13 Tem 2011 11:15 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:34

"BEN OLSAM AZİZ YILDIRIM'IN O FOTOĞRAFLARINI ..... " HINCAL ULUÇ'TAN SORUMLU GAZETECİLİK DERSİ!

Gazete Habertürk'ün sürmanşetten yayınladığı Aziz Yıldırım'ın gözaltındaki fotoğrafları

Sorumlu gazetecilik üzerine..

Aziz Yıldırım'ın poliste çekilen sağ sol, profil ve cephe fotoğrafları HaberTurk'te yayınlanınca bir tartışma başladı. Devlet arşivleri için çekilen bu fotoğraflar medyaya nasıl sızmıştı?.
İstanbul Emniyet Müdürlüğü, fotoğrafları gazeteye sızdıran polisin tespit edildiğini ve hakkında soruşturma açıldığını açıkladı.
HaberTurk Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı haklı olarak itiraz etti.
"Yasalar gereği gizli olan 'İlk Tahkikat' belgeleri, fotoğrafları, dinlenen telefonlar, poliste alınan ifadeler sütun sütun yayınlanıyor, çıt yok da, bu formalite fotoğrafı için niye soruşturma açılıyor" dedi.
Emniyet açıklama yaptı..
"Onlar da soruşturuldu. Bu belgeleri ve resimleri sızdıranlar, savunma avukatları.."
"Savunma avukatı, müvekkili aleyhine olacak bir belgeyi niye sızdırır" sorusunu ne yazık ki, ne Fatih Altaylı sordu, ne de İstanbul Barosu..
Özellikle Ergenekon olduğu iddia edilen davanın başladığı günden itibaren, devletin gizli arşivleri delik deşik. Neler söyleniyor, yazılıyor?. Gizli belgeler, dinlenen konuşmalar, aynen internette, gazetelerde, televizyonlarda..
Bunların yayını suç.. Ama ne yayınlayanın umurunda, ne de kamu adına suçu izlemesi gerekenlerin..
O zaman geriye bir tek unsur kalıyor..
Gazetecinin sorumluluk duyusu..
Tabloid denen gazete türünde, bu duyu yoktur. Onlar haberlerinin doğru olmasına da aldırmazlar. Duyduklarını yazarlar. Maksat tiraj olsun. Bakılır ve atılır tür gazetelerdir bunlar..
Ciddi gazetelerde..
Orası ülkemizde tartışmalı..
Sorumlu gazete, sorumlu gazeteci gerektirir.
Bakın ben olsam, Aziz Yıldırım'ın o fotoğraflarını basmazdım. Çünkü o fotoğraflar insanın itibarını zedeler. Yarın beraat etsen bile, yıllar sonra ayni resimler gene basılır. Davanın sonunun ne olduğunu da yazmadan.. Ama Aziz Yıldırım'ın resmini basmadığın zaman "Vatandaş Ahmet" in de resmini basmayacaksın. Adama göre muamele olmaz..
Ben, gizli olan ilk tahkikat haber ve resimlerini de basmazdım..
Ben, hastane acil servisleri önünde, sedyede gelen yaralı, etekleri, göğüsleri sıyrılmış genç kadınların resimlerini de basmazdım.
O zaman da benim gazetem satmazdı.
Dünkü gazetelerin hepsinde, Şike Soruşturma dosyası içinde yer alan "Gizli dinlemeler"in kelime kelime dökümleri var.
Şimdi sen "Sorumlu" gazeteci olup koymazsan, geri kalanların hepsi koyduğu için "Aptal idealist" durumuna düşersin. Tiraj kaybedersin. Her gazete yöneticisi bunu biliyor. Çaresizler..
O zaman da, kendilerine sızdırılan belge ve fotoğrafları kullanıyorlar..
"Sızdırılan.."
Sözcük bu..
Gazetecinin gizli bilgilere ulaşması gazeteciliktir. Usta muhabirlik gerektirir. Günümüzde, içerde haber kaynakları olan muhabir kalmadı.
Şimdi eylem tersine.. Gizli bilgi gazetecinin eline veriliyor. Verenin bir beklentisi var tabii.. İşte meselenin püf noktası burası..
Gazete yönetenler bir konuda hassas olmalı..
Gazetelerini, başkalarının emellerine alet etmemeli. Birileri gazetemizi kullanmamalı..
Peki ama nasıl?.
"Bunları yaz" diye önüne konan dosyaları haber yapanları, meslek dernekleri ödüllendirirken, "Ben bu haberi kullanmam" demek mümkün olabilir mi?.
Bu sorun kolay çözülmez. Bu tartışma bitmez, Sevgili Okurlar!..

Hıncal Uluç/sabah