulmaz” diye...
Konuşulur efendim, benim inancıma göre kötü bir insanın hem önünden hem arkasından konuşulur.
Engin Ardıç gazeteci falan değil, kesinlikle bir küfür makinesiydi.
Kaleminden kendisi gibi düşünmeyenler için sürekli pislik akardı.
Parasını verenlere ise saygıda kusur etmezdi. Her türlü yalakalığı, utanmadan sıkılmadan yapardı.
Dedim ya bu ülkenin en iyi okullarından mezun oldu...
Ama adam olamadı.
Bir tane bile arkadaşını, sevenini, dostunu görmedim.
Çünkü kötü bir adamdı.
Şimdi imam efendi soracak, “Nasıl bilirdiniz?” diye...
Buradan söyleyeyim:
Kötü bilirdik. İyi bilirdik diyenlere bakmayın, yalan söylüyorlar!
Çünkü Engin, öbür tarafa kul hakkıyla gidiyor.
Atatürk’ü karalamak için hakaret ettiği kişilerden biri olarak, kesinlikle hakkımı helal etmiyorum.
Böyle biline...