21 Mayıs 2012 12:43 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:40

BAŞBAKANIN DÜNÜRÜ GAZETECİLİĞİ NEDEN BIRAKTI?

Gazeteci Yazar Sadık Albayrak, Başbakan'la dünür olmanın onu nasıl etkilediğini ilk kez tüm açıklığıyla anlattı

Gazeteci Yazar Sadık Albayrak, Başbakan’la dünür olmanın onu nasıl etkilediğini Fadime Özkan’a anlattı..

Star gazetesinde yayınlanan röportajda Albayrak, oğlu Berat Albayrak’la evli olan Başbakanın büyük kızı Esra için de "Esra gelinim değildir kızımdır" dedi.

Çiftiliğinde yetiştirdiği tavukların yumurtalarını, Başbakanın da torunları olan Ahmet Akif ve Mahinur’a götürdüğünü, 6 ve 3 yaşında olan çocukların "başka yemeyiz, dedemin dumurtalarını isteriz" dediklerini ifade etti.
Albayrak bugünkü Ergekonunun kaynağının 1860’larda kurulan Encümen-i Daniş olduğunu vurguladı.

İŞTE O RÖPORTAJ

Gazeteci-yazar Sadık Albayrak, 1942 Trabzon-Of doğumlu. Ulema bir ailenin en büyük oğlu, İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü mezunu. Vaizlik de yaptı ama onu kamuoyuna tanıtan yönü gazeteciliği, yazarlığı.

1970’lerden 2003’e dek aktif gazetecilik yaptı, kitaplar yayınladı ve bu nedenle hem ödüller aldı, hem hüküm giydi. Kitaplarının sayısından dolayı “kırk bir kere maşallah” dedirten Albayrak’ın son kitabı “Yiğit Düştüğü Yerden Kalkar” adını taşıyor. Ve o bunu “hayatım boyunca yazdıklarımın özü” diye tanımlıyor. Kitaptan hareketle dünü, bugünü, Türkiye’yi, alemi İslam’ı kimin kurtaracağını ve hatta “Başbakan ile dünür olma hali”ni konuştuğumuz Sadık Albayrak ile Durusu’daki mütevazi çiftliğinde buluştuk.

Önce şöyle bir etrafı gezdik.

Kendi elleriyle diktiği ağaçları tek tek ve gururla takdim etti. Heyecanla anlattıklarından anladık ki her biriyle hakikaten kendisi ilgilenmiş Sadık Bey. Ağaçlar meyveye durmuş, sebzeler boy vermiş.

Velhasıl Terkos Gölü’nün hemen yakınında, eğimli bir arazide minyatür bir Karadeniz bahçesi kurmayı başarmış Oflu Sadık Bey. Karadeniz’de kullanıldığı gibi ahşap bir serander bile yapmış. Mütebessim bir çehreyle “Burada oturup yağmurun yağışını seyrediyorum, öyle güzel oluyor ki” diyor.


Tavşanları, kangalları, koyunları seviyoruz. Kümesleri dolaşıyor, folluklardan yumurtaları topluyoruz. “Kuzucuklarıma götüreceğim” diyor torunlarını kastederek. “Başka yemeyiz, dedemin dumurtalarından isteriz” diyormuş, Başbakan Erdoğan’ın da torunları olan 6 yaşındaki Ahmet Akif ve 3 yaşındaki Mahinur. Büyük oğlu Serhat Albayrak ile evli olan Şule Hanım’dan ve küçük oğlu Berat Albayrak’ın eşi olan, Başbakan’ın büyük kızı Esra Hanım’dan yani “gelin”lerinden “onlar benim kızlarım” diye söz ediyor babacan tavrıyla. Torunlarından bahsederken ise gözleri parlıyor, “buraya da geliyorlar, koşturuyorlar buralarda” diyor neşeyle.

‘Yiğit Düştüğü Yerden Kalkar’ adlı kitabında Osmanlı’nın son dönemini hatırlatarak bugüne bakan Sadık Albayrak: Ergenekon’un kaynağı Encümen-i Daniş’tir. Onlar istedi, hukuk, harfler ve kılıklar değişti.

Her atasözü bize bir şey söyler, sizin kitabınıza isim olarak verdiğiniz “Yiğit düştüğü yerden kalkar” da öyle. Yine de siz söyleyin, bu kitapla okura ne demek istiyorsunuz?

Kastım şu: 40’a yakın kitabım var. Her kitapta geçmişteki kitaplarımın boşluğunu doldurarak çalıştım. Bu kitap ise belki de hayatım boyunca yazdıklarımın bir özüdür. Beni bu noktaya getiren, bu çalışmama mesnet teşkil eden ise Sivas’taki İttihat-i İslam Şurası, kongresidir. Bu, bizim bildiğimiz Erzurum ve Sivas kongreleri değil, bundan iki sene sonra olmuş bir kongredir. Aradan şu kadar zaman geçti. O devirde insanların beklediği bir kurtarıcı vardı. Şimdi ben de diyorum ki ’Yiğit Düştüğü Yerden Kalkar’.

O dönemin tarihi iyi bilinir aslında, Kurtuluş Savaşı dönemini inceleyen tarihçilerimiz vardır ama bu Şuraya daha önce dikkat çeken olmamıştı. Siz nasıl tespit ettiniz bunu?

Çok tarihçi var ama herkes kendi zaviyesinden bakmış, mutfaktaki malzemeden yemek yapmış. Ben ilk Meclisteki siyasi, kültürel, dini ve fikri tartışmalar üzerine çalışırken bir yabancının kitabında bir paragraf buldum. Sonra başladım araştırmaya. Baktım ki o devirde her ne kadar savaş devam ediyorsa da

TBMM’de ve Türkiye’nin yeni oluşumunda müthiş bir birleştirici, yeniden doğuşu ifade eden fikirler de var. Bunların o devirde kalmasına gönlüm razı olmadı.

TBMM’NİN 100. YILINA HAZIRLIK

O dönemin hemen tüm aydınları ‘Osmanlı nasıl kurtulur’un cevabını aradılar. Her biri farklı önerilerde bulundu. Türkçülük, Osmanlıcılık, İslamcılık, Batıcılık da fikri akım olarak o zamanlar doğdu. Siz ne gördünüz o dönemde?

Türkiye veyahut Osmanlı İmparatorluğu her yüzyılda bir, bir değişime uğramış. Bunlarında hepsi Batı’dan etkilenerek olmuş. III. Selim, II. Mahmut, Abdülhamit dönemi, Meşrutiyet dönemi ve Cumhuriyet dönemi. Ama bunlar olurken güçlenme olmamış, parçalama olmuş. Mesela 1917’de Rus Devrimi olmuş, Çar gitmiş ama imparatorluk devam etmiş, Rusya parçalanmamış. Türkiye böyle bir yol ayrımındayken ilk Meclise büyük bir misyon yüklenmiş idi. Çok büyük tartışmalar oldu. Bu kitap, ona bir malzeme yahut bir adım şeklindedir. Ki 100 yıl sonra biz yine aynı şeyleri tartışıyoruz. Türkiye demokratikleşecek mi? Anayasa çağa göre mi olacak? Kanunlar değişip mi, değişmeyecek mi? Batı’da adamlar sosyal ve siyasal erki çağın getirdiği demokratik ölçülerle değiştiriyorlar. Ama biz Batı’dan yüzyıllık kanunları alıyoruz. Yüzyıl sonra birtakım kurumlarımızı gündeme getirip sempozyumlar, çalışmalar yapıyoruz. 8 sene sonra TBMM kurulmasının 100. yıldönümü. Ondan 3 sene sonra Cumhuriyet’in ilanının yüzyıl dönümü. Şimdiden hazırlıklar yapılıyor, bu kitap da buna bir şey hazırlık, bir hatırlatma. Kitabın arkasına aldığımız Muallim Cevdet’in dediği çok önemli. Diyor ki Muallim Cevdet; “İslamiyet bin bu kadar yıllık bir ağaçtır. Kökleri daima maziye bağlı fakat yaprakları mevsim, mevsim yenilenir. Bu milletin bağrına dikilen nice yabancı fidanlar kurudu. O kurumadı ve kurumak bilmez. Hele bahar gelsin, bakınız ne çiçekler açacaktır. Ona hizmet için yeni bahçıvanlar getiriniz. Etrafını temizleyiniz. Biliniz ki bu ihtiyar çok tazelerden kuvvetlidir.”

“SURDA BİR GEDİK AÇTIK”

Şu an o “bahar mevsimi”nde miyiz peki?

E, tabi. Türkiye bu sancıları çekiyor, bunlar tartışılıyor. Türkiye yeni bir rotaya gireceğine göre, bu tür çalışmalar olması gerekir. Ki bu da bana göre yeterli değil. Merhum Necip Fazıl’ın dediği gibi biz “Surda bir gedik açtık…” Ben hayatım boyu böyle bakmışımdır. Bu kitap da öyle bir gedik açmak içindir.

Şurası kesin ki; Türkiye değişiyor. Siz bu uyanışın bahar uyanışı olduğunu söylüyorsunuz. Ve kitapta bütün bu değişimi gerçekleştirecek olanın “bahçıvan” olduğunu söylüyorsunuz. Evveli olsa da vesayet kurumlarının geriletildiği, demokratikleşmenin arttığı, ekonomik büyümenin sağlandığı, Türkiye’nin bölgesinde lider olmaya başladığı dönem, geçtiğimiz son 10 yıllık dönem. Yani AK Parti iktidarı. Kitapta bahsettiğiniz yüzyıllık değişimi sağlayacak olan AK Parti, o “bahçıvan” da Recep Tayip Erdoğan mıdır yani?

Ben parti olarak bakmıyorum olaya. Toplum ve parlamento olarak bakıyorum. Çünkü artık milletin iradesine kimse ipotek koyamaz. Toplumun temel değerleri, dinamikleri vardır. Bunları bir dönem sisteme uydurmak istediler, Köy Enstitüleri’ni kurdular. Köylü çocuklarını okutup sağlık memuru, eğitmen, marangoz yaptılar. Ama sınırladılar. Sağlık meslek lisesinde okuyan üniversiteye giremez. Yani “köylüsün yine köylü kal”. Eskiden milletin oyunun hiçbir değeri yoktu. Kimi koyarsan listeye, onlar seçilir, hele de tek parti döneminde. Kastamonu’da çıkan bir derginin arka kapağında gördüm: “Cumhuriyet Halk Fıkrası Merkez Umumiye’den tebliğ edilmiştir ki, Kastamonu’nun milletvekilleri şunlardır, halk bunları seçsin” deniyor. Ve onlar seçiliyor.

TEZEĞİ BİLMEYENLER BİLE VEKİL OLDU

Türkiye siyasi tarihinin bir dönemi bu…

Böyle bir dönemde mesela Erzurum’dan birini milletvekili yaptılar ama Erzurum’u bilmiyor. Erzurum’a gitmemiş. Oradakilerin kışın derdi nedir? Yakacaktır, tezektir. Adamın biri duymuş Erzurum milletvekili falanca diye. Mektup yazmış. “Vekilim biz donuyoruz. Bizi bu tezekten kurtar” demiş. Milletvekili duymamış etmemiş, Batı’da okuduğu için, soruyor: “Ağam, tezek dediğin nedir? Miktarı nedir? Kalorisi nedir? Bana yaz.” Erzurumlu akıllı adam tabi… Diyor ki “Beyim tezek dediğin b.ktur. Miktarı çoktur. Kalorisi yoktur.”

Hay Allah…

İşte böyle bir siyasal süreçten geldik. Kaç neslin çektiği çilelerin ardından, fevkalade bir performansla geldiğimiz noktadır bu. Anayasa, kanunlar değişecek deniyor, Avrupa ile beraber yürüyeceksin deniyor. Ben bunu biraz da şuna benzetiyorum. Futbol kurallarını Batılılar koydu. Eskiden 1-9-1 şeklinde oynuyordun ve Edirne’den ileri geçemiyordun. Ama kuralları kendimize uyarlayarak, dünya üçüncüsü olduk, takımlarımız UEF şampiyonu oldu, Avrupa kupalarında varız. Ben siyasette de böyle telakki ediyorum. Bu jenerasyon bunu yapacak. Bu bir kadro olayıdır.

İSLAM COĞRAFYASINDA HİLAL YÜKSELİYOR

Yakın coğrafyamız Arap baharı yaşadı, yaşıyor. Suriye gibi çok sorunlu ülkeler de var ama çoğunda halk diktatörlerini bir şekilde indirmeyi başardı. Oysa bu bölge dünyadaki soğuk savaş dönemini sürdüren tek bölgeydi, ölü toprağı serpilmiş gibiydi. Buna eş zamanlı olarak da son on yıllarda Türkiye yükselişe geçti, sıfır sorun politikası yürüttü, oyun kurucu roller üstlendi, Başbakan dünyanın “şımarık ülkesi” İsrail’e “one minute” dedi ve İslam ülkelerinde de müthiş bir popülariteye sahip oldu. Uyanış ve bahçıvan metaforunuz burada da örtüşüyor sanki?

Bakın. Mustafa Kemal evli iken çok daha mazbut bir insandı… Bir oryantalistin dediği gibi “Halkı Müslüman olan ülkelerin adamlarını yönetmeyiz. Onların çocuklarını alır, okullarımızda okuturuz. Bizim fikirlerimizi kafalarına yerleştiririz, memleketlerine göndeririz. Aynı ismi taşıdıkları, aynı örf, aile hayatını yaşadıkları için onlarla yönetiriz”. Batı’da bu ülkeler böyle idare ediliyor ama Türkiye’den giden ulema Arap ülkelerinde boş durmadı. Şam’da, Kahire’de, başka ülkelerde, okudu. 600 sene Osmanlı Sünni İslam’ın liderliğini yaptı, kim ne derse desin, ana yurdu, öz yurdu bu. Onlar orada bir nesil yetiştirdiler. Dikkat edin, İslam ülkeleri emperyalist baskılardan kurtulduktan sonra kurulan sistemlerin hepsinde “hilal” var. Bu şunu gösteriyor: 600 yıllık Osmanlı yönetiminin hataları, sevapları olabilir. Ama kimlik olarak 600 yıl ortaya koyduğu misyon ve devlet yapısı Malezya’dan Kosova’ya, Kırım’dan Kafkaslara, Yemen’den Orta Afrika’ya kadar bu coğrafyaları etkilemiştir. Türkiye böyle bir misyonun ürünüdür. Türk milli takımının maçlarında hepsi bizim bayrağımızı alıp taşıyorlar. Bu ne? Bir ağabeylik, liderlik... İşte halk Türkiye’de ki bu potansiyeli 2000’lerder sonra iktidara da yansıttığı için böyle bir uyanışa vesile oldu. Ama bunun yine ilk tohumunu atan son devir Osmanlı ulemasıdır.

ÜMMET DİYENİ YOK ETTİLER

Peki, bugünkü İslam coğrafyasındaki işaretleri nasıl okumalı? 100 yıl öncesine kadar İslam halifesinin bu topraklarda olmasının, kolektif hafızadaki hatıranın bir karşılığı mıdır bu?

Parçalanma, yok olma olunca tabi bazı şeyler de oluyor. Moda şeyler oldu o devirde. Meşrutiyete geçildi sonra cumhuriyete. Ama cumhuriyet de tam cumhur-i yönetim midir, tartışılır. Türkiye uzun yıllar yüzünü Batıya çevirmiştir. Böyle olunca da diğer ülkelerle, Müslüman olan ülkelerle, yönetimlerle hiç irtibat kuramamıştır. Mesela Mısır’lı El- Ezher’de okuyanlara Türkiye’ye denklik vermedi. Yani bizde hep bir kültür bağnazlığı oluyor. İslam dünyası ile bu irtibatlar, ilişkiler giderek daha çok gelişme gösterdi. Erbakan’la 1979’da Libya’ya gittim. Orada bir mescide gittik. Fehim Adak da iyi Arapça biliyor. Konuştular ama hiç umursamadılar kim bu adam diye. Ama “İstanbul” denilince yere kapaklandılar. Yani hala İslam dünyası için İstanbul bir kültür merkezi, devletin merkezi. Bunun da etkileri var tabi.

Kitapta da sıkça “İslami enternasyonel”, “İslam ittifakı” dediğiniz “ümmet” değil midir adlı adınca? Ümmetin siyasi birliğinden bahsediyoruz?

O devirde sosyalist enternasyonlar var, bazı moda mefhumlar da var ve gazeteler “İttihad-ı İslam” diyorlar. Biz de İslami çağırışım yapan kelimeleri hep çağdışı kabul etmişler. Şimdi genel olarak ümmetçi falan deyince adamı yok ediyorlar. Halbuki biz diyoruz ki “Hz. İbrahim’in milletinden, Hz. Muhammed’in ümmetindeniz”. Bitti.

ANAYASADA İSLAM BİRLİĞİ OLMAZ

Malum anayasa hazırlık çalışmaları var. Yeni anayasada böyle bir vurgu beklentiniz var mı?

Hayır, hayır. O tür dini terimler girmemeli. Zaten Diyanet var, üniversiteler, fakülteler var. Ha derseniz ki “Efendi bak, cumhuriyeti ilan edilmiş. Atatürk bile değiştirmemiş, ilk anayasada “Türkiye devletinin dini İslam’dır” demiş. O ayrı. 1928’e kadar da devam etmiş bu. Ama 28’e kadar da ne adamlar asmışlar ulemadan, sarığından dolayı, neler var neler.

İNSANLAR KURAN’LARI BAHÇEYE BIRAKIYORLARDI

Cumhuriyet’in 100. yıldönümüne yaklaşıyoruz. Türkiye buna hazırlanıyor. 100 yıl önce bir sistem değişikliği oldu ve toplum da dediğiniz gibi, tarihçilerin vurguladığı gibi “zor da kullanılarak” değiştirildi. Sizce bugünkü Türkiye toplumu nasıl bir toplumdur, özellikle dini bakımdan?

Bu çok uzun bir süreç... E bu yüzyıllık dönemin içinde benim bir 70 senem geçti. Veyahut da okur-yazar olarak 50 senem geçti. Babalarımızdan, öğretmenlerimizden, gençlik dönemimizdeki Müslüman kitaplardan hareket ettiğimizde ilk 30 yıllık dönem tamamen çöl iklimine benzer bir konumdadır. Ki, dünyada birkaç tane büyük kitap katliamı var. İskenderiye Kütüphanesi yakılmış. Moğollar Bağdat’ı Bağdat Kütüphanelerini yakıp, yıkmış. Günlerce mürekkep akmış. Bir katliam faşist Almanya’da olmuş. Bir başka büyük kültür katliamı da bizde olmuş, 1927’de. Ben bunu o devirde bizzat yaşayan, rahmetli Hacı Muzaffer Ozak’tan dinledim.

Ne gibi şeyler dinlediniz?

Adam sahaflarda kitapçı ve Karagümrük’te Cerrahi şeyhi idi. Çok kültürlü de bir adamdı. Giderdik, oturup sohbet ederdik. O dönemde hiç böyle kitaplara ilgi duyan kalmamış. Derdi ki “Bak şu bahçeye. Harf devrimi yapıldığında millet ne kadar el yazması kitap, Kuran’ı Kerim ne varsa, elinde sanki kobra yılanı besliyormuş gibi, korkusundan getirip bahçeye bırakıyordu. Buradan da kimse almıyor, yağmur yağdığı zaman buradan akan mürekkep Kapalıçarşı’nın kapısına varıyordu”. Böyle bir kültür katliamı yaşandı, Türkiye 30, 40 senesini böyle geçirdi. Şairin dediği gibiydi: “Seyret ki gelsin de baharım / Toprak içinde kalacak dane miyim ben”. Demek ki kıştı. Ama şimdi bahar…

En başta planlanan, istenen şey gerçekleşmedi o zaman?

En başta istenen şu: Türkiye’yi etkileyen Batı’daki akımdır. Hani derler ya “Düğüne gider zurnaya, hamama gider kurnaya âşık olur”. Bir yazar mesela, Rusya’ya gidiyor, gelip komünizmi yazıyor. İtalya’ya Almanya’ya gidiyor, faşizmi savunuyor.

HER ŞEYİN BAŞI ENCÜMAN-İ DANİŞ

Mustafa Kemal Atatürk Kurtuluş Savaşı öncesi ittifak arayışındayken hutbeler veriyor, “Anayasamız Kuran’dır” diyor. Cumhuriyetten sonra ise “Kuran’ımız Nutuk’tur” fikriyatı hakim oluyor.

Mustafa Kemal demiyor onu, başkaları diyor.

Evet, başkaları diyor ama hakim görüş haline de geliyor bu. Bu hızlı değişimi neye bağlıyorsunuz?

Sivas’ta İslam Şurası toplayan kurucu iradede ne değişmiştir de şapka devrimi, harf devrimi yapılmıştır?

Cumhuriyet döneminden de öncesi var bu değişimlerin. Bence Türkiye’deki asker-sivil dengesinin, Ergenekon, Balyoz vb’nin kaynağı Encümen-i Daniş’tir. Osmanlı aydınlarının yer aldığı Encümen-i Daniş nereye dayanır? Tezek hikayesine geliyor konu bence. Yani kalorisi yok. Tüzüğü yok, projesi yok. Anayasanın neresinde yer alıyor? Encümen-i Daniş 1860’larda kurulduğunda üç şey, üç alanda değişim istiyorlardı. 1) Mecelle’yi değiştireceğiz, Batı hukukunu kabul edeceğiz. 2) Latin harflerine geçeceğiz. 3) Kılık kıyafet değişimi. Ve sonra önce Meşrutiyet, sonra Cumhuriyet ilan edildi ve…

LOZAN TAM BİR AYSBERG GİBİ

Kazım Karabekir bütün bu değişimin Lozan’la birlikte başladığını söylüyor. İnönü’nün da bunu dolaylı olarak teyit ettiğini söylüyor ve “Lozan’da, Türkiye’ye eğer toplum İslam’dan uzaklaşmazsa Cumhuriyetin uzun ömürlü olmayacağının dayatıldığı” sonucuna varıyor. Sizin kanaatiniz ne?

Rıza Nur’da bunları söylüyor. Lozan’ın zahirini bize bunu gösteriyor ama batını görünmeyeni aysberg, buzdağı gibi. Lozan’ın 3’te 2’si suyun altında. Mahmut Soydan diye biri var. Milliyet Gazetesi’nin başyazarı idi. Lozan’ın 3. yıldönümünde o da aynı şeyleri söylüyor. “Biz” diyor, “istedikleri her şeyi yaptık, şunu söylediler yaptık, bunu söylediler yaptık. Daha ne istiyorlar?” Onlar da sıkıntıda, onlara da dayattılar. Birde ben böyle ekstrem bir yorum da yapmak istemiyorum. Ben şunu diyorum; Hilal-i Ahmer’in yani Kızılay’ın arşivi olduğu gibi yayınlanmadan, Meclis tutanakları, Mustafa Kemal’in 1920’den 23’e kadar Meclis Başkanlığı Reisi olarak yaptığı bildirileri görmeden bunu anlayamayız. Ve bunların hiçbiri ortada yoktur.

AK PARTİ’NİN MAFSALLARI AÇMASI LAZIM

Gazeteciliği 2003’te bıraktınız. Ömrünü siyaset takip ederek geçiren biri olarak son on yılda Türkiye siyasetinde ne değişti, cevaplamanızı isteyeceğim: AK Parti’den başlayalım.

Hayır, genel bir değerlendirme yapayım ben.

Dünürlük durumundan dolayı çekiniyor musunuz AK Parti ile ilgili değerlendirme yaparken?

Hayır, hayır. Ben çoğu tenkitleri de yaparım. Partinin ileri gelenlerine de söylüyorum. Bakanları olsun, siyasetçileri olsun. Diyorum ki; kafa yapınız iyi çalışıyor, ama mafsallarda tıkanıklıklar var. Eğer bu mafsalları açmazsanız, organlar kangren olur. Bu neye benzer? Şöyle ki muhtara niye “kocabaş” diyorlar?

Süleyman Demirel bile “ben baş kocabaşım” diyor yani. Köyde muhtar ne ise Çankaya’daki de odur. Şimdi baştaki bir şey söylüyor. Eğer o söz köydeki muhtara gitmezse arada tıkanıklıklar olur. Bu iş 300 – 500 kişi ile olmaz. Bütün kurumları ile sağlıklı bir vücut olacak.

AK Parti’yi böyle eleştiriyorsunuz?

Sadece AK Parti değil bütün sistem için bu eleştirim. Bu durum AK Parti’nin kendi ürünü olmadığı gibi kendi hatası da değildir. Böyle buldu, böyle bir değişim gerekiyor. İşte bu değişime birileri set vurmak istiyor.

CHP MÜNKARİZ OLMAYA MAHKÛM

CHP’yi nasıl eleştiriyorsunuz?

CHP baştan beri aynı partidir, dediğim dedik, çaldığım düdük. O altı ok orada sembol olarak kaldığı müddetçe, değişime adapte edilmediği, yeni misyon biçilmediği müddetçe CHP eskiden olduğu gibi münkariz olmaya mahkumdur.

Kemal Kılıçdaroğlu, bu “münkariz kaderi” değiştirebilecek mi sizce?

Bizde beklenen her zaman şudur: Lider dediğin haşa Hz. Musa gibi olacak, asaya vereceksin eline, atacak onu Kızıldeniz’e, karşıya geçecek. Ama yok öyle bir şey bu çağda. Bu bir kadro olayıdır, bir güç olayıdır.

Deniz Baykal vaktiyle bir laf attı ortaya “Anadolu solu” diye. Bizzat kendisine de söyledim “Şeyh Edebali’nin prensiplerini hayata geçirin iktidarsınız” diye. Milletin örf, adet, inançları ortak. Ecevit de 1977’de bunu yaptı ve yüzde 47 oya çıkardı CHP’yi. Ondan sonra da bir daha bunu yakalayamadılar. Ya da beynelmilel sosyalistlerin ortaya koyduğu ilkeleri Türkiye’de ortaya koysa yine iktidar alternatifi olur. Ama bu statükoculukla, 60, 70, 80 yıllık söylemlerle bu partinin iktidar olması söz konusu değildir. Çünkü toplum değişti, millet değişti ama onlar asla ve kata değişmemişlerdir.

MHP ARTIK SOYUT BİR PARTİ

MHP peki?

MHP’de de bir şey olması mümkün değil çünkü şuanda ki MHP, Türkeş’in Refah zamanındaki söylemlerinden uzak kalmış durumda, soyut bir milliyetçilik olmuş milliyetçilikleri. MHP’ye vücut veren Türkeş’in etrafındaki o fikir adamlarının hepsini tasfiye ettiler. O devirde MHP “Tanrı Dağı kadar Türk, Hira dağı kadar Müslüman”ız derdi. Veyahut “kanımız aksa da zafer İslam’ın”. Bunlar güzel şeyler idi.

BDP KİN VE NEFRET SİYASETİ YAPIYOR

Ya BDP?

Hırs, kin ve nefretle bir yola varılamaz. Bugüne kadar görülen odur. Belki sistemde evet birçok şeyler olmuş. Ama tekrar bunların olmaması için, yapıcı bir mücadele vereceksin. Sen kan döktüysen öteki de döktü. Onlar derlerse “Efendim, Selahattin Eyyubi Kürt’tür, bizim için önemli olan Kürt olması, Müslüman olması değil”. İşte orada ayrılıyoruz. Veyahut “Bediüzzaman Kürt’tür ama Türkçe konuşmuş, kitapları Türkçe yazmış”. İşte o tür bir şeyin, siyasetin fayda sağlamayacağını öğrenmeleri lazım.

Peki, Müslüman Kürtler arasında da taban bulmasını neye bağlıyorsunuz?

Bu normaldir, yani organize olmuşsun, örgütlenmişsin. Kan akmıştır. Ondan sonra devlet oralara bir şey götürmemiştir. Götürmemede de baskıcı unsur olmuştur. Diyelim ki Diyarbakır’da tütün yetiştiriyorsun, Tekel alıyor ama yakıyor, imha ediyor depoda, çarçur ediyor. O para o köylüye gitmiyor. Böyle şeyler orada da olmuş Batı’da da. Bir de şu var, iktidar partisi o bölgede birinci partidir. Kürt halkı dini sağlam bir halktır. Bakın bu çok önemli, selameti, dine bağlılığı hele.

KÜRTLER SAİD-İ NURSİ’YE SARILSA HEPİMİZ KURTULURUZ

Kürt meselesine nasıl bakıyorsunuz?

Ben Kürt meselesine İslami yönden bakıyorum. Kürtler Türklerden daha çok dinlerine sarılı oldukları için, devrimler oralara zor girdi. Giyim kuşamları ile uleması ile. Bunun en büyük örneği Said-i Nursi’dir. Kürtler sadece Türkiye’de değil, Irak’taki de, Mısır’daki de Bediüzzaman’ın fikriyatı doğrultusunda hareket ederlerse Kürtler de Türkler de beraber kurtulurlar. Çünkü orada etnik bir şey yok.

BAŞBAKAN DÜNÜRÜ OLMAKTAN RAHATSIZ DEĞİLİM

Siz Başbakan’ın dünürü olarak anılmaktan rahatsız mısınız
?

Hayır, değilim.

Şöyle: Siz zaten Sadık Albayrak idiniz. 40 küsur kitabınız var, vaiz olarak, gazeteci-yazar olarak yapıp ettikleriniz var, mahkûmiyetleriniz var. Yani kocaman bir hikâyeniz var. İki de oğlunuz var ve günün birinde birinin, Berat Albayrak’ın gönlü Başbakan’ın kızı Esra Erdoğan’a düştü. Evlendiler. Ve sizin o kocaman hikayenizi birden bire “Başbakanın dünürü” sıfatına indirgeyenler, özetleyenler oldu. Bu nasıl etkiliyor sizi?

Evet, etkileme, aşağılama ve küçük düşürme yönünden yaklaşanlar oldu ki pek çok kimseyi bu nedenle mahkemelere vermişimdir. İhaleci, vurguncu, bilmem neci diyen de oldu. Ben de diyorum ki “Hayır, ben okur-yazar Sadık Albayrak’ım”.

ESRA GELİNİM DEĞİL KIZIM

Bu yaklaşım dışında bir sorununuz yok yani dünür olmakla?

Yok elbette. Bırakın dünürlüğü, benim hayatım boyunca ideallerimi, heyecanımı, beklentilerimi paylaştığım insanlardır, sadece Başbakan değil, etrafındaki ekip de. Ki hepsi arkadaşlarımdır. Yani bir Abdullah Gül televizyonda konuştuğu zaman, 20- 30 sene gözümün önüne geliyor. Bülent Arınç öyle, bakanlarından milletvekillerine kadar. Soruyorlar niye Ankara’ya gelmiyorsun? Diyorum “Sizi uzaktan seyretmek aşkların en güzeli”. Ama Başbakan’ın veya arkadaşların bir mitingi, konferansı olursa, onlar beni heyecanlandırıyor. Katılıyorum onlara, onları yaşamak istiyorum. Çünkü o sevinç ve sürür bana gençlik aşılıyor. Yoksa asla ve kata. Yani Makam, mevki, saltanat, debdebe, ihtişam bilmem ne… Ya dünyanın bütün makamları servetleri bir tarafa, benim kızlarım Esra ve Şule bir tarafa. (Esra oğlu Berat Albayrak’ın eşi, Başbakan Erdoğan’ın kızı. Şule ise diğer oğlu Serhat Albayrak’ın eşi). Bundan büyük mutluluk olur mu?

Sizin gazetecilikten çekilmenizde bunun bir etkisi oldu mu?

Hayır, onun başka sebepleri var.

Bu evlilikle bir ilgisi yok yani?

Hayır, hayır. Asla ve kata. Ama yazarlık yapıyorum zaten. Yazamazken yaşamak ölümden beterdir.

Emlakeki.com’a gelin evinizi seçin

Ali Ağaoğlu: İşini Doğru Yapan 2012′yi Rahat Geçirir

Home Aves’te 412 bin TL’ye 3+1!

Dumankaya IQ Ev Sistemi ile içiniz rahat!

ByConcept Sultanbeyli’de 800 daireye ulaşacak!

Kavaklı Konut Projesi’nde 36 Ay Sıfır Faizle 295 Bin TL’ye 3+1

Anadolum Mini Point’te 5 bin lira peşinatla! 24 ay sıfır faizle!

Bağcılar Ege Yapı Batışehir Projesinde 1.710 TL Peşinatla

Rings İstanbul Evleri’nde 60 Ay Sıfır Faizle

Yalçınlar Göl Mahal’de Sıfır Saizle 1 Milyon 295 Bin Dolara

Papatya Sitesi 3′te 30 ay sıfır faizle! 113 bin 900 liraya!

Ritim İstanbul Projesinde 242 Bin Liraya 1+1