13 Şub 2012 13:16
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:20
BAZILARI CEMAAT - AK PARTİ KAVGASINI KÖRÜKLEMEK İSTİYOR!
Zaman yazarı Ekrem Dumanlı'dan çarpıcı MİT analizi! Dumanlı, hangi çevrelerin cemaat parti kavgasıyla tuzak kurmak istediğini söyledi?
Aman dikkat!
Gündem sabahtan akşama defalarca değişince, insanları (özellikle de yorumcuları) temelden sarsabiliyor.
Olaylara sağlam bir iradeyle, kuşatıcı bir nazarla bakılamıyorsa insanlar bir uçtan diğerine savrulup gidebiliyor. Hâlbuki alelacele yapılan yorumlar -tarih şahittir ki- kısa bir zaman sonra yorumcusunu mahcup eder.
MİT müsteşarlarının ve çalışanlarının ifadeye çağrılması tabii ki hepimiz için ’şok gelişme’. O yüzden daha neler yaşandığını anlamadan dinlemeden herkes meseleye bir anlam yüklemeye çalıştı. Kimine göre Oslo’da yapıldığı ortaya çıkan MİT-PKK görüşmesi hesaba çekiliyordu. Hâlbuki o görüşmelerin deşifre olmasının üzerinden bir hayli zaman geçmişti. Yargı o günden bugüne (beş ay) neden harekete geçmemişti de şimdi bir savcı bunun hesabını soruyordu? Kısa zaman sonra anlaşıldı ki konunun özü Oslo görüşmesi değil.
KCK operasyonlarında ele geçen bilgiler, belgeler MİT’i zan altında bırakıyordu. Sadece belge bilgi de değil; KCK elemanlarının itirafları da devletin çok önemli bir kurumu olan MİT’i zor duruma düşürmüştü.
Soruşturma dosyasına giren iddialar korkunç! PKK’lı ya da KCK’lı diye tutukladığınız adamların bir kısmı aslında devlet için ’ajanlık’ yapıyormuş. "Olabilir, istihbaratlar böyle çalışır zaten!" denebilir. Eyvallah. Ancak ’haber elemanı’ olarak kanlı bir terör örgütünün şehir hücrelerine sızan ve çok sayıda eylemin planlanmasına ve icra edilmesine bizzat şahit olan kişiler olayları ilgili makamlara bildirmediyse bunlardan hesap sorulamaz mı? Dahası, bu elemanlar durumu rapor etti; ama yukarıdaki yetkililer önlem almadıysa ve bu durum soruşturma dosyalarına girdiyse hiçbir işlem yapılmayacak mı?
Onlarca yıldır fısıltılar halinde konuşulan, son yıllarda kitaplara yansıyan bir iddia var: PKK’yı MİT kurdu. Bu noktadan başlayan iddialar, "PKK’yı MİT yönetiyor" hükmüyle devam ediyor. Bu tür iddiaların üzerine bugüne kadar hiç gidilmedi. Belki de gidilemedi. Ancak çok sayıda karanlık olay -başta Uğur Mumcu cinayeti olmak üzere- hep PKK-MİT ilişkisine bağlandı. Şayet KCK soruşturmasında elde edilen bilgi, bulgu ve itiraflar bu karmaşık ilişkiyi ispat edecek mahiyette ise yargı ne yapmalı? Üstünü mü örtmeli, yoksa ilgili kişilere "Bu nedir?" diye mi sormalı?
Kendimizi kandırmayalım. Bu ülkede silahlı bir örgüt onlarca yıl devletle savaşabiliyorsa ve militanlarının bileği bükülemiyorsa bunun bir sebebi de o örgütün ucunun devlet zırhına bürünmüş operasyonel kişilere dayanmasıdır. Asker, polis ya da istihbaratçı fark etmez; buralar destek vermiyorsa illegal hiçbir örgüt devletin gücü karşısında ayakta kalamaz. Çökertilen terör örgütlerine bir de bu açıdan bakmalı...
Maalesef PKK ve Hizbullah, Kürt sorununun devamı adına hem kuruluş aşamasında hem gelişim sürecinde kollandı. Gencecik çocuklarımız toprağın kara bağrına düşerken bu korkunç manzara üzerinden ’milli güvenlik’ politikaları oluşturuldu. Bu, AK Parti’nin hatası değil ki şimdi ortaya çıkan yüzleşme bu partinin bertaraf etmesi gereken bir sürece dönüşsün. Kanlı bir örgüt ta 30 küsur yıl önce MİT’in himaye kanatları altında kurulduysa ve hâlâ istihbaratımız o örgütün şah damarında oturuyorsa ve maalesef buna rağmen olayların önüne geçilemiyor mal ve can kaybı devam edip gidiyorsa bazı gerçeklerle yüz yüze gelmek gerekmiyor mu? MİT-PKK ilişkisini kuran da, yaşatan da AK Parti değil. Dolayısıyla, sanki bu tablonun sorumlusuymuş gibi tanıtılması ve süreci sahiplendirilmesi Türkiye’yi yanlış bir yere doğru savuruyor.
Türkiye’deki şeffaflaşma süreci partileri de, sivil toplum kuruluşlarını da aşıyor; o yüzden bugün yaşananlar bir çatışmanın nedeni değil; demokratikleşme ve şeffaflaşma sürecinin tabii bir sonucudur. En kötü tercih, ortaya çıkan manzaranın üstünü kapatmaktır. Mesele artık sadece yargının konusu değil. KCK içine sızmış istihbaratçılar ve önlen(e)meyen terör eylemleri artık araştırmacılara emanet edilmiştir. Büyük fotoğraftaki tarihî sorumluluğu unutarak güncel olayların toz dumanı arasından olmayacak çıkarımlar yapmak zincirleme yanlışlar doğurur. Aman dikkat! Ortaya çıkan manzaraya en çok sevinenler, AK Parti ve cemaate karşı öteden beri düşmanlık besleyenlerdir. Onları bu kadar derin sevince boğmanın hiç kimseye faydası olamaz...
Tuzak
Bir mevzuu tartışırken bazen bir ön kabul yapılıyor ve sonra her şey onun üzerine bina ediliyor. MİT yöneticilerinin ifadeye çağrılmasında da benzer bir şey yaşandı. Savcının ’cemaat üyesi’ olduğunu ima eden de oldu, doğrudan doğruya bunu ifade eden de. Sonra da bu tartışılmaz bir gerçekmiş gibi bütün analizini ’cemaat’-AK Parti ilişkilerine dayayan yazılara, konuşmalara şahit olduk. Sanırsınız emniyet ve yargı mensuplarının alnında ’cemaat üyesi’ yazıyor. Yok, böyle bir şey!
Bazı çevrelerin ’cemaat’ vurgusunun asıl nedeni belli. Ta ilk günden beri AK Parti’ye ve Tayyip Erdoğan’a karşı önyargıyla yaklaşan hatta düşmanca davranan bazı kişilerin Başbakan’a sahip çıkıyor gibi görünmeleri de belli bir maksada binaen yapılıyor. Bazıları suret-i haktan görünüp çoktan beri arzu ettikleri ’cemaat-parti kavgası’nı körüklemek istiyorlar. İyi niyetli olmasına rağmen heyecanına kapılıp bu derin plana kendini teslim edenler çıkabilir, ama aslolan güncel telaşlara kapılmamaktır. Meseleye akılla vicdanla yaklaşınca karşımızda bir tuzak olduğunu herkes görecektir.
250. madde üzerinden Ergenekon’un yeni planı
CHP Genel Başkanı son tartışmaları değerlendirirken niyetini doğrudan ifade etmiş ve 250. maddenin kaldırılmasını dile getirmiş. Öteden beri CHP’nin böyle bir talebi var. Çünkü özel yetkili mahkemeler kaldırıldığında Ergenekon başta olmak üzere bütün derin yapılarla ilgili davalar akamete uğrayacak. Ergenekon’u destekleyen kişiler bunu uzun zamandır dile getiriyor zaten...
250. madde, özel yetkili mahkemelerin alanını çiziyor. O kanun sayesinde özel yetkili savcılar ’dokunulamaz’ kişileri adalet huzuruna çıkarabiliyor, mahkemeler o yetki sayesinde devlet zırhına bürünerek kanunsuz iş yapanları yargılayabiliyor. İtalya’daki Gladyo soruşturmasından da bildiğimiz gibi aslında dünyanın pek çok yerinde bu tür özel yetkili mahkemeler var; çünkü yerel mahkemelerin yetki sınırı dar bir çerçeveye sıkışıyor. Çeteler, örgütler, mafyalar dünyanın her yerinde bu tip mahkemeler tarafından sorgulanıyor. ’Süper savcılar’ın yetkileri olmasa örgütlü suçlardan hiç kimse hesap soramaz.
CHP için de bu bir çelişkidir. Bir yandan milletvekilleri dâhil herkesin dokunulmazlığı kaldırılsın, herkes adalet karşısında hesaba çekilsin diyorlar, diğer yandan derin ilişkilerin hesabının sorulmaması için yeni zırhlar arıyorlar. Bugün bazı AK Partili kişilerin 250. maddeye bu kadar sert yaklaşması ve CHP ile aynı çizgiye geliyor gibi gözükmesi, ileride yaşanacak bazı sıkıntıların hesap edilememesinden kaynaklanıyor. Açık söyleyeyim, şayet 250. maddenin tanıdığı yetkiler ortadan kaldırılırsa bütün darbe davaları düşer, CHP’nin dediği olur ve bundan en büyük zararı AK Parti görür.
Ergenekon avukatları medyayı dolaşıp "MİT soruşturmasının asıl hedefi Başbakan’dır" propagandası yaparken aslında yandaşlarını adaletin elinden kurtarmaya çalışıyor. Bu gerçeği görmeden ve korkunç sonuçları hesap etmeden atılacak adım Türkiye’yi bambaşka bir yere sürükler. Umarım AK Parti’nin ortak aklı, yıllardır yürüttüğü büyük mücadeleyi unutarak darbecilere böyle bir imkân sunulmasına fırsat vermeyecektir.
Ekrem Dumanlı / Zaman
Gündem sabahtan akşama defalarca değişince, insanları (özellikle de yorumcuları) temelden sarsabiliyor.
Olaylara sağlam bir iradeyle, kuşatıcı bir nazarla bakılamıyorsa insanlar bir uçtan diğerine savrulup gidebiliyor. Hâlbuki alelacele yapılan yorumlar -tarih şahittir ki- kısa bir zaman sonra yorumcusunu mahcup eder.
MİT müsteşarlarının ve çalışanlarının ifadeye çağrılması tabii ki hepimiz için ’şok gelişme’. O yüzden daha neler yaşandığını anlamadan dinlemeden herkes meseleye bir anlam yüklemeye çalıştı. Kimine göre Oslo’da yapıldığı ortaya çıkan MİT-PKK görüşmesi hesaba çekiliyordu. Hâlbuki o görüşmelerin deşifre olmasının üzerinden bir hayli zaman geçmişti. Yargı o günden bugüne (beş ay) neden harekete geçmemişti de şimdi bir savcı bunun hesabını soruyordu? Kısa zaman sonra anlaşıldı ki konunun özü Oslo görüşmesi değil.
KCK operasyonlarında ele geçen bilgiler, belgeler MİT’i zan altında bırakıyordu. Sadece belge bilgi de değil; KCK elemanlarının itirafları da devletin çok önemli bir kurumu olan MİT’i zor duruma düşürmüştü.
Soruşturma dosyasına giren iddialar korkunç! PKK’lı ya da KCK’lı diye tutukladığınız adamların bir kısmı aslında devlet için ’ajanlık’ yapıyormuş. "Olabilir, istihbaratlar böyle çalışır zaten!" denebilir. Eyvallah. Ancak ’haber elemanı’ olarak kanlı bir terör örgütünün şehir hücrelerine sızan ve çok sayıda eylemin planlanmasına ve icra edilmesine bizzat şahit olan kişiler olayları ilgili makamlara bildirmediyse bunlardan hesap sorulamaz mı? Dahası, bu elemanlar durumu rapor etti; ama yukarıdaki yetkililer önlem almadıysa ve bu durum soruşturma dosyalarına girdiyse hiçbir işlem yapılmayacak mı?
Onlarca yıldır fısıltılar halinde konuşulan, son yıllarda kitaplara yansıyan bir iddia var: PKK’yı MİT kurdu. Bu noktadan başlayan iddialar, "PKK’yı MİT yönetiyor" hükmüyle devam ediyor. Bu tür iddiaların üzerine bugüne kadar hiç gidilmedi. Belki de gidilemedi. Ancak çok sayıda karanlık olay -başta Uğur Mumcu cinayeti olmak üzere- hep PKK-MİT ilişkisine bağlandı. Şayet KCK soruşturmasında elde edilen bilgi, bulgu ve itiraflar bu karmaşık ilişkiyi ispat edecek mahiyette ise yargı ne yapmalı? Üstünü mü örtmeli, yoksa ilgili kişilere "Bu nedir?" diye mi sormalı?
Kendimizi kandırmayalım. Bu ülkede silahlı bir örgüt onlarca yıl devletle savaşabiliyorsa ve militanlarının bileği bükülemiyorsa bunun bir sebebi de o örgütün ucunun devlet zırhına bürünmüş operasyonel kişilere dayanmasıdır. Asker, polis ya da istihbaratçı fark etmez; buralar destek vermiyorsa illegal hiçbir örgüt devletin gücü karşısında ayakta kalamaz. Çökertilen terör örgütlerine bir de bu açıdan bakmalı...
Maalesef PKK ve Hizbullah, Kürt sorununun devamı adına hem kuruluş aşamasında hem gelişim sürecinde kollandı. Gencecik çocuklarımız toprağın kara bağrına düşerken bu korkunç manzara üzerinden ’milli güvenlik’ politikaları oluşturuldu. Bu, AK Parti’nin hatası değil ki şimdi ortaya çıkan yüzleşme bu partinin bertaraf etmesi gereken bir sürece dönüşsün. Kanlı bir örgüt ta 30 küsur yıl önce MİT’in himaye kanatları altında kurulduysa ve hâlâ istihbaratımız o örgütün şah damarında oturuyorsa ve maalesef buna rağmen olayların önüne geçilemiyor mal ve can kaybı devam edip gidiyorsa bazı gerçeklerle yüz yüze gelmek gerekmiyor mu? MİT-PKK ilişkisini kuran da, yaşatan da AK Parti değil. Dolayısıyla, sanki bu tablonun sorumlusuymuş gibi tanıtılması ve süreci sahiplendirilmesi Türkiye’yi yanlış bir yere doğru savuruyor.
Türkiye’deki şeffaflaşma süreci partileri de, sivil toplum kuruluşlarını da aşıyor; o yüzden bugün yaşananlar bir çatışmanın nedeni değil; demokratikleşme ve şeffaflaşma sürecinin tabii bir sonucudur. En kötü tercih, ortaya çıkan manzaranın üstünü kapatmaktır. Mesele artık sadece yargının konusu değil. KCK içine sızmış istihbaratçılar ve önlen(e)meyen terör eylemleri artık araştırmacılara emanet edilmiştir. Büyük fotoğraftaki tarihî sorumluluğu unutarak güncel olayların toz dumanı arasından olmayacak çıkarımlar yapmak zincirleme yanlışlar doğurur. Aman dikkat! Ortaya çıkan manzaraya en çok sevinenler, AK Parti ve cemaate karşı öteden beri düşmanlık besleyenlerdir. Onları bu kadar derin sevince boğmanın hiç kimseye faydası olamaz...
Tuzak
Bir mevzuu tartışırken bazen bir ön kabul yapılıyor ve sonra her şey onun üzerine bina ediliyor. MİT yöneticilerinin ifadeye çağrılmasında da benzer bir şey yaşandı. Savcının ’cemaat üyesi’ olduğunu ima eden de oldu, doğrudan doğruya bunu ifade eden de. Sonra da bu tartışılmaz bir gerçekmiş gibi bütün analizini ’cemaat’-AK Parti ilişkilerine dayayan yazılara, konuşmalara şahit olduk. Sanırsınız emniyet ve yargı mensuplarının alnında ’cemaat üyesi’ yazıyor. Yok, böyle bir şey!
Bazı çevrelerin ’cemaat’ vurgusunun asıl nedeni belli. Ta ilk günden beri AK Parti’ye ve Tayyip Erdoğan’a karşı önyargıyla yaklaşan hatta düşmanca davranan bazı kişilerin Başbakan’a sahip çıkıyor gibi görünmeleri de belli bir maksada binaen yapılıyor. Bazıları suret-i haktan görünüp çoktan beri arzu ettikleri ’cemaat-parti kavgası’nı körüklemek istiyorlar. İyi niyetli olmasına rağmen heyecanına kapılıp bu derin plana kendini teslim edenler çıkabilir, ama aslolan güncel telaşlara kapılmamaktır. Meseleye akılla vicdanla yaklaşınca karşımızda bir tuzak olduğunu herkes görecektir.
250. madde üzerinden Ergenekon’un yeni planı
CHP Genel Başkanı son tartışmaları değerlendirirken niyetini doğrudan ifade etmiş ve 250. maddenin kaldırılmasını dile getirmiş. Öteden beri CHP’nin böyle bir talebi var. Çünkü özel yetkili mahkemeler kaldırıldığında Ergenekon başta olmak üzere bütün derin yapılarla ilgili davalar akamete uğrayacak. Ergenekon’u destekleyen kişiler bunu uzun zamandır dile getiriyor zaten...
250. madde, özel yetkili mahkemelerin alanını çiziyor. O kanun sayesinde özel yetkili savcılar ’dokunulamaz’ kişileri adalet huzuruna çıkarabiliyor, mahkemeler o yetki sayesinde devlet zırhına bürünerek kanunsuz iş yapanları yargılayabiliyor. İtalya’daki Gladyo soruşturmasından da bildiğimiz gibi aslında dünyanın pek çok yerinde bu tür özel yetkili mahkemeler var; çünkü yerel mahkemelerin yetki sınırı dar bir çerçeveye sıkışıyor. Çeteler, örgütler, mafyalar dünyanın her yerinde bu tip mahkemeler tarafından sorgulanıyor. ’Süper savcılar’ın yetkileri olmasa örgütlü suçlardan hiç kimse hesap soramaz.
CHP için de bu bir çelişkidir. Bir yandan milletvekilleri dâhil herkesin dokunulmazlığı kaldırılsın, herkes adalet karşısında hesaba çekilsin diyorlar, diğer yandan derin ilişkilerin hesabının sorulmaması için yeni zırhlar arıyorlar. Bugün bazı AK Partili kişilerin 250. maddeye bu kadar sert yaklaşması ve CHP ile aynı çizgiye geliyor gibi gözükmesi, ileride yaşanacak bazı sıkıntıların hesap edilememesinden kaynaklanıyor. Açık söyleyeyim, şayet 250. maddenin tanıdığı yetkiler ortadan kaldırılırsa bütün darbe davaları düşer, CHP’nin dediği olur ve bundan en büyük zararı AK Parti görür.
Ergenekon avukatları medyayı dolaşıp "MİT soruşturmasının asıl hedefi Başbakan’dır" propagandası yaparken aslında yandaşlarını adaletin elinden kurtarmaya çalışıyor. Bu gerçeği görmeden ve korkunç sonuçları hesap etmeden atılacak adım Türkiye’yi bambaşka bir yere sürükler. Umarım AK Parti’nin ortak aklı, yıllardır yürüttüğü büyük mücadeleyi unutarak darbecilere böyle bir imkân sunulmasına fırsat vermeyecektir.
Ekrem Dumanlı / Zaman