26 Haz 2012 08:44
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:50
''BEN OLSAM BU GAZETECİLERİ SÜRERDİM CEPHEYE''
Kayıp pilotun babası bile, “Bir pilot öldü diye savaşa girilmez” diyor; itidal dersi veriyor.
Ben olsam bu gazetecileri sürerdim cepheye
Kayıp pilotun babası bile, “Bir pilot öldü diye savaşa girilmez” diyor; itidal dersi veriyor.
Siz de lütfen haberlerinizi daha sakin, daha mantıklı, daha serinkanlı bir çerçevede verin.
Postal, miğfer, tank, top görmek istemiyoruz artık gazetelerde...
Savaş planları okumak istemiyoruz... “Casus Belli” edebiyatına karnımız tok...
Evet, karizmamız çizilmiştir.
Bir anlamda başımıza çuval geçirilmiştir.
Bunun cevabı ağır olmalıdır. Sert ve caydırıcı yaptırımlar düşünülmelidir. Boyundan büyük işlere kalkışan Baas yönetiminin fitil fitil burnundan getirilmelidir.
Hepsi tamam da, kimse bize Suriye’yi nasıl çiğ çiğ yiyeceğimizi, nasıl bir gecede yerle bir edeceğimizi anlatmasın.
Gaza gelmiyoruz...
Deniz Ülke Arıboğan, Türk halkının (savaş karşıtı) itidalli tavrını demokrasiyle, demokratik düşüncenin kemale ermesiyle açıklıyordu.
Mümkündür ama bu itidalli tavrı tarihle de ilişkilendirmek lazım.
Bilinçaltımız, bize, hep itidali, sükûneti, sabrı telkin etti, ediyor...
Başka da bir seçeneğimiz yoktu.
Kaybede kaybede sıkıştığımız Anadolu’da, hep “itidal” üzere olduk. Hır çıkarmadık. Komşularımızla iyi geçindik. Hinterlandımızı, yine itidal temelinde geniş tutmaya çalıştık.
Bir defa savaşa girdik...
Doğru dürüst savaş bile sayılmazdı...
Nefsi müdafaa çerçevesinde, uluslararası yükümlülüğümüz gereği, garantörlüğümüzün de bize verdiği yetkiyle (hakla) Kıbrıs’a girdik, Kıbrıs’taki kıtalı durdurduk. Başımıza gelmedik kalmadı.
Hâlâ Kıbrıs’ın faturasını ödüyoruz...
Bu faturayı da üstelik müttefiklerimiz ödetiyor.
Demek ki savaş hemen göze alınacak, “ha” deyince başvurulacak bir savunma yöntemi değilmiş.
Başımıza çuval geçirilmiştir, doğrudur da, bu durum biraz da NATO’yu ilgilendiriyor.
Değil mi arkadaşlar?
NATO toplantısından, Türkiye’nin içini serinletecek bir karar çıkmayacaktır... AB toplantısından ne çıktı ki, NATO’dan ne çıksın? Kuru bir kınama kararı, “Suriye’ye yaptırımların devam edeceğine” ilişkin ezbere alınmış laflar, “Türkiye önemli bir kanat ülkesidir” türünden artık geyik muhabbeti bile sayılmayacak cümleler...
Bu kadar!
NATO’nun bu genişliğini Türkiye’nin başına kakmayalım lütfen.
Bu, Türkiye gibi partnerler için düşünülmüş, icraata konulmuş bir genişliktir.
Bunu bahane ederek, işi, “Kendi göbeğimizi kendimiz keselim, Esad’a haddini bildirelim, taş üstünde taş koymayalım” noktasına getirmeyelim.
Pis muhalefettir bu...
Elinizde, hükümeti sıkıştıracak mebzul miktar konu varken, bir de savaş kışkırtıcısı rolüne soyunmayalım.
Hem ayıp oluyor, hem de Türkiye’ye haksızlık...
Hem de hükümetler böyle sıkıştırılmaz.
İsrail’in istediği bir vasattır bu.
Kriz zamanlarının gazetecisi daha sakin olmalı, sorumluluk duygusunu elden bırakmamalı.
Sükûnet kaybının nelere mal olacağını, hangi travmaya yaratacağını, bireylerde ne türden “kırılmalara” yol açacağını biz ne kadar anlatsak boş...
En iyisi Celine okuyun siz...
Ne alaka?
Siz okuyun... Bardamu’yu bilin... Vaki “kırılmaları” yaşayın... Sonra kalkışın “Ne Şam’ın şekeri” edebiyatına...
Ayrıca Esat mı, Esad mı, Esed mi?
Buna da karar verin artık...
Ahmet KEKEÇ / STAR GAZETESİ
Kayıp pilotun babası bile, “Bir pilot öldü diye savaşa girilmez” diyor; itidal dersi veriyor.
Siz de lütfen haberlerinizi daha sakin, daha mantıklı, daha serinkanlı bir çerçevede verin.
Postal, miğfer, tank, top görmek istemiyoruz artık gazetelerde...
Savaş planları okumak istemiyoruz... “Casus Belli” edebiyatına karnımız tok...
Evet, karizmamız çizilmiştir.
Bir anlamda başımıza çuval geçirilmiştir.
Bunun cevabı ağır olmalıdır. Sert ve caydırıcı yaptırımlar düşünülmelidir. Boyundan büyük işlere kalkışan Baas yönetiminin fitil fitil burnundan getirilmelidir.
Hepsi tamam da, kimse bize Suriye’yi nasıl çiğ çiğ yiyeceğimizi, nasıl bir gecede yerle bir edeceğimizi anlatmasın.
Gaza gelmiyoruz...
Deniz Ülke Arıboğan, Türk halkının (savaş karşıtı) itidalli tavrını demokrasiyle, demokratik düşüncenin kemale ermesiyle açıklıyordu.
Mümkündür ama bu itidalli tavrı tarihle de ilişkilendirmek lazım.
Bilinçaltımız, bize, hep itidali, sükûneti, sabrı telkin etti, ediyor...
Başka da bir seçeneğimiz yoktu.
Kaybede kaybede sıkıştığımız Anadolu’da, hep “itidal” üzere olduk. Hır çıkarmadık. Komşularımızla iyi geçindik. Hinterlandımızı, yine itidal temelinde geniş tutmaya çalıştık.
Bir defa savaşa girdik...
Doğru dürüst savaş bile sayılmazdı...
Nefsi müdafaa çerçevesinde, uluslararası yükümlülüğümüz gereği, garantörlüğümüzün de bize verdiği yetkiyle (hakla) Kıbrıs’a girdik, Kıbrıs’taki kıtalı durdurduk. Başımıza gelmedik kalmadı.
Hâlâ Kıbrıs’ın faturasını ödüyoruz...
Bu faturayı da üstelik müttefiklerimiz ödetiyor.
Demek ki savaş hemen göze alınacak, “ha” deyince başvurulacak bir savunma yöntemi değilmiş.
Başımıza çuval geçirilmiştir, doğrudur da, bu durum biraz da NATO’yu ilgilendiriyor.
Değil mi arkadaşlar?
NATO toplantısından, Türkiye’nin içini serinletecek bir karar çıkmayacaktır... AB toplantısından ne çıktı ki, NATO’dan ne çıksın? Kuru bir kınama kararı, “Suriye’ye yaptırımların devam edeceğine” ilişkin ezbere alınmış laflar, “Türkiye önemli bir kanat ülkesidir” türünden artık geyik muhabbeti bile sayılmayacak cümleler...
Bu kadar!
NATO’nun bu genişliğini Türkiye’nin başına kakmayalım lütfen.
Bu, Türkiye gibi partnerler için düşünülmüş, icraata konulmuş bir genişliktir.
Bunu bahane ederek, işi, “Kendi göbeğimizi kendimiz keselim, Esad’a haddini bildirelim, taş üstünde taş koymayalım” noktasına getirmeyelim.
Pis muhalefettir bu...
Elinizde, hükümeti sıkıştıracak mebzul miktar konu varken, bir de savaş kışkırtıcısı rolüne soyunmayalım.
Hem ayıp oluyor, hem de Türkiye’ye haksızlık...
Hem de hükümetler böyle sıkıştırılmaz.
İsrail’in istediği bir vasattır bu.
Kriz zamanlarının gazetecisi daha sakin olmalı, sorumluluk duygusunu elden bırakmamalı.
Sükûnet kaybının nelere mal olacağını, hangi travmaya yaratacağını, bireylerde ne türden “kırılmalara” yol açacağını biz ne kadar anlatsak boş...
En iyisi Celine okuyun siz...
Ne alaka?
Siz okuyun... Bardamu’yu bilin... Vaki “kırılmaları” yaşayın... Sonra kalkışın “Ne Şam’ın şekeri” edebiyatına...
Ayrıca Esat mı, Esad mı, Esed mi?
Buna da karar verin artık...
Ahmet KEKEÇ / STAR GAZETESİ