‘Anne’ dizisiyle (Star TV) sektöre fırtına gibi döndünüz. Yeniden o yarışın içinde olmak nasıl? - Bir işe başlarken yarışa girmiş gibi hissetmem. Benim için iş yaparkenki duygumdur önemli olan. Çabuk karar verebilen biri değilim aslında ama çok kısa sürede oldu bu kez her şey. Biliyorsun, bu iş 2010’da, Japonya’da yapılmış ve çok beğenilmiş. Önce onu izledim. Çok etkilendim. Sonra uyarlanmış senaryosunu merak ettim, yönetmenimiz Merve Girgin’le tanıştım. Bu bir ekip işi ve burada her şey olması gerektiği gibiydi. Sonra güzel şekilde çalışmaya başladık. Ama ne zaman ki yayın tarihi belli oldu, sıra işi paylaşmaya geldi; -o zaman fark etmediğim ama şimdi anladığım- bir gerginliğin içine girdim. Sebebi reyting kaygısının dışında; yapılan bir seçimin sonucu ve sorumluluğuydu daha çok.
Annelik deyince aklınıza ilk ne geliyor? - Sevme ve sorumluluk alma sanatı olarak görüyorum ben anneliği. Peki sizce büyüten mi yoksa doğuran mı annedir? - Duruma, hikâyeye göre değişir. Ama hangisi emek verdiyse odur herhalde. Her doğuran anne olamıyorsa, doğurmayan da anne olabilir.
Siz anne olmak istiyor musunuz? - Bilmem, olabilir. Ben öyle durup dururken “Bir çocuğum olmalı, anne olmalıyım” diye düşünen, bunu arzulayan bir insan değilim. Kafam, duygularım öyle çalışmıyor. “Ne olursa olsun anne olmalıyım”dan çok; aile olmayı başarabilmek daha önemli benim için. Bunu başarabilmeyi isterim.
Dizide konu edilen hikâye Türkiye’de son dönemde yaşanan kadına ve çocuğa şiddet haberleriyle çok örtüşüyor. Senaryo size neleri sorgulatıyor? - Sorgulamak için diziye ihtiyaç duymayacağımız kadar vahşi şeyler oluyor. Örtüşmesi korkunç tabii. Affedilebilecek, “Neyse” denebilecek şeyler değil bunlar.