BİR GAZETECİ, "DÜNYAYI YÖNETENLER" DENİLEN VE KATILANLARIN YAZMASI YASAK OLAN BİLDERBERG TOPLANTISI'NA NEDEN KATILIR?..
Politika,siyaset ve medya dünyasının ünlü isimlerini biraraya getiren Bilderberg toplantılarına katılan Fehmi Koru,Mehmet Ali Birand ve Cengiz Çandar'ı yakından ilgilendiren soruyu Sabah yazarı Umur Talu sordu...
Baygın ve şaşı
Anlayamadığım meseleler listesinden birini daha çekip huzurlarınıza getiriyorum:
Bir gazeteci, "dünyayı yönetenler" diye tanımlanan, hazır bulunanların değil sonradan anlatıp yazması, içeride not alması dahi yasak olan Bilderberg Toplantısı'na neden katılır?
Bakın; bu soruyu krallara, kraliçelere, siyasetçilere, siyasi, askeri, ekonomik iktidar şahsiyetlerine, işadamı, işkadını, sermaye sahipleri ve onların yöneticilerine, TÜSİAD gibi örgütlerin başkanlarına filan sormuyorum.
Bir gazeteci, yerel olanlar bir yana, küresel iktidar sahipleriyle aynı sırları ölümüne sır olarak paylaşmayı neden taahhüt eder; sorarlarsa onlara akıl, fikir vermeyi niye marifet sayar?
Bundan ne bekler?
İtibar her zaman iktidarın, her zaman güç, kudret, servetin yanında, odasında, kafasında, pohpohlamasında mıdır?
Ah evet!
Son soru daha anlamlı olmalı.
Gazeteci, itibarını herhangi bir iktidar odağı içinde mi arar; öyle mi yapmalıdır?
Böyle mi olmalıdır yani?
Bu sorunun cevabının dünyada ve cennet vatanımızda birçok meslektaş için aynen evet olduğunu maalesef biliyoruz.
"Maalesef" i yanlış yere koydum; bilmemiz "maalesef" değil elbette. Üzücü ama, öyle değil. Yerine koyalım:
"Bu sorunun cevabının dünyada ve cennet vatanımızda maalesef birçok meslektaş için evet olduğunu biliyoruz."
Ya da:
"Bu sorunun cevabının dünyada ve cennet vatanımızda birçok meslektaş için maalesef evet olduğunu biliyoruz."
Dilerseniz her köşeye koyabilirsiniz maalesef ve esefi.
Niye böyle peki?
Mesele şu: Bu çok aklı ve vicdanı karışık bir meslek.
Hep öyleydi. Giderek işin içine daha çok karışıklık karıştı.
Herhangi bir yerde, diyelim ülkenizde, herhangi bir otoriteyi, onun dayatmalarını, otoriter düzeni, onu arayanları filan eleştirirken;
Dünyada baskının, dayatmanın, otoritenin, kudretin, tahakkümün, servetin, adaletsizliğin odaklarına ayılıp bayılmanın, biat etmenin, onlarla kol kola görününce kasılmanın, onları hayatın esası saymanın, itibarınızı onların gölgesinde aramanın, size gösterdikleri yakınlığı saygınlık zannedip saygınlığınızı ise böyle kankalıklar, sırdaşlıklarla sağlamanın ve sağlama almanın ne tür bir iç huzuru, tutarlılığı vardır?
Gazetecilerin akıllarıyla, vicdanlarıyla, mesleklerinin özellikleriyle, gelenekleriyle, özüyle kafalarında çözmeleri gereken ciddi bir mesele bu:
Neden herhangi bir güce, kudrete, iktidara yamanıyorum?
Usta, ben ne yapıyorum?
Buna gazetecilik demek mümkün olabilir mi?
Bu gazeteciliğe bağımsız, eleştirel, hakikaten demokrat(ik) denebilir mi?
Kimin sesiyim, kendi sesim hangisi, bu benim ağzım mı, benim dilim, kulağım, gözüm mü?
Görüldüğü gibi sorular zor değil.
Sadece, sorması zevksiz. Yüzleşme çok sıkıcı.
Çünkü insanoğlu öteki türlüsünü seviyor.
Çok gazeteci, başka bir gücü, başka bir kudreti, başka bir iktidarı eleştirirken dahi bir kudret, bir iktidar gölgesinde düşünmeye, yazmaya, konuşmaya, onun sesini içselleştirmeye, onun hoparlörü kesilmeye bayılıyor.
Bakmayın, pek kalın görünse de gözünün üstünde kaşı;
Biraz da ondan böyle baygın, böyle mahzun, böyle şaşı bu mesleğin bakışı.
Kahpe karakol saldırısına lanet olsun. Israrla Türkiye'yi Irak batağına çekmek isteyen maşalar 1984 dönemini yeniden başlatmak istiyor.