''BEDAVA REKLAM TABELASI GİBİYİM HABER OLMAK İSTEYEN BANA ÇATIYOR!''
Radikal çıkışlarıyla dikkat çeken Aysun Kayacı'dan bir sert açıklama daha geldi..
Bir kez daha anladım, bu ülkede ünlü ve güzel kadın olmak zor. Bedelini ağır ödetiyorlar.
Aysun Kayacı radikal çıkışlarıyla, cesur konuşmalarıyla dikkat çeken genç bir kadın. Ama biz onu sindirmişiz, söndürmüşüz. “Aklım ermez, boyum yetmez, deyince insanlar beni çok seviyor. Biraz sevsinler ne olur” diyecek, bildiği konular hakkında susmayı tercih edecek hale getirmişiz. Aysun’la kelimelerin son derece dikkatli seçildiği bir röportaj yaptık. “Haydi Gel Bizimle Ol” programından sonra yaşadığı bunalımdan, 18+ dizisindeki ilk başrolünden, 30 yaşla birlikte hayatına gelen yeniliklerden bahsettik. Okuyalım bakalım...
* Aysun Kayacı’yı biz ne vesileyle tanıdık?
16 yaşında Başak Gürsoy ajansta mankenlik yapmaya başladım. 17 yaşındayken Elite Model Look yarışmasında üçüncü oldum. O yıllardaki erkek arkadaşım Emre Aşık’ın da ünlü bir futbolcu olması nedeniyle, palas pandıras şöhret oldum. Hazırlıksız yakalandım. Ne olduğunu anlamadan küçük yaşta magazin basınına malzeme haline geldim. Çok da şikayetçi değilim. O günler, bugünkü beni yarattı.
* 16 yaşındayken okul yok muydu?
İlkokula beş yaşında başladığım için liseyi iki yıl erken bitirmiştim. Kazandığım üniversite şehir dışında olduğu için kaydımı yaptıramadım. Geçim gailesiyle mankenliğe başladım. 2004’te de ilk dizimi çektim: “Çat Kapı.”
* O günden beri mankenlik yapmadınız değil mi?
Hiç. Çat Kapı’nın deneme çekimlerine giderken, benim için “Bu işi yapamaz” diyorlardı. Aptal sarışın rolüydü. Sit-com er meydanıdır. Herkesin kaldıramayacağı bir enerji ister. O yıl aynı zamanda üniversite sınavlarına hazırlanıyordum. Hepsini bir arada yapamazdım. En son Cemil İpekçi’nin defilesinde gelinlik giydim ve podyuma bir daha çıkmadım.
Gündem yaratıyorsun diyorlardı ama ben günlerce konuşulmak istemiyorum ki!
* Geçen gün gazetede okudum: “Aptal sarışın rollerini hep reddettim. O roller Tuba Ünsal’a gitti” demişsiniz.
Hiç öyle bir şey demedim. Tuba çok saygı duyduğum bir meslektaşımdır. Kaldı ki ben de bu tip rollerde oynadım. Dediğim şuydu: “Bir kez öyle bir rolde oynayınca, hep benzer teklifler geliyor. Ama ben hep aynı tipi canlandırmak istemedim. Sınırlarımı bilmek istedim.” Sözlerime ilave yapıldı, her zamanki gibi... Ben de çok sert şekilde tepkimi dile getirdim.
* Sanıyorum sizin her dediğinizin olay olması “Haydi Gel Bizimle Ol” programından sonra oldu.
Evet. Daha doğrusu söylediklerimin çarpıtılmış halleri olay oluyordu. Benim okulda bambaşka ortamım, arkadaşlarım varken, hiç istemediğim şekilde gündemde oluyordum. Bir yandan çalışmak da zorundayım. Ev almıştım, evimin taksitlerini ödüyordum. Ama gerçekten yıprandım o dönem.
* Peki canlı yayın bu. Söylediğiniz de, söylemediğiniz de ekranda... Nasıl bu kadar çarpıtılabilir.
Bilmiyorum. Üstelik köşe yazarları da, yayını izleyip konuyu anlamak yerine, haberi doğru kabul edip onun üzerinden bana hayat dersi veriyorlardı. İnanın her programın ertesinde hüngür hüngür ağlıyordum. Yapımcımıza “Bu program ne zaman bitecek, ben artık kaldıramıyorum” diye soruyordum.
* Hiç bu kadar etkilendiğinizi bilmiyorduk. Güçlü bir duruşunuz vardı ekranda.
Etkilenmemek mümkün değil. O köşe yazarlarına şunu söylemek isterim. Bilgiye artık ulaşmak çok kolay. Her şey şu telefonun içinde, internette... Benim bilmediğimi farz ederek, bilgiyle bana hava atmaktan vazgeçsinler. Ben tarih metodolojisi aldım. Yükselen değer bilgi değil, yükselen değer bilgiyi süzebilmek, doğru ve insanca kullanabilmek olmalı. Bir de o dönem bana “Ne güzel işte! Gündem yaratıyorsun. Canlı yayında söz söyleme gücün var” diyorlardı. Günlerce konuşulmak istemiyorum ki ben!
* Günlerce değil, yıllarca diyelim. “Dağdaki çobanla, benim oyum bir mi?” lafı hâlâ gündeme geliyor.
Herkesin aynı oranda söz hakkına sahip olduğunu yüzlerce kez söyledim. O konuşmanın başında “Ben buna inanıyorum, demiyorum”, “Öylesine söylüyorum”, “Mesela” gibi cümleler var. Sözler saptırıldığı için bazı insanları istemeden kırdım, bazı insanlara da hâlâ üzerimden siyaset yapma olanağı vermiş oldum. (Geçtiğimiz aylarda AKP Milletvekili Mustafa Elitaş “Kılıçdaroğlu’nun Aysun Kayacı’dan farkı ne?” demişti.)
Bir tek tsunamiye yakalandıktan sonra terapiste gittim
* İnsanlar niye sizin üstünüzden siyaset yapıyor?
Gazeteye çıkıyor, reklamı oluyor çünkü... Kendimi bedava reklam tabelası gibi hissediyorum. Haber olmak isteyen bana sataşıyor. Olan bana oluyor. Benim yüzüm eskiyor. Bir de durmadan “manken” diye bahsediyor benden. Çok seviyorlar bu manken kelimesini... Mankenlik gençken harçlığımı kazanmak için yaptığım bir işti. Beni istediğim yerlere de taşıdı. Hiçbir partiyle yakınlığım yok. Bu topraklarda yaşayan biri olarak memleket meselelerine dair bir fikrim var sadece... Onu da artık kendime saklıyorum.
* Çoban meselesi yüzünden hakkınızda dava açıldı. Ceza aldınız mı?
Hayır. Hakimler programı izleyerek karar verdikleri için ceza almadım.
* Belki söyledikleriniz çok konuşuluyordu ama program güzeldi bence...
Dürüst ve dobra dört kadın vardı orada... Kadınların sorunlarına eğiliyorduk. Ama işte biz erkeğin espri yapmasından hoşlanıyoruz ama kadın yapınca, hafif de espri belden aşağıysa buna tahammül edemiyoruz. Müjde Ar’ın gazoz esprisini Cem Yılmaz yapsa millet kahkahayla gülerdi. Müjde Ar yapınca gaf oluyor, günlerce konuşuluyor. Bunu anlamakta zorlanıyorum.
* Terapiste gittiniz mi?
Yok, vaktim yoktu. Bir tek tsunamiye yakalandıktan sonra terapiste gitmiştim. Geceleri uyuyamıyordum, biri sifonu çekse irkiliyordum. Ama o dönem gidemedim. Bir de gençlik var, tabii... “Gencim atlatırım, gencim atlatırım” diye düşündüm hep. Atlatılmıyor. Saçlarım döküldü, çok kilo aldım o ara... 30 yaşımla birlikte, hayatımda yeni bir sayfa açtım. Şu an çok çok iyiyim.
* Bir kadın 30’a basınca ne oluyor?
30 yaş bir eşik. Çok sancılı bir süreç. Önce bir evlilik, çocuk paniği yaşadım. Sonra işim ve arkadaşlarım sayesinde onu atlattım. Şimdiye kadar hayatta ne yaptım, bundan sonra ne yapacağım onları sorguladım. Son bir yılda çok olgunlaştım. Geçen yıl Harvard’da tezimi tamamlayıp, İstanbul’a döndükten sonra saçımı boyattım ve bir karar verdim. Artık kimse benimle mıncık mıncık oynayamayacak, söylemediğim şeyi söylemişim gibi gösteremeyecek. Ben en azından buna olanak vermeyeceğim. 30 yaşında bir kadınım artık...
* Saç boyatmanın konuyla ne alakası var?
Boston’daki arkadaşlarım önerdiler. Sarı saça düşman değilim elbette... Ama daha az dikkat çekmek istediğim de doğru... İnsanlar tanıdığı ve gözünü dikip baktığı için metroya binemiyorum mesela. Ama binmek istiyorum. Bir röportajımda da söylemiştim: “Sarışınsanız insanların size niye baktığını bilemezsiniz ama kumralsanız mutlaka güzelliğinize bakıyorlardır.”
* Güzellik başa bela mı?
Küçükken teyzelerim “Allah çirkin şansı versin” derdi. Şimdi ne demek istediklerini çok iyi anlıyorum.
İlk kez oynadığım bir dizi benim üzerime kurulu, çok heyecanlıyım
* Yeni dizinizden ve rolünüzden bahsedelim.
+18 isminde bir komedi dizisi... Birbirine çok bağlı bir arkadaş grubunun öyküsünü anlatıyor. Ben Selin isimli zengin ve şımarık bir kızı canlandırıyorum. Düğün günü sevgilisini en yakın arkadaşıyla yakalıyor ve kaçıyor. Yaşadığının yalan olduğunu anlıyor. Lüksten ve şaşaadan uzaklaşıp kendini buluyor. Arkadaşları sayesinde şımarıklıktan kurtuluyor. İnsanlar Selin’e tahammül etsin. Değişecek, insan olacak.
* Heyecanlandırıyor mu bu iş sizi?
Hem de çok. Yemek yiyemiyorum heyecandan... Çok da hırslıyım. Bu ilk başrolüm. İlk kez oynadığım bir dizi benim üzerime kurulu. 30 yaş insanın en üretken olduğu dönem aynı zamanda... Şimdiye kadar kendimi tam konsantre hiçbir işe verememiştim. Ya geçim sıkıntısı, ya okul, ya diğer işler... Bu dizide çok severek oynuyorum, çok şey katıyorum kendimden. Karşılığını alacağıma da inanıyorum.
Çok çetin bir hayatım oldu gülüp, eğlenmek istiyorum
* Komedi zor değil mi?
Komedi enerjisine çok yatkınım. Hayalimdeki rol bu! Bu rolü ya ben oynayacaktım, ya ben oynayacaktım. Şimdiye kadar bana tepki duyan oyuncular, yönetmenler bile dizinin bir kısmını izlediklerinde “Vay be!” diyorlar.
* İnsanların biraz komik şeyler izlemeye ihtiyacı var zaten...
Rezonans Kanunu diye bir kitaba sardım bu aralar. Düşünce gücünün, kalp ve beyin rezonansının yapabildiklerini bilimsel olarak anlatıyor. Bir yerde diyor ki, “Modern insan medya vasıtasıyla o kadar çok şiddet, dram görüyor ki, bunları ayna gibi hayatına yansıtıyor.” Dizilerde sürekli bir kavga, gürültü var. Bu nedenle bizim dizinin insanları mutlu edeceğine, eğlendireceğine inanıyorum.
* Ama bir de hayatın içinde kavga gürültü var. Ondan nasıl kurtulacağız?
Ben kurtuldum. Kavga gürültü olan yerden kaçıyorum. Negatif insanları hayatıma sokmuyorum. Gazetede ve televizyondaki felaket haberlerini geçiyorum. Bu kadar çok olumsuzluğu kaldıramıyorum çünkü... Zaten elimden de bir şey gelmiyor. Benim de çok çetin bir hayatım oldu. Artık gülüp eğlenmek istiyorum.
Sette ders çalışarak bitirebileceğim bir bölüm okudum
* Üniversite okumayı niçin istediniz? Sonuçta yaptığınız işe katkıda bulunacak bir bölüm okumadınız...
Bu üniversite meselesi çok büyütülüyor. Zamanında okuyamadım, imkanım olunca girdim sınava... Mesleğime fayda sağlayacak tek şey konservatuvarın tiyatro bölümünde okumak olabilirdi. Onun için de geç kalmıştım. Sette ders çalışarak bitirebileceğim bir bölüm istedim, tarihe hep ilgi duyduğum için tarihi tercih ettim. İyi ki de öyle yapmışım. Hem fiziken, hem ruhen çok yoruldum ama severek okudum. Gebze’deki Doktorlar dizisinin seti, NTV’deki Haydi Gel Bizimle Ol Programı, okul ve Pepsi çekimleri arasında mekik dokuyordum.
* Harvard’a misafir öğrenci olmanız da tepki çekmiştir. “Osmanlıca öğrenmeye taa Amerika’ya mı gidilir” demediler mi?
Demezler mi? Harvard’a tezimi tamamlamaya gittim. Takvim-i Vekayi’yi elimde tuttum. Osmanlıca bilmeden zaten okuldan mezun etmiyorlar. Orada ileri Osmanlıca ve İstanbul tarihi dersi aldım. Doktora öğrencileriyle derse girdim. Bildiklerimi pekiştirdim.
Kapalı yaşayan birisiyim, özel hayatımı paylaşmak istemem
* Sosyal Medyayı kullanıyor musunuz?
Hiç. Facebook’ta ve twitter’da 25-30 tane adıma açılmış hesap var. Ne diyeyim... Aymaz bu insanlar.
* Gerçekten siz girseniz, sizi takip ederler.
Sanılanın aksine ben kapalı yaşayan birisiyim. Özel hayatımı paylaşmak istemem. İş güç için gireyim desem de, elimden kaçar, bir şey yazarım, pişman olurum. Hiç gereği yok, aman aman...
Altı aydır bir sevgilim var ama bilinmesini istemiyoruz
* Yıllardır aynı görünüyorsunuz. Estetik yaptırdınız mı?
Kimse inanmıyor ama yüzüme herhangi bir işlem yaptırmadım. Sağlıklı beslenmemin, içki, sigaradan uzak durmamın bunda etkisi var. Bir de 30 yaşında 25 yaşında bir kızı canlandırıyorum. Son dönemde cildimin iyi gözükmesi için somonla avokadoyla beslendim.
* Evlilik, çoluk çocuk hayali kuruyor musunuz?
Elbette... Altı aydır, bir sevgilim de var. Bilinmesini istemiyoruz. Çok yeni bir şey zaten. Şu anda bütün konsantrasyonum işle ilgili. Bu dizinin beğenilmesi benim “başardım” bayrağım olacak. O yüzden çoluk, çocuk ya da maddeye karşı herhangi bir hırsım yok. Başarı zaten en iyi antidepresan.
Yorum yapmaya mecalim yok, bu yüzden para kazanmaktan vazgeçtim
* Osmanlı Tarihi okumuş biri olarak Muhteşem Süleyman dizisi hakkında ne söyleyeceksiniz?
Hiç o konulara girmem...
30 yaşımla birlikte dediğim gibi polemikten uzak durmak istiyorum. “Benim boyum yetmez, aklım ermez onlara...” deyince insanların çok hoşuna gidiyor. Biraz sevsinler beni
ne olur.
* Ama yapmayın. Söylediklerinizden illa bir polemik çıkmak zorunda değil.
Yorum yapmaya mecalim yok. Ben bu yüzden para kazanmaktan vazgeçtim. Tanıtımlara katılmıyorum, televizyon programlarına konuk olmuyorum, program tekliflerini reddediyorum. Artık kendimi düşünüyorum.
* Anlıyorum ama bu sizi fikir sahibi olduğunuz bir konuda yorum yapamaz hale getirmemeli.
Şöyle bir çıkarım yapayım öyleyse... Dizi üzerindeki tartışmalar “Tarih”in genel sorunudur. Tarih sosyal bilimle, hikaye anlatımı arasında kalmıştır. Doğru kaynaklardan takibi yapılabilse, kimse mağdur olmaz. Tepkiler bunun tezahürü... Neticede bu bir dizi, keyifle izlenmeli. Diziyle birlikte insanların tarihe ilgisi arttı, Kanuni ve Hürrem Sultan’ın hayatını araştırıyorlar. Bu iyi bir şey.
Ayşe AYDIN / VATAN