03 Ara 2010 12:10
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:50
BAZILARI SUSMAZ ÇOCUĞUM! AHMET ALTAN BU KEZ RUŞEN ÇAKIR'A ÇAKTI!
Dün Başbakan Erdoğan'a 'racon' kesen Ahmet Altan bugün Vatan'dan Ruşen Çakır'a hesap çıkardı.
Ruşen Çakır dün kaleme aldığı köşe yazısında Taraf’ı kastederek "Keşke Başbakan Erdoğan, aynı gazetenin, daha önce başka kişilerinin onurlarını, ellerinde ciddi hiçbir kanıt olmadan uluorta çiğnediği zamanlarda da masaya yumruğunu vursaydı, vurabilseydi." demişti.
Bu sözlere çok kızan Ahmet Altan köşesinden Ruşen Çakır’a patladı. Çakır için "İlker Başbuğ’un gazete köşesine yerleşmiş küçük kopyası" benzetmesi yaptı. İşte Altan’ın bugünkü yazısı....
Başbakan’ın yumruğu
Bu ülkede gazetecilik hep baskı altında yapıldı.
Baskı her zaman, gazetecileri tehdit etmekle, yasaklamakla gerçekleşmedi, gazete patronlarının devletten çıkar sağlaması asıl büyük baskıyı oluşturdu.
Birçok haber, patronun çıkarları bozulmasın diye görülmedi.
Birçok manşet de patronun çıkarları için atıldı.
Patronların orduyla, devletle, hükümetle iyi geçinme arzuları, bazen de kendilerine daha fazla çıkar sağlayacak bir partiyi ya da grubu “hükümet” yapma istekleri, genelde gazete politikalarını belirledi.
Gazetecileri ordu ezdi, hükümet ezdi, patron ezdi.
Birkaç dürüst ve cesur gazeteci dışında buna çok fazla ses çıkaran da olmadı Babıâli’de.
Bu sisteme karşı çıkanlar da parasızlıkla, işsizlikle, hapisle hatta ölümle ödediler bunun bedelini.
Korkuyla, baskıyla, tehditle gazeteciliğin belkemiği çarpıtıldı.
Gazeteler hep galipten ve güçlüden yana oldular.
Mağdurların haklarına pek sahip çıkmadılar.
O kadar uzun sürdü ki bu çarpılma, sonunda bu çarpıklık “normal bir duruş” olarak kaydoldu gazetecilerin bilinçaltlarına.
Gazetecilerin haberlerle ilgili tartışmalarına bakarsanız genellikle “haberin kendisinden” çok “zamanlamasını” ya da “hangi hesapla” yapıldığını konuşurlar.
“Hesapsız”
bir haber olamayacağına inanmış vaziyetteler neredeyse.
Çünkü haberlerinin çoğunu bir “hesapla” yaptılar geçmişte.
Birçok haberi aynı “hesaplarla” görmezden geldiler.
Bir haberin “sadece” gazetecilik ölçüleriyle ve kaygılarıyla yapılabileceğini artık neredeyse düşünemez hale gelmişler.
Gazetecilerdeki bu “çarpılmış bilinçaltının” sanırım en acıklı örneklerinden birini dün bir yazıda okudum.
Yazının bir bölümü bizim gazetenin “aslında nasıl bir gazete olduğunu, ne yapmak istediğini” herkesin bildiğini söylüyor.
Bunu tartışmayacağım.
Merak edenler, bu yazının çıktığı grubun gazeteleriyle Taraf gazetesini yan yana koyar, hangi haberi hangisi nasıl görmüş, hangisi görmemeyi tercih etmiş bakar.
Onların görmemeyi tercih ettikleri, kendi okurlarından sakladıkları haberleri sıralamaya kalksak kitap yazmamız gerekir.
Asıl tartışmak istediğim o zavallı ve acıklı cümle, yazının alt taraflarında geliyor.
Aynen şöyle yazmış:
“Keşke Başbakan Erdoğan, aynı gazetenin, daha önce başka kişilerin onurlarını, ellerinde ciddi hiçbir kanıt olmadan uluorta çiğnediği zamanlarda da masaya yumruğunu vursaydı, vurabilseydi.”
Türk basının herhalde en fazla belge yayımlamış gazetelerden biri Taraf’tır, o belgelerin çok büyük kısmı bugün darbe davalarında mahkeme kayıtlarına girdi.
Onların “kanıt” olmadığını söylemek için, darbe planlarına “kâğıt parçası” diyen İlker Başbuğ’un bir gazete köşesine yerleşmiş küçük bir kopyası olmak gerekiyor.
Ne olmak istediğine insanların kendileri karar verir, İlker Başbuğ olmak istiyorsan sen de “kâğıt parçası” dersin.
O belgelere “kanıt yok” dediğine göre Başbuğ’un küçük bir replikası olmayı istiyor zaten.
Ama asıl insanda acıma duygusuyla tiksinme duygusunu birlikte yaratan cümle, “Başbakan yumruğunu vursun” cümlesi.
Ne olacak Başbakan yumruğunu vurursa?
Biz yazdıklarımızı yazmaktan mı vazgeçeceğiz?
Başbakan’dan mı korkacağız?
Dünyanın neresinde, hangi haysiyet sahibi gazeteci, bir gazeteyi susturmak için “başbakanın yumruğunu vurmasını” isteyebilir?
Ve hangi haysiyet sahibi gazeteci “başbakan yumruğunu vurduğunda” bir gazetenin yayınını değiştireceğine inanır?
Buna inanabilmek için haysiyetinden epeyce fedakârlık etmiş, “başbakan yumruğunu indirdiğinde” susmuş, “yumruğunu indirir” diye haberleri saklamış ve saptırmış bir gazeteciliğin parçası olmak gerekir.
Varlıkları generallerin, başbakanların, patronların yumrukları altında ezilmiş, fersudeleşmiş, lime lime edilmiş gazetecilerin bilinçaltlarının sesi bu işte, “başbakan yumruğu vursun, sustursun”.
Türkiye’de gazeteler bu adamlarla, bu korkularla, bu çarpılmalarla çıktı.
Halklarını yıllarca yalanlarla kandırdılar.
Şimdi kendileri gibi davranmayanlardan nefret ediyorlar.
Herkes susarsa, herkes korkarsa kendi haysiyetleri kurtulur zannediyorlar.
Bazıları susmaz çocuğum ve ne bir sessizlik, ne de bir çığlık yeter haysiyetlerinden vazgeçmiş insanların haysiyetini kurtarmaya
Bu sözlere çok kızan Ahmet Altan köşesinden Ruşen Çakır’a patladı. Çakır için "İlker Başbuğ’un gazete köşesine yerleşmiş küçük kopyası" benzetmesi yaptı. İşte Altan’ın bugünkü yazısı....
Başbakan’ın yumruğu
Bu ülkede gazetecilik hep baskı altında yapıldı.
Baskı her zaman, gazetecileri tehdit etmekle, yasaklamakla gerçekleşmedi, gazete patronlarının devletten çıkar sağlaması asıl büyük baskıyı oluşturdu.
Birçok haber, patronun çıkarları bozulmasın diye görülmedi.
Birçok manşet de patronun çıkarları için atıldı.
Patronların orduyla, devletle, hükümetle iyi geçinme arzuları, bazen de kendilerine daha fazla çıkar sağlayacak bir partiyi ya da grubu “hükümet” yapma istekleri, genelde gazete politikalarını belirledi.
Gazetecileri ordu ezdi, hükümet ezdi, patron ezdi.
Birkaç dürüst ve cesur gazeteci dışında buna çok fazla ses çıkaran da olmadı Babıâli’de.
Bu sisteme karşı çıkanlar da parasızlıkla, işsizlikle, hapisle hatta ölümle ödediler bunun bedelini.
Korkuyla, baskıyla, tehditle gazeteciliğin belkemiği çarpıtıldı.
Gazeteler hep galipten ve güçlüden yana oldular.
Mağdurların haklarına pek sahip çıkmadılar.
O kadar uzun sürdü ki bu çarpılma, sonunda bu çarpıklık “normal bir duruş” olarak kaydoldu gazetecilerin bilinçaltlarına.
Gazetecilerin haberlerle ilgili tartışmalarına bakarsanız genellikle “haberin kendisinden” çok “zamanlamasını” ya da “hangi hesapla” yapıldığını konuşurlar.
“Hesapsız”
bir haber olamayacağına inanmış vaziyetteler neredeyse.
Çünkü haberlerinin çoğunu bir “hesapla” yaptılar geçmişte.
Birçok haberi aynı “hesaplarla” görmezden geldiler.
Bir haberin “sadece” gazetecilik ölçüleriyle ve kaygılarıyla yapılabileceğini artık neredeyse düşünemez hale gelmişler.
Gazetecilerdeki bu “çarpılmış bilinçaltının” sanırım en acıklı örneklerinden birini dün bir yazıda okudum.
Yazının bir bölümü bizim gazetenin “aslında nasıl bir gazete olduğunu, ne yapmak istediğini” herkesin bildiğini söylüyor.
Bunu tartışmayacağım.
Merak edenler, bu yazının çıktığı grubun gazeteleriyle Taraf gazetesini yan yana koyar, hangi haberi hangisi nasıl görmüş, hangisi görmemeyi tercih etmiş bakar.
Onların görmemeyi tercih ettikleri, kendi okurlarından sakladıkları haberleri sıralamaya kalksak kitap yazmamız gerekir.
Asıl tartışmak istediğim o zavallı ve acıklı cümle, yazının alt taraflarında geliyor.
Aynen şöyle yazmış:
“Keşke Başbakan Erdoğan, aynı gazetenin, daha önce başka kişilerin onurlarını, ellerinde ciddi hiçbir kanıt olmadan uluorta çiğnediği zamanlarda da masaya yumruğunu vursaydı, vurabilseydi.”
Türk basının herhalde en fazla belge yayımlamış gazetelerden biri Taraf’tır, o belgelerin çok büyük kısmı bugün darbe davalarında mahkeme kayıtlarına girdi.
Onların “kanıt” olmadığını söylemek için, darbe planlarına “kâğıt parçası” diyen İlker Başbuğ’un bir gazete köşesine yerleşmiş küçük bir kopyası olmak gerekiyor.
Ne olmak istediğine insanların kendileri karar verir, İlker Başbuğ olmak istiyorsan sen de “kâğıt parçası” dersin.
O belgelere “kanıt yok” dediğine göre Başbuğ’un küçük bir replikası olmayı istiyor zaten.
Ama asıl insanda acıma duygusuyla tiksinme duygusunu birlikte yaratan cümle, “Başbakan yumruğunu vursun” cümlesi.
Ne olacak Başbakan yumruğunu vurursa?
Biz yazdıklarımızı yazmaktan mı vazgeçeceğiz?
Başbakan’dan mı korkacağız?
Dünyanın neresinde, hangi haysiyet sahibi gazeteci, bir gazeteyi susturmak için “başbakanın yumruğunu vurmasını” isteyebilir?
Ve hangi haysiyet sahibi gazeteci “başbakan yumruğunu vurduğunda” bir gazetenin yayınını değiştireceğine inanır?
Buna inanabilmek için haysiyetinden epeyce fedakârlık etmiş, “başbakan yumruğunu indirdiğinde” susmuş, “yumruğunu indirir” diye haberleri saklamış ve saptırmış bir gazeteciliğin parçası olmak gerekir.
Varlıkları generallerin, başbakanların, patronların yumrukları altında ezilmiş, fersudeleşmiş, lime lime edilmiş gazetecilerin bilinçaltlarının sesi bu işte, “başbakan yumruğu vursun, sustursun”.
Türkiye’de gazeteler bu adamlarla, bu korkularla, bu çarpılmalarla çıktı.
Halklarını yıllarca yalanlarla kandırdılar.
Şimdi kendileri gibi davranmayanlardan nefret ediyorlar.
Herkes susarsa, herkes korkarsa kendi haysiyetleri kurtulur zannediyorlar.
Bazıları susmaz çocuğum ve ne bir sessizlik, ne de bir çığlık yeter haysiyetlerinden vazgeçmiş insanların haysiyetini kurtarmaya