BAŞKANLIK SİSTEMİ BENİM KADIN OLMAM KADAR İMKANSIZ!..
Muhafazakar yazar Erdoğan'ı kızdıracak... "Başkanlık sistemi benim kadın olmam kadar imkansız" diyen köşe yazarı kim?
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yeniden gündeme getirdiği Başkanlık Sistemini ’Sağcı liderlerin romantizmi’ diyerek tanımlayan Taha Akyol, Başkanlık sistemi için bu tanımı yapıyor. Vatan Gazetesi’nden Mine Şenocaklı’nın sorularını yanıtlayan Akyol, başkanlık sisteminin Türkiye’de karşılık bulmasının zor olduğunu kaydederek, ’bu durum benim kadın yapmak gibi imkansız bir şeydir’ dedi.
İşte o röportaj:
Liberal demokrat ve muhafazakâr kimliğiyle bilinen Taha Akyol, Milliyet’teki köşesinde iki yazı yazdı ve çok net bir tavır koydu. “Başkanlık sistemi Türkiye için çok riskli. Ülkeyi bölünmeye götürür, sonumuz Yugoslavya gibi olur” diyen Akyol, öylesine emin ki kendinden, muhafazakâr tarzına uymayan bir iddiayla noktalıyor sözünü: “Fiilen de başkanlık sistemi bize uymaz. Bu, beni kadın, sizi erkek yapmak kadar imkansız bir şeydir!”
Sağ cenahta entelektüel denince ilk akla gelen isimlerden biri... Bir o kadar önemli özelliği ise, kişiler ve partiler üzerinden değil, değerler ve ilkeler üzerinden tartışması... İşte bu nedenle o konuştu mu, herkes saygıyla dinliyor. Kendisini siyaseten liberal demokrat olarak tanımlıyor... Doğrularını ise şöyle sıralıyor; piyasa ekonomisi, dışa açılma, AB süreci, kültürel olarak ise muhafazakâr değerler. Bütün bu değerler AK Parti’nin ideolojisiyle denk düştüğü için Taha Akyol’u, ’İktidar destekçisi’ olarak görenler hiç de az değil. O böyle düşünenlere geçmişteki duruşundan örneklerle cevap veriyor: “Benim desteğim AK Parti’ye değil. Onlara karşı da değilim. Turgut Özal, Bülent Ecevit ve Süleyman Demirel dönemlerinde neyi desteklediysem, bugün de aynı şeyleri destekliyorum. Mesela 2001’de Ecevit Hükümeti’nin partilerin kapatılmasını zorlaştıran Anayasa değişikliğine nasıl destek verdiysem, şimdi de aynı desteği AK Parti’ye veriyorum. Aksi zaten tutarsızlık olmaz mıydı?”
Tutarlılıktan anladığı, savunduğu değerler doğrultusunda tavır almak. İşte bu yüzden başkanlık sistemi tartışmasında da en sağlam eleştiriler ondan geliyor. Sadece siyasi istikrar arayışı gibi kısır bir çerçevede ele almıyor Erdoğan’ın başkanlık sistemi talebini, bir sistem meselesi olarak inceliyor. Önce ABD’den, Fransa’dan örnekleri yatırıyor masaya, sonra da Türkiye gerçeklerini... Bir bakıyor sonuç Yugoslavya’nın, hatta Hindistan’ın bölünmesine kadar gidiyor! Hesap ediyor, kitap ediyor ve karşı çıkıyor, hem de çok net: “Türkiye’de başkanlık sistemine geçmek; sizi erkek, beni kadın yapmak kadar imkansız!” Neden imkansız olduğunun tüm gerekçelerini ise hukukçu kimliği ve 30 yıllık gazetecilik birikimiyle açık açık sıralıyor...
Sonumuz Yugoslavya gibi, Hindistan gibi olur
Sizce Erdoğan’ın başkanlık sistemini isteme gerekçesiyle, Özal’ın, Demirel’in gerekçeleri arasında fark var mı?
Özal ve Demirel’in başkanlık sistemini istemelerindeki en önemli sebep, siyasi yelpazenin dağılmış, partilerin çok parçalanmış olmasıydı. Ülke koalisyonlarla idare ediliyordu. Kuvvetli bir yürütme ihtiyacı vardı. Bu sonuç sandıktan çıkmadığına göre, nasıl sağlanacaktı? Akla ilk gelen başkanlık sistemiydi. Onlar bu ihtiyaçla başkanlık sistemini savundular.
Yani daha çok istikrar için?
Evet. Demirel’in de, Özal’ın da ayrıntılı olarak başkanlık sistemi araştırması yaptığı hakkında bir bilgim yok. Ama Özal’a yakındım, kendisine “Ağabey” diye hitap ederdim. “Ağabey” dedim, “Bu yelpazenin toparlanması gerektiğini ben de kabul ediyorum. Bu kadar partiyle ülke idare edilmez. Ancak federasyon olmadan başkanlık sistemi olmaz. Eğer olursa sonu diktatörlüğe kadar gider.” Söylediklerimi dinledi, “Ben bu tarafını düşünmedim. Bunun üzerinde bir çalışayım” dedi. Ama daha sonra görüşmek nasip olmadı.
“Kürt meselesine çözüm olmaz”
Peki Erdoğan, başkanlık sistemini bu yönüyle Kürt sorununun çözümüne de katkı getirir diye istiyor olabilir mi?
Hayır. Başkanlık sistemi Kürt sorununun çözümüne katkı getirmez. Dediğim gibi Özal başkanlık sisteminin federasyon getireceğinin farkında değildi. Onun kafasındaki başkanlık sistemi, koalisyon hükümetlerinin belirsizliği yerine sorunları süratle çözebilecek, güçlü ve etkin bir yönetim ortaya çıkartabilmekti. Kürt meselesine de bu yönden bir bakışı vardı. Başkanlık sisteminde iki adaydan biri seçilir. Yani siz 10 tane, 20 tane partiye oy vermezsiniz. Bir grup parti ittifak yapar, sizi aday gösterir. Öbür taraf da beni... Hangimiz kazanırsak kazanırız. Ya da ilk oylamada en fazla oy olan 5 adaydan 2’si ikinci tura kalır. Özal, Güneydoğu halkının da Türkiye’nin genelinin benimseyeceği bir adaya oy vererek Kürt meselesinin çözümüne katkıda bulunacağını düşünüyordu. Mesela, şu anda bölgede DTP’ye oy veriliyor. Ama Türkiye’de bir başkanlık seçimi olsa, DTP’li birinin ikinci tura kalması mümkün değil. Çünkü aldıkları oy yüzde 6. O zaman bölge halkı kime oy verecek? İki adaydan birine. Yani Türkiye’nin çoğunluğu kime oy veriyorsa, DTP’nin tabanı da onlara oy verecek. Özal’ın düşüncesi buydu. Fakat başkanlık sisteminde eyalet parlamentoları, eyalet senatoları, eyalet meclisleri olacak. Onlara bağlı silahlı kuvvetler olacak. Her eyaletin ayrı bir başkanı olacak. Şimdi “Bu da olsun” denilebilir. Ama ben bunu şu bakımdan sakıncalı görüyorum; ABD bağımsız eyaletlerin birleşmesinden meydana gelmiş bir federalizm sistemine dayanıyor. Biz ise üniter devleti federal yapılara böleceğiz. Amerika’daki başkanlık sistemi merkezçek kuvvetlerini güçlendirmiştir, bizdeki merkezkaç kuvvetlerini güçlendirir. O yüzden ben başkanlık sistemine karşıyım.
Yani bizde başkanlık sistemi bölünmeyi getirebilir?
Evet; bölünmeyi getirebilir. Bölünmeden öte çatışmayı getirir. Yoksa bölünmek mahkemeye gidip de boşanmak gibi bir şey olsa, bölünelim. Ama böyle olmaz. Vücudun bir bölümünü kesmek gibi olur.
Yani?
Türkiye gibi, iki halkın iç içe geçtiği bir ülkede “Hadi bölünelim” demek vücudu kesmek demektir. Çekler ve Slovaklar oturdular, medenice tokalaştılar ve “Ayrılalım” dediler. Ama bir defa sınır belliydi, burası Çeklerin bölgesiydi, burası da Slovakların... Fazla iç içe geçmiş değillerdi. Dolayısıyla o kadar da kolay oldu ayrılmak. Peki Yugoslavya nasıl bölündü? Tam bir iç savaş çıktı...Kaldı ki Türkiye, Yugoslavya’daki halklardan daha fazla iç içe geçmiştir. Türkiye’nin şu kadar vilayetine federasyon ya da ayrılma yoluyla “Kürdistan” dediğiniz zaman orada o yönetimden rahatsız olanlar ya da o yönetim tarafından hain görülenler Türkiye’nin Batı’sına geçeceklerdir. Öte tarafta Diyarbakırlı’nın da, İstanbul’da, İzmir’de iş yeri var, evi var. Buralardaki Kürtler de ister istemez, “Türkiye’yi bölüyorsunuz” tepkisiyle karşılaşacak ve o tarafa göçmek zorunda kalacaklardır. Bunun örneği, Hindistan’la Pakistan’ın ayrılmasıdır. Eskiden Hindistan ve Pakistan diye bir ayrım yoktu. Hindular ve Müslümanlar Hindistan Alt- Kıtası denilen bir ülkede yaşıyorlardı. Kürtler ve Türkler nasıl iç içe geçmişse Hindular ve Müslümanlar da o kadar iç içe geçmişti. Maalesef “Ayrılalım” dediler. Siz Güney’de oturan bir Müslümansınız, ben Güney’de oturan bir Hindu’yum. Sizi öldürdüm, sırf evinize el koymak için... Sizi öldürdüğümü duyan Kuzey’de bir Müslüman da hem intikam almak hem de oturduğu evine sahip olmak için bir Hindu’yu öldürdü. Böyle ne kadar insan öldü biliyor musunuz? Tam 2.5 milyon! Üstelik o zaman Hinduların lideri adeta barış meleği olan Mahatma Gandhi’ydi. Biliyorsunuz, Mahatma “Büyük ruh” demektir. Öbür tarafta da Londra’da okumuş bir hukukçu Muhammed Ali Cinnah vardı. Ortada ne ordu vardı, ne terör örgütü! Sadece halk vardı...
Böyle bir tehlike görüyor musunuz gerçekten?
Türkiye’de ayrılma, farklılaşma dinamikleri çok ileri giderse gelinecek yer burasıdır.
Çok işsiz genç var. Böyle bir durumda onları kontrol etmek çok zor olur diye düşünüyorum...
Bu faktörlerden biridir. Ama Kürt milliyetçiliğinin örgütleyicileri, temsilcileri; avukat, doktor, esnaf, kısmen de işadamı. Milliyetçilik bir orta sınıf hareketidir, dünyanın her tarafında bu böyledir. Kürtler’de de ekonomi geliştikçe, orta sınıf oluşuyor. Bu şöyle bir sonuç ortaya çıkarıyor, Kürtlük fikri güçleniyor. Oysa Kürt aşiretinde “Kürtlük” fikri fazla güçlü olmaz. Türk aşiretinde de “Türklük” fikri fazla güçlü değildir. Ancak şehirleşme, eğitim geliştikçe bu fikir gelişiyor.
Aşirette güçlü olan ne peki?
Aşiret kimliği ve din. Oysa DTP, laik bir harekettir. İslami bir söylemi yoktur. Aksine Kürt milliyetçilerinin yayınlarına baktığınızda, “İktidar İslam’ı kullanarak ulusal bilincimizi öldürüyor. Kürtler’in milli dini Zerdüştlük’tür, Şamanlık’tır” diyor.
Kürt ve Türk’ü bir arada tutan çimento dindi. Ama artık o da zayıflamaya başladı deniyor...
Evet. Şimdi böyle bir yapıya federasyonu getirdiğimiz zaman, “Ne olur?”u düşünmek lazım. İşte onun için başkanlık sistemi risklidir. İkincisi, başkanlık sisteminde başkanın partisi üzerinde hiçbir tasarruf yetkisi yoktur. Obama, Demokrat Parti’nin Genel Başkanı değildir. Bush da Cumhuriyetçi Parti’nin Genel Başkanı değildir. Genel başkanlar bilmediğimiz, sıradan adamlardır. Çünkü oralarda partiler seçim komitesi olarak çalışırlar. Sırf seçim kampanyası yapmak için bir araya gelirler, çok gevşek yapıdadırlar. Şimdi Obama bütün senatörleri, valileri, emniyet müdürlerini, komutanları tayin ederse, yarın otoriter rejime gittiği zaman buna kim dur diyecek? Demek ki başkanlık sisteminde siz başkana yüksek yetkiler verip onun karşısına kale duvarları koyuyorsunuz. “Burayı aşamazsın!” diyorsunuz.
Bizde ise o duvarlar yok. O yüzden de sistemi değiştirmek gerekiyor önce, öyle mi?
Evet. Şimdi, bir kere başkanlık sistemine geçeceksek 177 maddeden oluşan Anayasamızın 40 maddesi değişecek. Artı içinde “Bakanlar Kurulu ve Başbakan” kelimeleri geçen bütün kanunlar ve yönetmelikler kaldırılacak, değiştirilecek.
Başkanlık sistemi sağcı liderlerin romantizmidir
Türkiye’de kaç yıllık bir değişimi gerektirir başkanlık sistemi?
Hem çok yılı gerektirir, hem de çok kargaşalar çıkar! Çünkü bir de alışkanlıklarımız var. Onun için başkanlık sistemi bizde kuvvetler arasında çatışmayı hızlandırır. Halbuki ABD’de kuvvetlerin birbirini dengelemesi sonucunu doğuruyor. Niye? Çünkü onlar 250 yıldır bu sisteme alışmışlar. “Türkiye’de kuvvetler ayrılığı var” diyoruz değil mi? Peki düşünün ki, siz Tayyip Bey ya da Deniz Bey ya da Devlet Bey tarafından atanmış bir milletvekilisiniz, parlamentoya geldiğinizde onların bir tasarrufuna “Hayır” diyebilir misiniz? Bugün Erdoğan’ın karşısına, Baykal’ın karşısına, Bahçeli’nin karşısına muhalif isim çıkması mümkün mü? İşte, böyle bir alışkanlıkta başkanlık sistemini düşünün. Parlamento emrinde, bütün valileri o tayin ediyor, emniyet müdürlerini o tayin ediyor, onu frenleyecek Anayasa Mahkemesi üyelerini de o tayin ediyor ve kendisinin tayin ettiği Anayasa Mahkemesi üyelerini Meclis onaylıyor. Kim “Dur” diyecek ona? İşte bu sebepledir ki, Amerika dışındaki başkanlık sistemleri diktatörlükle sonuçlanmıştır.
Peki böyle riskleri varsa, niye şimdi başkanlık sistemini gündeme getirdi Erdoğan?
Vallahi ben Turgut Bey gibi, Tayyip Bey’in de başkanlık sistemi hakkında esaslı bir araştırma yaptırdığı kanaatinde değilim.
Ama deniyor ki iktidara geldiklerinden beri kafalarında bu var?
Başkanlık sisteminin cazip gelen tarafı, yürütmenin güçlü ve etkin olmasıdır. Bunu düşünmüş olabilirler.
İyi de şu anda böyle bir sorunu var mı Türkiye’nin?
Şu anda yok, ama yarın olabilir. Ayrıca Tayyip Bey ne diyor? “Ben 7.5 yıldır başbakanım, bu tecrübem var. Çankaya’ya çıkıp da sembolik bir cumhurbaşkanı olmak yerine işlevime devam edeyim” diyor. Tabii bu da başkanlık sistemini cazip hale getiriyor. Başkanlık sisteminin en dikkat çekici özelliği hızlı çalışan bir sistem olmasıdır. Son ekonomik krizde de gördük ki Amerika süratle kararlar aldı, Avrupa alamadı. Çünkü Amerika’da başkan bir karar alıp “Tamam” dedi mi, bitti. Avrupa’da, hele bir de ülkede koalisyon hükümeti varsa, grubunuzu ikna edeceksiniz, koalisyonu ikna edeceksiniz... Başkanlık sistemi hakikaten dinamik bir sistemdir, sorunları çözmede daha beceriklidir. Ancak onun dayandığı dengelerin bir toplumda teşekkül etmiş olması lazım. Sistemi kağıt üzerinde kurmak yetmez. Demin örneğini verdim, kağıt üzerinde diyebilirsiniz ki, “Başkan parlamento seçimlerine karışamaz.” İyi de ben Erdoğansam ya da Özalsam, “El altından parlamentoya falancaları seçeyim” dediğimde onlar seçilecekse bu işin sonu ne olur? Çok kötü olur.
“Önce Türkeş söyledi”
O zaman Erdoğan’ın başkanlık sistemi istemesinin sebebi ne sizce?
Türkiye’deki bütün sağ liderlere başkanlık sistemi cazip gelmiştir. Çünkü başkan doğrudan halk tarafından seçilir. Halk kavramı sağda yarı kutsal bir kavramdır. Menderes’i düşünün, arkasından Demirel’i, Özal’ı... Merkez sağ için doğrudan halk tarafından seçilmek önemlidir. İkincisi, sağcı liderlerin terminolojisine dikkat edin. Yol, fabrika, baraj, ihracat, büyüme gibi icraata ilişkin şeylerden bahsederler. Bütün bunları hızla yapacak en iyi sistem de hakikaten başkanlık sistemidir. Ama madalyonun bir yüzü bu. Öteki yüzü de başkanlık sistemindeki kesin kuvvetler ayrılığını Türkiye yapısında gerçekleştirmenin fiilen mümkün olmadığıdır.
Peki bu gidişle Nuray Mert’in dediği gibi tek parti rejimine doğru gidilir mi?
Türkiye’de başkanlık sistemi olmaz. Bu, fiilen sizi erkek beni kadın yapmak kadar imkansız bir şeydir. Anayasa’nın 40 maddesi değişecek, bunların bir kısmı referandumdan geçecek. Bu mümkün değil. Başkanlık sistemi Türkiye’deki sağcı liderlerin doğrudan halk tarafından seçilmek ve etkin icraat yapabilmek özleminden doğan bir romantizmdir. Bu romantizm önce Türkeş’te vardı. O sonra unuttu. Arkasından Turgut Bey, sonra Süleyman Bey söyledi... Ama gerçekleşmez.