09 Eki 2010 11:18
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:42
BENİM GÜZİDE MEDYAMIZDA EN ÜRKTÜĞÜM İSİM YİĞİT BULUT'TUR!
Sabah Cumartesi'nin Hop Kültür yazarı Sami Tosun Yiğit Bulut'tan neden ürküyor?
Ürkütücü medya dünyası
Efendim, bendeniz ne medya dünyasındaki savaşları, ne siyaset âlemindeki dalgalanmaları ve tabii ki ne de aklımın almayacağı polis operasyonlarını takip ederim. Böyle şeylerden korkarım, dolayısıyla aklım alacak olsa bile aldırmamaya gayret ederim. Netice itibarıyla, ülkemizin hop kültürünü takip etmek de bir ihtiyaçtır ve tehlikeli değildir. Yazarsın, yazarsın, en fazla iki popüler ’yıldız’ımız bozuluverir, birkaç ’çok mühim’ gazeteci ya da televizyoncu ’twitter’da engeller, bütün risk budur. Zaten fazla kimseyle tanışmayı, hele telefon numaramı sağa sola vermeyi hiç düşünmem bile. Devir kötü. Ya yeni tanıştığım kimse benim hiç tahmin edemeyeceğim karanlık bir kimseyse?! Hadiii! Takıl dinlemeye, yollan ifadeye!.. Yatağımdaki Düşman filminde olduğu gibi gerilimli bir münasebet yaşıyorum ’cebimdeki düşman’la. Cemiyet ve ’hop âlemi’ne dair dedikodu yaparken, neme lazım deyip pilini çıkarıyordum, geliniz ve görünüz ki, "Pilini çıkarsan bile dinleyebiliyorlarmış," dedi bir arkadaşım, o günden beri telefonumdan korkuyorum. Evde bırakıyorum, bu sefer de aptal gibi bilmem ne kadar dakika olan kotamı dolduramayıp boşa para ödediğime yanıyorum. Allah sizi inandırsın, hanımlarla görüşmekten bile çekinir oldum.
’TENEKE’ ABİLER HER ŞEYİ BİLİR
İşte böyle bir atmosferde medya dünyasının bir kısım ’ürkütücü’ ismini zikretmek, takdir edersiniz ki, benim gibi ürkek bir kimse için oldukça zor. Ne var ki, kendimi tutamıyorum. Evet efendim, benim güzide medyamızda en ürktüğüm isim Yiğit Bulut’tur. Bu ürküntümün sebebi, esprilere konu olan jölelerinin üstüme üstüme gelmesi falan değil elbette; ben onun dizginlenemez halinden dehşete kapılıyorum. Yani, normal koşullarda normal biri tarafından yapılsa skandal sayılabilecek şeyleri öylesine bir özgüvenle yapıyor ki, kimse kendisine laf edemiyor, laf edilse bile, edilen o laflar kara delik gibi bir yere giriyor ve uzay boşluğunda kayboluyor. Biz bu tür arkadaşlara kıraathanelerdeki futbol ya da at yarışı muhabbetlerinden ekonomiye, oradan da siyasete sıçrayan iddialı ama ’teneke’ tabir edilen abiler biçiminde rastlarız genelde. Konuyla ilgili herhangi bir malumatları olmasa da, öylesine abartılı ve iddialı bir biçimde lafa girerler ki, karşılarına ordinaryüs getirseniz, dili boğazından geri kaçar, "Kardeşler bana müsaade, ben gidip biraz ansiklopedi karıştırayım," der. Yani durum şudur: Misal, amcalardan biri gazete okurken Türkiye ile İran ilişkilerine ve nükleer silahlara dair bir yorum mu yaptı, ’teneke’ abimiz oradan derhal atılır ve, "Siz bilmiyorsunuz. Türk ordusunun, buradan bir girdi mi, iki günde Hindistan’dan çıkacak planı hazır," diye konuşur. Evet, biz bilmiyoruzdur ve tartışamayız... Laf döndüğünde, hemen, "Quaresma da topçu mu?! Beşiktaş’ın bu sezonki en kötü transferi o!" diyebilir. Bir başka masada at yarışı bültenine eğilmiş altılı kuponu yapmaya uğraşan arkadaşları eksik bırakmaz ve, "İkinci ayakta Kafkaslı kazanamaz, mesafe kısa gelir," diye kesin bir tespitte bulunur ve aradan birkaç dakika geçmeden, "Dolar yükselecek!" der, hanımından gelen telefon üzerine, havuç almaya manava gider, zira evde havuç bitmiştir. Ertesi gün aynı abimizin, "İran da çok tehlikeli, vallahi bizim memleketi işgal edebilirler, ben demiştim Kafkaslı günün bankosuydu, Quaresma nasıl çaktı 90’a, herkes dolarını bozdursun altına yatırsın," gibisinden yeni iddialı laflarla kahveye girmesi kimseyi şaşırtmaz ve herkes durumun farkındadır ama abimiz yine herkese kendini bir biçimde dinletmeyi becerir. Yiğit Bulut’un durumuna gelecek olursak, bir zamanlar Radikal’de borsa, piyasa falan yazarken, arada siyaset, uluslararası ilişkiler gibi mevzulara iddialı bir biçimde dalan bu kıymetli medyacı hakkında, gazetenin o zamanki Genel Yayın Yönetmeni İsmet Berkan, dayanamayıp, "Gazeteler, derin cehalet örnekleriyle dolup taşıyor her gün ... Mesela Radikal’de Yiğit Bulut geçen gün bayağı bir saçmaladı, Mesut Barzani’yi yakalayıp getirmekten söz etti. Savaş çağrısı yapmak bu kadar kolay mı?" diye yazdı. İsmet Bey, ayıp etmişsiniz ama. Siz bilmiyorsunuz, Türk ordusu buradan bi girdi miydi... Neyse, aradan üç yıl falan geçti, Yiğit Bulut bu sefer ’demokratik açılım’ üzerine şampiyonluk tezleri yazmaya başladı. Tabii demokrasi de bir yere kadar! Aynı Yiğit Bulut, geçen hafta da mesai arkadaşı Fatih Altaylı’nın "Kanımı dondurdu," dediği bir öneri attı ortaya: Yazılı medyayı denetleyecek RTÜK benzeri bir kurum kurulmalıymış! Olsun tabii, neticede bünyenin sansüre de ihtiyacı var. İşte ben bu yüzden ürküyorum. Ve size soruyorum, ürkmekte haksız mıyım? Ya derse, "Yakalayın getirin bana o Sami’yi, keline jöle süreceğim!" diye?
Efendim, bendeniz ne medya dünyasındaki savaşları, ne siyaset âlemindeki dalgalanmaları ve tabii ki ne de aklımın almayacağı polis operasyonlarını takip ederim. Böyle şeylerden korkarım, dolayısıyla aklım alacak olsa bile aldırmamaya gayret ederim. Netice itibarıyla, ülkemizin hop kültürünü takip etmek de bir ihtiyaçtır ve tehlikeli değildir. Yazarsın, yazarsın, en fazla iki popüler ’yıldız’ımız bozuluverir, birkaç ’çok mühim’ gazeteci ya da televizyoncu ’twitter’da engeller, bütün risk budur. Zaten fazla kimseyle tanışmayı, hele telefon numaramı sağa sola vermeyi hiç düşünmem bile. Devir kötü. Ya yeni tanıştığım kimse benim hiç tahmin edemeyeceğim karanlık bir kimseyse?! Hadiii! Takıl dinlemeye, yollan ifadeye!.. Yatağımdaki Düşman filminde olduğu gibi gerilimli bir münasebet yaşıyorum ’cebimdeki düşman’la. Cemiyet ve ’hop âlemi’ne dair dedikodu yaparken, neme lazım deyip pilini çıkarıyordum, geliniz ve görünüz ki, "Pilini çıkarsan bile dinleyebiliyorlarmış," dedi bir arkadaşım, o günden beri telefonumdan korkuyorum. Evde bırakıyorum, bu sefer de aptal gibi bilmem ne kadar dakika olan kotamı dolduramayıp boşa para ödediğime yanıyorum. Allah sizi inandırsın, hanımlarla görüşmekten bile çekinir oldum.
’TENEKE’ ABİLER HER ŞEYİ BİLİR
İşte böyle bir atmosferde medya dünyasının bir kısım ’ürkütücü’ ismini zikretmek, takdir edersiniz ki, benim gibi ürkek bir kimse için oldukça zor. Ne var ki, kendimi tutamıyorum. Evet efendim, benim güzide medyamızda en ürktüğüm isim Yiğit Bulut’tur. Bu ürküntümün sebebi, esprilere konu olan jölelerinin üstüme üstüme gelmesi falan değil elbette; ben onun dizginlenemez halinden dehşete kapılıyorum. Yani, normal koşullarda normal biri tarafından yapılsa skandal sayılabilecek şeyleri öylesine bir özgüvenle yapıyor ki, kimse kendisine laf edemiyor, laf edilse bile, edilen o laflar kara delik gibi bir yere giriyor ve uzay boşluğunda kayboluyor. Biz bu tür arkadaşlara kıraathanelerdeki futbol ya da at yarışı muhabbetlerinden ekonomiye, oradan da siyasete sıçrayan iddialı ama ’teneke’ tabir edilen abiler biçiminde rastlarız genelde. Konuyla ilgili herhangi bir malumatları olmasa da, öylesine abartılı ve iddialı bir biçimde lafa girerler ki, karşılarına ordinaryüs getirseniz, dili boğazından geri kaçar, "Kardeşler bana müsaade, ben gidip biraz ansiklopedi karıştırayım," der. Yani durum şudur: Misal, amcalardan biri gazete okurken Türkiye ile İran ilişkilerine ve nükleer silahlara dair bir yorum mu yaptı, ’teneke’ abimiz oradan derhal atılır ve, "Siz bilmiyorsunuz. Türk ordusunun, buradan bir girdi mi, iki günde Hindistan’dan çıkacak planı hazır," diye konuşur. Evet, biz bilmiyoruzdur ve tartışamayız... Laf döndüğünde, hemen, "Quaresma da topçu mu?! Beşiktaş’ın bu sezonki en kötü transferi o!" diyebilir. Bir başka masada at yarışı bültenine eğilmiş altılı kuponu yapmaya uğraşan arkadaşları eksik bırakmaz ve, "İkinci ayakta Kafkaslı kazanamaz, mesafe kısa gelir," diye kesin bir tespitte bulunur ve aradan birkaç dakika geçmeden, "Dolar yükselecek!" der, hanımından gelen telefon üzerine, havuç almaya manava gider, zira evde havuç bitmiştir. Ertesi gün aynı abimizin, "İran da çok tehlikeli, vallahi bizim memleketi işgal edebilirler, ben demiştim Kafkaslı günün bankosuydu, Quaresma nasıl çaktı 90’a, herkes dolarını bozdursun altına yatırsın," gibisinden yeni iddialı laflarla kahveye girmesi kimseyi şaşırtmaz ve herkes durumun farkındadır ama abimiz yine herkese kendini bir biçimde dinletmeyi becerir. Yiğit Bulut’un durumuna gelecek olursak, bir zamanlar Radikal’de borsa, piyasa falan yazarken, arada siyaset, uluslararası ilişkiler gibi mevzulara iddialı bir biçimde dalan bu kıymetli medyacı hakkında, gazetenin o zamanki Genel Yayın Yönetmeni İsmet Berkan, dayanamayıp, "Gazeteler, derin cehalet örnekleriyle dolup taşıyor her gün ... Mesela Radikal’de Yiğit Bulut geçen gün bayağı bir saçmaladı, Mesut Barzani’yi yakalayıp getirmekten söz etti. Savaş çağrısı yapmak bu kadar kolay mı?" diye yazdı. İsmet Bey, ayıp etmişsiniz ama. Siz bilmiyorsunuz, Türk ordusu buradan bi girdi miydi... Neyse, aradan üç yıl falan geçti, Yiğit Bulut bu sefer ’demokratik açılım’ üzerine şampiyonluk tezleri yazmaya başladı. Tabii demokrasi de bir yere kadar! Aynı Yiğit Bulut, geçen hafta da mesai arkadaşı Fatih Altaylı’nın "Kanımı dondurdu," dediği bir öneri attı ortaya: Yazılı medyayı denetleyecek RTÜK benzeri bir kurum kurulmalıymış! Olsun tabii, neticede bünyenin sansüre de ihtiyacı var. İşte ben bu yüzden ürküyorum. Ve size soruyorum, ürkmekte haksız mıyım? Ya derse, "Yakalayın getirin bana o Sami’yi, keline jöle süreceğim!" diye?