''BEN İNANÇLI BİR İNSANIM''; FAZIL SAY HANGİ GAZETEYE KÖŞE YAZDI?
Arabesk karşıtı sözleri eleştirilen ünlü piyanist Fazıl Say, cevabını bir gazeteye yazdığı köşeyle verdi!
Arabesk karşıtı sözleri eleştirilen Fazıl Say, cevabını Taraf’a
yazdı: Müzik inançtır dostlar!
Ben inançlı bir insanım
1- Sana mektup
Uzlaşabiliriz...
Evet, hatalı bir laf ettim sana, evet öfkeliyim sana, çünkü sen
beni hiçbir zaman anlamaya çalışmadın, çünkü sen beni hep “öteki”
olarak gördün, “Batı uşağı” dedin, “Elitist” dedin, “Kâfir” dedin,
“Batı kültürünün taklidi” dedin, “Bizden değil” dedin ya da hep
kaçtın, hep sıyrıldın, yüzleşmedin. Umurunda olmadı ne Nasreddin
Hoca’nın danslarını bestelemem, ne Kara Toprağı, Veysel’i, Dede
Efendi’yi, İstanbul Senfonisi’ni, Nâzım Oratoryosu’nu, rakı
masasındaki Alevi Dedeleri, Saray’daki Harem kadınını, Odam
Kireçtir’i, Altıok’u, Turgut Uyar’ı Yunus Emre’yi, Mezopotamya’yı,
Hezarfen’i bestelemem.
Piyanoda, “dünya birinciliği” almam, dünyanın her yerinde bir Türk
olarak verdiğim konserlerim, Anadolu turnelerim, sana hep elimi
uzatmak istemem, hiçbirisi umurunda olmadı. Sen hep manipülasyonlar
içindeki medyanı dinledin, bir kere bile gerçeği görmedin.
Vatan haini değilsin elbette. Ama ben vatan hainiysem ve halkı kin
ve düşmanlığa teşvik suçundan yargılanıyorsam ve hiçbir suçum yoksa
tamamen yanlış ve güdümlü ve de manipüle edilmiş yalanların içinde,
sen de bu yalanla kandırıldıysan, bu işin aslını bilmiyorsan ve
hapis yatmamı istemekteysen, evet sen de hainsin... Vatanın haini
olman gerekmiyor, insani duygulara ihanet etmen yeterli.
Bak; kendi kültürümüzü, Itrî’yi, Veysel’i, Dede Efendi’yi Erkin’i
ve tüm evrenselliği savunup, iğrenç ticari müzikleri hâlâ sana
zararlı bulduğumu tüm samimiyetimle tekrarlıyorsam ve sen yine de
kaldığın yerde sayıklıyorsan: ilerlemek, keşfetmek, öğrenmek, ölüm
kültüründen ayrılmak istemiyorsan, e o zaman, Nâzım Hikmet
haklıymış... “Suçun tamamı değilse de çoğu sende” derken...
Türkiye’nin ekonomisi iki kat büyümüş olabilir, 10 kat daha da
büyüyebilir, dünyanın en zengin ülkesi de olabilirsin. Ama şunu
unutma ki senin, sana ait gerçek bir kültürün olmazsa, gerçek
sanatın, sanatçıların olmazsa sen asla büyük bir memleket
yaratamazsın... Gülünç ve vahim bir halde postmodern yalakalıklara
sanat der durursun... Ve bunu kimse yutmaz... Uzlaşabiliriz...
Uzlaşabiliriz ama sen de artık bir adım at ki uzlaşalım. Bin tane
köşe yazarı, 10 bin tane “anti- Fazıl Say” köşe yazısı yazsa ne
olacak? Mezopotamya Senfonisi değersiz bir eser mi olacak? Ne
olacak? Lütfen bir adım at, uzlaşabil benimle... Ben sana elimi hep
uzattım. Hiçbir zaman görmedin... Görmek istemedin...
Her gün filanca bakanından filanca belediye başkanına, filanca köşe
yazısından filanca televizyon tartışmasına müthiş bir baskı
altındayım... İnsanca değil bu. Güçsüz biri intihar ederdi...
Bir kişiye karşı milyon kişi... Sebep? Düşmanın değilim.
Dostunum... Artık gör istiyorum...
2- Arabesk
Müzik tartışabiliriz, en sert şekilde de tartışabiliriz ama bu ölüm
döşeğindeki Müslüm Gürses’e acil şifa ve hayatta kalması
dileklerimi yollamama engel değildir. Kavga da insanidir, dayanışma
da insanidir. Ölümden yana değiliz... Yaşamaktan yanayız... Müslüm
Baba’ya bu yüzden sahip çıkarım, derinliğimle ve samimiyetimle...
Evet, ben arabesk müziğine sert eleştirilerde bulundum. Sizler ise
hep “bana” sert çıkıştınız... Hanginiz, etik olarak “arabesk müziği
şuşu- şu yüzden iyidir, önemlidir” yazdınız? Hanginiz kültür olarak
arabeski savundunuz? Sadece ben deyince bana çıkıştınız.
Tartışmadınız. Hep beni karaladınız... Süje yoktu. Süje Fazıl Say’ı
ezmek idi... Alt tabaka? “Alt tabaka” bence tek haneli bir şey
değildir... İyi bir alt tabaka da vardır... Dejenere bir alt tabaka
da vardır... Bin türlü alt tabaka vardır.
Ama bir birey hayatta durduğu yerde kalmışsa, ilerlemiyorsa,
istemiyorsa, gelişmiyorsa, değişmiyorsa, kusura bakmayın ama bütün
bunlar bireyin kendisinin elinde olan şeyler, bırakın hatırlatalım,
bırakın canı acısın bazen, bırakın zorunlu kalsın...
Bana ne saldırıyorsunuz? Ona saldırın asıl... “Sana ne bundan” da
diyebilirsiniz. Demeyedebilirsiniz... “Kaderci” değilim. Çünkü bu
dünyada kaderci olarak var olunmuyor. Bu evrenin bambaşka bir
hikâyesi var.
Bak; parmakların uyuşmuşsa, kolun ağrıyorsa, dört gündür
uykusuzsan, yine de çıkıp çalmak zorunda olduğun konser vardır,
Viyana Senfoni ile. Yine de dünyanın en iyilerinden biri olmak
zorundasındır... Hayat sanki kolay... Sanki yazılı. Sanki her şey
kader... Hayır değil!
Dostlar: Notaların ruhunu unutmayın. Seslerin ulaştığı
yükseklikleri... Bir nota sandığınızdan çok daha derindir. Çok daha
uzun bir yol gider. O derin ruhu takip edin. Ona verilen emeğe
sahip çıkın. Her gürültüye “müzik” demememizin bir sebebi var.
Müzik inançtır dostlar...
Bakın;
Benim için inançsız diyorlar... Bu yanlış. Ben inançlı bir insanım
hem de çok... Seslere olan inancım. Seslerin anlattığı
hikâyelere... Günde 30-40 tane “çocuğumuz müziğe çok yetenekli, ne
yapalım” tarzı email alıyorum. Buraya dikkat; “müzikte yetenek.”
Evet, müzik çünkü bu açıklanamaz soyut ögeyi beraberinde
gerektiriyor; Yetenek! Yetenek çünkü evrensel olan... Ve “evrensel
olamayan” bir konumda benimle tartışma yapmaya devam ediyorsunuz...
İşte bu yüzden tıkanıyoruz. İşte bu yüzden en sert turnusollerim
bile cevapsız kalıyor. Bir oyun gibi... Benim için bir oyun
gibi...
21. yüzyıldayız. Benimle konuşabilirsiniz. Uzlaşım var;
konuşabilirsiniz. Yani diyeceğim odur ki, bu iğrenç ve geri
bulduğum müzik türü ile ilgili “vatan haini” gibi yanlış bir cümle
ağzımdan çıkmış olabilir ve ben bu yanlışımı düzeltmiş olabilirim,
siz peki neyi düzelttiniz? Arabesk neyi düzeltti?
3- Mezopotamya
Kürt sorunu ya da PKK sorunu ya da terör hakkında hiçbir zaman
hiçbir açıklamada bulunmadım. Çünkü benim için, Kürt sorunu çözülse
de, asıl sorun bitmiyor. “Ölüm kültürü” asıl sorun.
Savaşlar, terör, o da yoksa ilkel töre cinayetleri... Bitmiyor...
Soruyoruz kendimize; Ortadoğu’ya barış ne zaman gelecek? Uzaydan
baktığımızda ne zaman “iyi bir Ortadoğu” göreceğiz? Ne zaman?
Bu soru bağlamında Mezopotamya Senfonisi’ni şekillendirdim. Dicle
ve Fırat akar, akar. Güneş (İnanç) Ay (Korku) ve ölüm kültürü;
“savaşlar”... 55 dakika boyunca müzik, en iyi bildiğimiz ortak
dilimiz müzik ile 10. ve son bölümün sonunda, eserdeki melek bile
(Theremin enstrümanı) Mezopotamya’yı koruyamamışlığının hüznüne
dalar... Henüz. Henüz koruyamadı. Her şey bitmiş değil... Benim
görüşüm budur... Bana türlü siyasi etiketler yapıştırmış olanlar
da, keşke Mezopotamya Senfonisi’ni dinlese ve de yazdıklarını
hatırlasa diye düşünürüm.
4- Nâzım’a sansür
Taraf gazetesinden bana en çok kurşun sıkılan konulardan biridir.
Evet. Nâzım Oratoryosu’nda otosansür uygulandı birkaç konser için.
Dikkat; Sansür değil! Otosansür. Ama artık uygulanmıyor.
Bu eserin notasında “Hapisten çıktıktan sonra” şiirinin tüm teksti
aynen olduğu gibidir. Altında da müziği vardır. (Schott music
verlag / Say / Nazım / 2001)
Bazı yıllar bize, 8000-10.000 kişi önünde bu lafları edemezsiniz
dendi, içeriden ve dışarıdan, biz de o 4-5 saniyeyi kaldırdık.
Durum bu... Sansür uygulayıcısı Fazıl Say mı oluyor bu durumda?
Bilemedim... Ama şunu biliyorum; Nâzım Hikmet, yaşasaydı en çok
Nâzım Oratoryosu ile gurur duyardı. Çünkü en gerçek Nâzım, bu
oratoryodaki haliyle Nâzım’dır.
Bir de eklemek isterim, Orhan Pamuk için 2005 yılındaki aydınlar
bildirgesini ilk imzalayan bendim. Ermeni meselesi açıklamasından
sonra, başı iyice dertteyken. Yani, insaf; kendi eserimdeki
“hapisten çıktıktan sonra” bölümünde cümle sansürleyip, aynı anda
Pamuk’a bu konuda destek vermem sizce mantıksız değil mi?
Değildi... Yine karalanan ben oldum.
Ama pek de ciddiye alınmamıştı bu durum. Çünkü Nâzım Oratoryosu bin
yaşına gelecek daha...
Son olarak
Evet, büyük bir egom var. Maalesef. Büyük bir ego olmadan Nâzım
Oratoryosu da, Mezopotamya Senfonisi de, İstanbul Senfonisi de,
Universe Senfonisi de bestelenmiyor. Büyük bir ego olmadan yılda
110 konser verilmiyor. Ego için bağışlayın. Herkes kendi olsa
keşke...