BASININ EN SİVRİ KALEMİ ORAY EĞİN ETİLER ŞERİFİNE 2 KERE YAKALANDI!... CANINI ZOR KURTARAN EĞİN SORUYOR!... "ETİLER ŞERİFİ TERÖR ESTİRİYOR!... ŞERİFİN ARKASINDA KİMLER VAR?..."
Ve biliyorum ki bu Deniz de, bütün diğer kasaba şerifleri gibi bunu kendi kendine yapıyor olamaz. Bir gazeteciye saldırmaya tek başına cesaret edemez. Etiler halkına kendi kendine kök söktüremez.
Etiler´in şerifi terör estiriyor. Peki bunu kim destekliyor?
Susurluk olayının patlamasından sonra kamuoyunun önüne çeşitli sorumlular çıkartıldı, teşhir edildi. Bu isimlerin pek çoğu piyondu, zamanında bir kukla gibi egemenler tarafından kullanılmışlar, işleri bittiğinde, olay patladığında da harcanmış, teşhir edilmişlerdi. İbrahim Şahin de onlardan biriydi.
Oysaki bu skandalın baş aktörü gibi tanıdığımız Şahin, babası makarna fabrikasında işçi olarak çalışan, fakir bir aileden gelen ve daha okul yıllarında fanatik bir ülkücü olan sıradan bir polis alt tarafı. Bir emir eri. İbrahim Şahin´e bütün bu süreç içinde birileri tarafından gaz verildi, çok güçlü olduğu hissettirildi, o da buna inandı ve yetkilerini aşan işler yaptı, Susurluk´un hazırlayıcılarından biri oldu.
Ama sonra dönüp hiç kimse yüzüne bakmadı... Bugün hasta ve yalnız, bakıma muhtaç. Kasabanın şerifi gibi ortalığın tozunu attırdığı günlerden eser yok. Kapısını çalan da. Bir zamanlar ona koltuk çıkanlar, destek olanlar uçup gitti. Yaşlı, yorgun, hasta bir adam şimdi Şahin...
Onun okuldaki lakabı neymiş biliyor musunuz? "Hamal" derlermiş. Saf bir adam işte. Kolay kandırılacak cinsten. Büyük teşkilatların böyle saf adamlara her zaman ihtiyaçları oluyor...
Farz edelim ki Anadolu´dan bir polis İstanbul´a tayin oluyor. Hayatını PKK´yla mücadele içinde geçirmiş, terörden çekmiş, milliyetçi duyguları aşırıya kaçmış... İstanbul´daki ağabeyleri hemen onu tespit ediyorlar. Anadolulu saf polisi buluyorlar ve diyorlar ki "Bak Aksaray´daki bazı oteller PKK´ya yardım ediyor."
O da bunu misyon edinip gidiyor o otelleri dağıtıyor, olaylar çıkartıyor, kapattırıyor. Bunu vatan ve görev aşkı uğruna yaptığına inanıyor. Gazlıyorlar, o da tanrısal güce sahip olduğunu düşünüyor; astığı astık, kestiği kestik. Her şeyin yanına kâr kalabileceğini düşünüyor, her yöntemi uyguluyor...
Sonra ne oluyor biliyor musunuz? "Ağabeyleri" o otel sahipleriyle masaya oturuyor. "Tamam açarız ama şu kadar para lazım" diye kirli bir pazarlık başlıyor. Anadolu´dan gelme saf memurun üzerine yıkılmış bütün olay. O kullanılmış, sonra da bir köşeye itilmiş.
Kendilerini "kasabanın şerifi" zannedenlerin sonu hep böyle oluyor.
Dün, Milliyet´te gazeteci Mehmet Coşkundeniz´in polisten yediği dayağın detaylarını okuyunca bunu düşündüm. Kendini Tanrı zanneden ve kasabanın şerifi edasında terör estiren o polisleri...
Posta yazarı Coşkundeniz, alkol muayenesinde 92 promille yakalanıyor ve polisle aralarında bir tartışma çıkıyor. Polisler, içinde kız arkadaşı olduğu halde arabayı çekmeye çalışıyor, bunun üzerine de müdahale ediyor gazeteci. Gerisini kendi ağzından okuyalım:
"Adının Deniz olduğunu öğrendiğim bir polis yanıma geldi. `Çok konuşuyorsun, seni döverim´ dedi. (...) `Kelepçeleyin bunu´ dedi. Bir tanesi kelepçeledi beni. (...) Beni yere yıktı. Vurmaya başladı. Sonra bir tanesi beni kaldırdı. Geldi bir daha vurdu. Uzun boylu bir polis `Yeter artık´ dedi. (...) `Beni karakola götürün´ diyorum. Ben öyle dedikçe geldi vurdu. `Demek sarı basın kartlı gazetecisin ha´ diyerek gelip defalarca vurdu..."
Coşkundeniz´in bu olay başına Etiler Koç köprüsü bitimindeki çevirmede geliyor. O civarda oturanlar için bir kabus yolu orası. Ne zamandır bütün Etiler sakinlerinin dertli olduğu bir bölge. Çünkü bir polis memuru semt sakinlerine sokağı dar etmiş, orayı kendi kasabası bellemiş durumd