21 Mayıs 2010 09:54 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:18

BENİ OKUYAN HÜRRİYET'İN PATRONU YAYIN YÖNETMENİNİ GÖREVDEN ALIYOR!

Hangi köşe yazarı "Ben burada Hürriyet gazetesiyle ilgili bir şeyler yazınca, sabah ilk işi beni okumak olan patron etkileniyor ve sonunda yayın yönetmenini görevden alıyor... " dedi?

Gel de yazma birader

Duyduk duymadık demeyin: Sağa-sola 'gammaz' diye saldıranlar ve patronlarına "Onu at, beni al" dendiğini iddia edenler, aslında bunu patrona bizzat böyle bir tavsiyede bulunulduğu iddiasıyla dillendirmiyorlarmış...

Canlarını sıkan şey, yazılarmış...

Bu durumda herhalde şöyle bir şey oluyor: Ben burada Hürriyet gazetesiyle ilgili bir şeyler yazınca, sabah ilk işi beni okumak olan patron etkileniyor ve sonunda yayın yönetmenini görevden alıyor...

Peh, peh, peh... Gücüme bakın!

"Onu at, beni al" mesajı verdiğimi iddia ediyorlardı. Tavsiyemin yalnızca yarısını dinliyor olmalı patronları; beni almadığına göre...

İyi de, bunun neresi 'gammazlık'? 'Gammaz', sözcük olarak, biri/leri hakkında aslı astarı olmayan kötü sözleri kulaklara ileterek sonuç almaya çalışan kişiye denir; yazı ise, içinde yanlışlar, yalanlar, uydurmalar varsa okuyanın cevap verebileceği herkese açık bir metindir.

Yazdığım her yazının arkasındayım.

Garip olan şu: 'Gammaz' muhabbetini Titanik hızıyla seyreden gazetenin eski yöneticisi ile "O yönetimden ayırılırsa ben de kalmam" dediği halde halen başköşeyi işgal eden yazar açtı. Ben de ülkemizin en büyük medya patronu Aydın Doğan'ı 'tanık' göstererek iddianın yalan olduğunu yüzlerine vurdum. Hayrettir, cevap, 'sığıntı çocuk' tarafından verildi.

Sizce de garip değil mi?

Başyazarın kafası başka gazetelere "Şunu neden yazmadın?" denilip denilemeyeceği konusunda karışık. Bunu biliyorum. Çünkü geçen yılın kasım ayında, bazı gazeteler için "Neden TEKEL işçileri hakkında yazmıyorlar?" sorusunu sütununda sormuşken, üç ay sonra kendilerine "Neden Balyoz hakkında yazmıyorsun?" sorusunu yöneltenlere "Sana ne?" cevabını vermişti kafası karışık başyazar...

O konuda benim zihnim açık: Kimse kimseye "Neden bunları yazıyorsun?" diye de, "Neden şunu yazmadın?" diye de soramaz; yazarlık bu alanda da özgürlüğü içerir çünkü... Hani, herkesin ilgi gösterdiği bir konuda uzun süreli sessizlik mânidar bulunabilir, sitem gerektirebilir... Ama o kadar...

Ne menem bir alınganlıksa, 'sığıntı' sıfatını da sorgulamış çocuk; en acınacak 'sığıntı', etrafının kendisine 'sığıntı' gözüyle baktığını anlayamayan 'sığıntı'dır... Acınacak haldedir, çünkü etrafa yaranmak için yaptığı her şey arkasından kahkaha olarak döner de farkında olmaz...

Kusura ister baksınlar ister bakmasınlar, kendileri hakkında yazmaya devam edeceğim. Çünkü her yazdığım satırı hak ediyorlar...

Affınıza sığınarak size bir örnek sunacağım; daha doğrusu aynı yazarın iki yazısından bölümler... Şimdi ilki: "Rüzgâr işte tam böyle bir şeydir. / Bir esti mi, önünde duramazsınız. / Gövdeniz dursa, eteğiniz uçuşur; eteğinizi kapatmaya çalışırken, elinizdeki çanta düşer, onu yakalayayım derken ayağınız kayar. / Yuvarlanırsınız. // Rüzgâr işte tam böyle bir şeydir. / Bazen adaletin vicdanı olur, bazen vicdanın adalet terazisi. // Göreceksiniz ilerde de böyle olacaktır. / En güvenilen dağlara zemheri kışları inecek, ne karlar yağacaktır."

Tahmin edeceğiniz gibi Kemal Kılıçdaroğlu'nun CHP'nin başına gelme ihtimaliyle coşmuş arkadaş...

İkinci örnek onun yine böyle coştuğu başka bir döneme ait. Okuyalım: "Siyasetçiler gibi biz gazeteciler de biraz 'sörfçüler' gibiyiz. / Elimizde sörf tahtası ile dolaşırız. / Yükselen bir dalga gördük mü, onun üzerine atlar, sahile kadar gideriz. / Ama kabaran bir dalga yoksa, sörf tahtanızla istediğiniz kadar denize atlayın, hiçbir yere gidemezsiniz. / 'Makul çoğunluk' işte böyle bir dalganın üzerinde hızla yol alıyor. / Acaba neden? / Daha düne kadar çok az insanın tanıdığı bir insan, nasıl olur da ağzından çıkan ilk kelime ile birden siyasetin konuşulan aktörü haline gelebilir? / Cevabı çok basit. / Dalga yükselmiş durumda."

Ne kadar da Kılıçdaroğlu'nun yükselişini anlatır gibi değil mi? Oysa kendi uydurdukları 'makul çoğunluk' kavramı eşliğinde 'kurtarıcı' olarak Türkiye'ye davet ettikleri genç bir diplomata övgü için yazılmıştı ikinci örnekteki satırlar...

O olmadı, İsmail Cem, Hüsamettin Özkan ve Kemal Derviş'ten oluşan bir kadro için aynı coşkuyla yazılar yazdı Hürriyet'in o zamanki kaptanı...

Benzer övgüleri zamanı geldiğinde İlhan Kesici'den de esirgemedi. Tıpkı Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller'i partilerinin başına getiren kampanyalar sırasında yaptığı gibi...

Vaktiyle yere göğe sığdıramadığı bu isimlerin hiçbiri onun arzu ettiği yerlerde değiller bugün; partileri de tarihe karıştı...

Yazmayayım da bunları, ne yapayım?

Taha Kıvanç/ Yeni Şafak