17 Mar 2010 12:32
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:10
''BELA GELİYORUM DEMEZ! '' AJANLIKLA SUÇLANAN MUHABİR ERGUN BABAHAN'A YANIT VERDİ!
Aykırı Haber sitesinde yazan duayen polis muhabiri Ünal İnanç kendisini ajanlıkla suçlayan Ergun Babahan hakkında neler söyledi?
Bela Geliyorum Demez!
Taraf diye bir gazete. Neşe Düzel diye bir hanımefendiyle Ergun Babahan diye bir yazar söyleşi yapmışlar. Ajan gazetecilerden bahsediyorlar. Çevrelerine baksalar, suya baksalar hatta çalıştıkları gazetelerde veya televizyonlarda yayınlananları izleseler diyeceğim ama demeyeyim.
Elli yıl önce polis adliyeyle ilgilenmek üzere gazeteciliğe başladım. Gazetecilik aklımın ucundan bile geçmiyordu ama bayağı heveslenmiştim. Değerli ağabeyim Atilla Bartınlıoğlu bana muhbir olduğumu söyledi.
Bir gocundum bir gocundum ki sormayın gitsin. Sonradan anlattı da ben de öğrenmiş oldum; gazeteciliğe ilk başlayanlara muhbir, daha sonra muhabir, yayın organının bir köşesinde imzasıyla yazanlara da muharrir deniyormuş. Bu istihale devresinden geçmeyenler tepeden inme bir yere gelemezlermiş. Aradan elli sene geçti. Altmış bini aşkın kitabın sahibiyim. Binlerce mahkeme dosyasından oluşan bir arşivim var. Organize suç, özellikle çocukların istismarı, suça karışan çocuklar ve uyuşturucu konusunda uzmanım. Ve ben hala polis adliye muhabiriyim. Bizim gazetelerde özellikle İstanbulda çalışanlar kendilerini üstün olarak görürler. Polis adliye muhabirleri de onlar için polis ajanıdır. Bugüne kadar çeşitli gazetelerden kovuldum. Kovanlar -biri hariç- ya yayın organların sahibiydi ya da genel yayın müdürü. Dinç Bilgin beni Maliye Bakanı Adnan Kahvecinin ricasıyla kovdu. Bayağı da kazançlı çıktı. Vergi borçları ertelendi, seçimi kazanan DYP ve CHP vergi cezalarını affetti. Hiç gocunmadım. Gerekçesi de O arkadaşın poliste kaydı vardiye dönemin İçişleri Bakanı Mustafa Kalemli ve Emniyet Genel Müdürü Ünal Erkanın zevkle yaptıkları bir özel servisti.
Ben Dinç Bilginden şekvacı olmadım. Adnan Kahveciyi dava ettim. Vefatını öğrenince aynı gün davamı geri çektim. Avukatı Vehbi Kahveci, Adnan bey bahse konu olayla sizin hiçbir ilginiz olmadığını anladı ama geç anladı. Çok üzüldüğünü de biliyorum diye söylemişti.
Gelelim Ergun Babahana....
1973 yılında Ecevit başkanlığında CHP-MSP hükümeti kuruldu. 1961-1967 arasında adli vaka olarak Bakırköy Akıl Hastalıkları Hastanesindeydim. Daha sonra da vesayet altında. Geçimimi işletmecisi olduğum, sanatçı ve gazetecilerin devam ettiği Şanso Panso adlı bir meyhaneden sağlıyordum. 1971 muhtırasından sonra Milliyet Gazetesinde çalışan Mete Akyol ağabeyim ve dostum ve Orhan Tokatlının yardımlarıyla parça başı götürdüğüm haberlere para almaya başladım. Bu arada Adalet Gazetesini çıkartan rahmetli Turhan Dilligil ve ANKA ajansından Örsan Öymen de çalışmalarımı değerlendiriyordu.
Af yasasından sonra yeniden gazeteciliğe başladım. 1971-1974 arasında yedi kez gözaltına alındım. 1977 yılında Ankara adliyesinde üç ağır ceza mahkemesinde birden (1 ve 2,3 olmak üzere) yargılanıyordum. Türk Ceza Kanununun 159.maddesinden cezalandırılmam isteniyordu. İkinci Ağır Cezadaki davacım MC hükümetinin Başbakanı Süleyman Demirel, birinci Ağır Cezada davacım Eski Genelkurmay Başkanı Semih Sancar, üçüncü Ağır Ceza Mahkemesindeki davacım ise Eski MİT Müsteşarı Emekli Orgeneral Hamza Görgüçdü.
Yakınıcılarım bu davaları görevleri sırasında açmışlardı. Ne oldu derseniz üçünden de beraat ettim, Yargıtay da onayladı. 1976 yılından 1979 yılına kadar ehliyetsiz olarak kullandığım motorsikletin arkasında selemde bir polis memuruyla dolaştım. Bir emniyet bekçisi de gerek Türk-iş bloklarında gerek Aydınlıkevler Çağdaş sokaktaki evimin önünde sabaha kadar kapıya koyduğumuz bir koltukta elinde stanle bekliyordu. Neden derseniz, ben talep etmeden bana koruma verenler, benden hoşlanmayan bir takım MİT görevlilerinin veya polislerin hışmından beni korumaya çalışıyorlardı.
Ergun Babahan adlı yazar -gazetecilerden- bahsediyor. Birisine beni (tabi yandaşlardan değil), bu adam bunca yıldır gazetecilik yapıyor, bunun meslekten en iyi dostları kimlerdi diye sorsa, ona beş altı tane isim verirler. Bunlardan önce hakkın rahmetine kavuşmuş olanları söyleyeyim; Uğur Mumcu, Atilla İlhan, Muammer Yaşar Bostancı, İlhami Soysal... Sağ olanlardan bahsedeyim; Emin Çölaşan, Bekir Coşkun... Bu insanlar o kadar ahmak adamlar mıydı? MİT ajanı, polis ajanı veya ajanla niye dostluk yapsınlar? Hatta niye ailece görüşsünler? Gerçi şimdi anlayamadığım bir davadan şüpheli, zanlı, sanık bir takım sıfatlarla yargılanıyorum. Gerek Neşe hanımdan gerekse Ergun Babahandan davacı olacağım ama biraz akıl biraz fikir... Bu kişiler herkesi kendileri gibi zannetmesinler.
Şimdi diyeceksiniz ki, Ergun Babahan Ünal İnançı bilmez tanımaz mı?
Hayır bilmiyor, tanımıyor.
Aslında...
İşin garip yanı...
Ergun Babahan diyor ki, "Hasan Cemal Kürtler kitabında yazana kadar biz Diyarbakır Cezaevinde neler yaşandığını bilmiyorduk."
Kürtler kitabı Nisan 2003 yılında çıktı.
O tarihe kadar Diyarbakır cezaeviyle ilgili bin haber çıktı.
TBMMde görüşmeler yapıldı.
Babahan bunları hiç duymamış, bilmiyor mu?!
Türkiyenin gerçeklerinden bu kadar uzak yani...
Ve bu kişi şimdi Türkiye üzerine yazılar yazıyor, o pek kıymetli düşüncelerini ekranda açıklıyor.
Bu ajan, bu casus diyor!
Biliyoruz ki 10 yıl sonra da diyecek ki, "biz o zamanlar bunları bilmiyorduk!"
Hadi canım sen de...
Sizi kaale alana üzülmek gerekir...
Nasıl PKK itirafçıları Şemdin Sakık örneğinde olduğu gibi akıllarına ne geliyorsa anlatıyor, ama anlattıkları hiç bitmiyor ya
Bazen önlerine gelen ifadeleri bile yaşamış gibi yapıyor ya
Görmediklerini, bilmediklerini sürekli anlatıyor ya
İşte Babahanın açıklamaları insana onları hatırlatıyor.
Ünal İnanç/Aykırı Haber
Taraf diye bir gazete. Neşe Düzel diye bir hanımefendiyle Ergun Babahan diye bir yazar söyleşi yapmışlar. Ajan gazetecilerden bahsediyorlar. Çevrelerine baksalar, suya baksalar hatta çalıştıkları gazetelerde veya televizyonlarda yayınlananları izleseler diyeceğim ama demeyeyim.
Elli yıl önce polis adliyeyle ilgilenmek üzere gazeteciliğe başladım. Gazetecilik aklımın ucundan bile geçmiyordu ama bayağı heveslenmiştim. Değerli ağabeyim Atilla Bartınlıoğlu bana muhbir olduğumu söyledi.
Bir gocundum bir gocundum ki sormayın gitsin. Sonradan anlattı da ben de öğrenmiş oldum; gazeteciliğe ilk başlayanlara muhbir, daha sonra muhabir, yayın organının bir köşesinde imzasıyla yazanlara da muharrir deniyormuş. Bu istihale devresinden geçmeyenler tepeden inme bir yere gelemezlermiş. Aradan elli sene geçti. Altmış bini aşkın kitabın sahibiyim. Binlerce mahkeme dosyasından oluşan bir arşivim var. Organize suç, özellikle çocukların istismarı, suça karışan çocuklar ve uyuşturucu konusunda uzmanım. Ve ben hala polis adliye muhabiriyim. Bizim gazetelerde özellikle İstanbulda çalışanlar kendilerini üstün olarak görürler. Polis adliye muhabirleri de onlar için polis ajanıdır. Bugüne kadar çeşitli gazetelerden kovuldum. Kovanlar -biri hariç- ya yayın organların sahibiydi ya da genel yayın müdürü. Dinç Bilgin beni Maliye Bakanı Adnan Kahvecinin ricasıyla kovdu. Bayağı da kazançlı çıktı. Vergi borçları ertelendi, seçimi kazanan DYP ve CHP vergi cezalarını affetti. Hiç gocunmadım. Gerekçesi de O arkadaşın poliste kaydı vardiye dönemin İçişleri Bakanı Mustafa Kalemli ve Emniyet Genel Müdürü Ünal Erkanın zevkle yaptıkları bir özel servisti.
Ben Dinç Bilginden şekvacı olmadım. Adnan Kahveciyi dava ettim. Vefatını öğrenince aynı gün davamı geri çektim. Avukatı Vehbi Kahveci, Adnan bey bahse konu olayla sizin hiçbir ilginiz olmadığını anladı ama geç anladı. Çok üzüldüğünü de biliyorum diye söylemişti.
Gelelim Ergun Babahana....
1973 yılında Ecevit başkanlığında CHP-MSP hükümeti kuruldu. 1961-1967 arasında adli vaka olarak Bakırköy Akıl Hastalıkları Hastanesindeydim. Daha sonra da vesayet altında. Geçimimi işletmecisi olduğum, sanatçı ve gazetecilerin devam ettiği Şanso Panso adlı bir meyhaneden sağlıyordum. 1971 muhtırasından sonra Milliyet Gazetesinde çalışan Mete Akyol ağabeyim ve dostum ve Orhan Tokatlının yardımlarıyla parça başı götürdüğüm haberlere para almaya başladım. Bu arada Adalet Gazetesini çıkartan rahmetli Turhan Dilligil ve ANKA ajansından Örsan Öymen de çalışmalarımı değerlendiriyordu.
Af yasasından sonra yeniden gazeteciliğe başladım. 1971-1974 arasında yedi kez gözaltına alındım. 1977 yılında Ankara adliyesinde üç ağır ceza mahkemesinde birden (1 ve 2,3 olmak üzere) yargılanıyordum. Türk Ceza Kanununun 159.maddesinden cezalandırılmam isteniyordu. İkinci Ağır Cezadaki davacım MC hükümetinin Başbakanı Süleyman Demirel, birinci Ağır Cezada davacım Eski Genelkurmay Başkanı Semih Sancar, üçüncü Ağır Ceza Mahkemesindeki davacım ise Eski MİT Müsteşarı Emekli Orgeneral Hamza Görgüçdü.
Yakınıcılarım bu davaları görevleri sırasında açmışlardı. Ne oldu derseniz üçünden de beraat ettim, Yargıtay da onayladı. 1976 yılından 1979 yılına kadar ehliyetsiz olarak kullandığım motorsikletin arkasında selemde bir polis memuruyla dolaştım. Bir emniyet bekçisi de gerek Türk-iş bloklarında gerek Aydınlıkevler Çağdaş sokaktaki evimin önünde sabaha kadar kapıya koyduğumuz bir koltukta elinde stanle bekliyordu. Neden derseniz, ben talep etmeden bana koruma verenler, benden hoşlanmayan bir takım MİT görevlilerinin veya polislerin hışmından beni korumaya çalışıyorlardı.
Ergun Babahan adlı yazar -gazetecilerden- bahsediyor. Birisine beni (tabi yandaşlardan değil), bu adam bunca yıldır gazetecilik yapıyor, bunun meslekten en iyi dostları kimlerdi diye sorsa, ona beş altı tane isim verirler. Bunlardan önce hakkın rahmetine kavuşmuş olanları söyleyeyim; Uğur Mumcu, Atilla İlhan, Muammer Yaşar Bostancı, İlhami Soysal... Sağ olanlardan bahsedeyim; Emin Çölaşan, Bekir Coşkun... Bu insanlar o kadar ahmak adamlar mıydı? MİT ajanı, polis ajanı veya ajanla niye dostluk yapsınlar? Hatta niye ailece görüşsünler? Gerçi şimdi anlayamadığım bir davadan şüpheli, zanlı, sanık bir takım sıfatlarla yargılanıyorum. Gerek Neşe hanımdan gerekse Ergun Babahandan davacı olacağım ama biraz akıl biraz fikir... Bu kişiler herkesi kendileri gibi zannetmesinler.
Şimdi diyeceksiniz ki, Ergun Babahan Ünal İnançı bilmez tanımaz mı?
Hayır bilmiyor, tanımıyor.
Aslında...
İşin garip yanı...
Ergun Babahan diyor ki, "Hasan Cemal Kürtler kitabında yazana kadar biz Diyarbakır Cezaevinde neler yaşandığını bilmiyorduk."
Kürtler kitabı Nisan 2003 yılında çıktı.
O tarihe kadar Diyarbakır cezaeviyle ilgili bin haber çıktı.
TBMMde görüşmeler yapıldı.
Babahan bunları hiç duymamış, bilmiyor mu?!
Türkiyenin gerçeklerinden bu kadar uzak yani...
Ve bu kişi şimdi Türkiye üzerine yazılar yazıyor, o pek kıymetli düşüncelerini ekranda açıklıyor.
Bu ajan, bu casus diyor!
Biliyoruz ki 10 yıl sonra da diyecek ki, "biz o zamanlar bunları bilmiyorduk!"
Hadi canım sen de...
Sizi kaale alana üzülmek gerekir...
Nasıl PKK itirafçıları Şemdin Sakık örneğinde olduğu gibi akıllarına ne geliyorsa anlatıyor, ama anlattıkları hiç bitmiyor ya
Bazen önlerine gelen ifadeleri bile yaşamış gibi yapıyor ya
Görmediklerini, bilmediklerini sürekli anlatıyor ya
İşte Babahanın açıklamaları insana onları hatırlatıyor.
Ünal İnanç/Aykırı Haber