26 Kas 2010 17:09 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:49

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ SANSÜRE SAVAŞ AÇTI!

Başbakan Yardımcısı Arınç: 'Medyayı yasaklarla, sansürlerle zapturapt altına almak ilkelliktir'

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) ve Konrad Adenauer Vakfı tarafından düzenlenen "Yerel Medya Eğitim Seminerleri"nin Geleneksel Yıl Sonu Değerlendirme Toplantısı'na katılan Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, hükümet olarak, Türkiye'de canlı, dinamik ve çok sesli bir iletişim ortamının oluşmasında ve demokrasinin yerleşip, kökleşmesinde yerel medyanın önemli olduğunu düşündüklerini ve bunun güçlendirilmesi için ciddi çalışmalar yaptıklarını söyleyerek, "Yerel medyanın başta ekonomik ve teknolojik olmak üzere kalifiye iş gücünün istihdamı konularında ciddi sorunlarla karşı karşıya olduğunu biliyorum. Bunları çözüme kavuşturmak için Bakanlığıma bağlı kurumlar başta olmak üzere, devletin bütün ilgili kurum ve kuruluşlarını müşterek çalışma içine koyduk. Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğümüz, RTÜK, Basın İlan Kurumu, yerel medyayı desteklemek amacıyla ciddi çalışmalar yapıyor" dedi.

MEDYAYI YASAKLARLA, SANSÜRLERLE ZAPTURAPT ALTINA ALMAK İLKELLİKTİR

Medyanın, demokratik toplumların vazgeçilmez unsuru olduğunu söyleyen Arınç şunları kaydetti: "Bir demokrasinin tam anlamıyla işlediğinin en büyük kanıtlarından birisi o ülkenin bağımsız ve özgür bir şekilde işleyen medyasının varlığıdır. Bağımsız ve özgür bir şekilde çalışan gazetecilerin, hiçbir baskı hissetmeden yazılarını, haberlerini yazdığı bir medyanın varlığını, demokraside hedefimizin bir teminatı olarak kabul ediyoruz. Bugünlerde, Türkiye'de basın özgürlüğünün yok edilmeye çalışıldığı ve gazetecilerin baskı altına alınarak susturulduğu konuşuluyor. Siyaset yapan herkes gibi bizim de zaman zaman medya ile sorunlarımız olmuştur ama biz ne gazete sayfalarına yüz çeviriyoruz ne de televizyon ekranlarına küsüyoruz. Medyayı yasaklarla, sansürlerle zapturapt altına almak ilkelliktir, bu bizim aklımızın ucundan bile geçmez. Biz medyayı açık ve şeffaf toplumların vazgeçilmez unsurlarından biri olarak kabul ediyor, yasakların ve sansürlerin olduğu bir medyanın ancak baskıcı rejimlerde, muz cumhuriyetlerinde olabileceğini düşünüyoruz. Laik, demokratik hukuk devletinin güçlü bir ayağının özgür ve tarafsız yayın yapan medya olması gerektiğine inanıyoruz. Bu inancımızdan dolayı bugün herkesin rahatlıkla söyleyebildiği, özgürlükçü bir kanun olarak nitelendirdiği 5187 sayılı Basın Kanunu 2004'te çıkarıldı. Türkiye'nin bugüne kadar yaptığı katılımcı ve özgürlükçü basın yasası olan bu kanun, aynı zamanda ifade ve basın özgürlüğünün sağlanması bakımından da Avrupa Birliği standartlarını yakalayan hukuki bir düzenlemedir. Aynı kanunda gazetecilik mesleğine önemli güvenceler getirilmiştir. Cezai sorumluluklar, yaygın, bölgesel ve yerel basına göre kademelendirilmiş, bir ölçüde hakkaniyet temin edilmiştir. Şimdiye kadar medya ile ilgili doğru, makul ne varsa yaptık. Medyanın sorunu, bizim de sorunumuzdur. Eğer medyamız sorunluysa demokrasimiz de sorunludur. Fakat şunu da unutmamak gerekir, Türkiye aynı zamanda yargının bağımsız bir şekilde çalıştığı, kanunlarla yönetilen, yazılı hukuk kurallarının geçerli olduğu bir hukuk devletidir. Herkesin uymakta zorunlu olduğu kurallar var. Bugün mevcut yasalardan dolayı bazı gazetecilere, yazdığı haber ve yorumlardan dolayı, bağımsız yargı tarafından soruşturmalar başlatılmış, davalar açılmış ve cezalar verilmiştir. Bazı gazeteciler maalesef cezaevine girmiştir. Bu durum hem şahsımı hem de hükümetimi rahatsız etmektedir. Türkiye, gazetecilerin yazdıklarından ya da düşüncelerini ifade ettiklerinden dolayı cezalandırıldıkları bir ülke değil, bütün gazetecilerin düşüncelerini özgürce ifade ettiği bir ülke olmalıdır. Bunun için Adalet Bakanlığı ile müşterek bir çalışma yaptık. Bu çalışma da son Bakanlar Kurulu'nda genel bir çerçeve içinde kabul edildi. Umuyorum ki, bugünlerde bu kanun, bütçe görüşmelerinden önce gerçekleştirilecek ve bazı sorunlarımızın halledilmesinde önemli bir netice alınacaktır."

CEZALARI ARTTIRMAK İSTİYORUZ

Telefon dinlemeleri konusunun kendilerini rencide ettiğini de söyleyen Arınç, "İzinsiz şekilde, bir insanın haberi olmadan, onun hukukuna aykırı olarak eğer dinlemeler yapılıyor ve bunlar ifşa ediliyorsa, bunlar belirli amaçlarla kullanılıyorsa ki, fazlaca bu işler yapılıyor, bunun cezalarının arttırılmasında fayda gördük. Dolayısıyla haberleşmenin gizliliğini ihlal etme, 132. maddesi TCK'nın, bu konudaki cezaları arttırıyoruz ve bu konuda artık 'İkinci kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kaydı' bu konudaki cezaları arttırmak istiyoruz. 'Özel hayatın gizliliğini ihlal' 134. maddesinde hapis cezalarını arttırmak istiyoruz" dedi.

"BAĞIMSIZ MEDYA, KALEMİ ÖZGÜR GAZETECİ"

Daha sonra Anadolu Ajansı Genel Müdürlüğü ile İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın ortak organizasyonuyla düzenlenen "Kültür Başkentinde Haber Ajansları Buluşması"na katılan Bülent Arınç, burada yaptığı konuşmada, medyanın, toplumların aynası, demokrasilerin, hak ve özgürlüklerin güvencesi olduğu inancını her zaman tekrarladığını hatırlatarak, özgür ve tarafsız şekilde çalışan basının yüksek profilli demokrasi hedefinin de en sağlam destekçisi olduğunu söyledi. Arınç, bağımsız ve özgür bir medyanın olduğu toplumlarda, faili meçhullerin, işkencelerin, karanlık odalarda toplum mühendisliğinin, darbelerin yapılamayacağını ve düşünülemeyeceğini ifade ederek, "Gazetecilerin bağımsız ve özgür şekilde çalıştığı toplumlarda, rüşvet, yolsuzluk, adam kayırma, çarpma, çırpma olmaz. Devletin ve milletin malına göz dikenler barınamazlar. Medyanın bağımsız, gazetecinin kalemini özgürce kullandığı toplumlarda, adaletin terazisi şaşmaz, devletin haşin ve sert yüzü yerini şefkate bırakır. Bağımsız ve özgür bir medya, toplumun da aynasıdır. Bizler kendimizin, toplumumuzun ve devletimizin fotoğrafını medya dediğimiz bu aynada doğru ve açık bir şekilde görebiliriz. Gazetecilikte malzeme haberdir. Bütün sermayemiz de haberdir. Bu haber bizi memnun etse de etmese de mutlaka verilmelidir. Ona en kısa zamanda ulaşmalıyız ama yorumlar ne kadar serbestse, haber de o kadar objektif, tarafsız, yansız ve çıplak olmalıdır. Yorumu insanlar kendileri yapmalıdır. Kişilik haklarına, özel hayata kesinlikle müdahale edilmemeli, bundan hiç kimse zarar görmemelidir. İddialar, ithamlar, yüz kızartacak haberler insanları zedeleyebilir ve üzebilir. Gazeteciliğin ve medya sektörünün yeniden güçlü bir itibara kavuşması için hepimizin kendimize düşeni tekrar gözden geçirmemiz gerekiyor. Bu sözlerim sanırım diğer ülkelerdeki siyasetçiler ve siz haber ajansları için de geçerlidir. Çünkü sizler sadece dünyada olup bitenleri bizlere aktarmakla kalmıyorsunuz, aynı zamanda biz siyasetçilerin mesajlarını en doğru şekilde dünyaya iletiyorsunuz. Onun için sizler siyasetçiler için de vefakar bir dostsunuz" diye konuştu.

5 BİN DOLAYINDA SORUŞTURMA, 2 BİN DOLAYINDA KOVUŞTURMA, 100 YILA YAKLAŞAN HAPİS CEZASI

Öte yandan Arınç katıldığı ilk program olan "Yerel Medya Eğitim Seminerleri"nin Geleneksel Yıl Sonu Değerlendirme Toplantısının diğer bir konuğu TGC Başkanı Orhan Erinç ise, resmi belgelere göre Türkiye'de sayfa sayısı, içerik zenginliği, satış sayısı ve çalıştırdığı gazeteci sayısına göre belirlenmiş kurallara uygun yayın yapan bin 253 gazete bulunduğunu kaydederek, bunların bin 224'ünün yerel gazete statüsünde olduğunu söyledi. Türkiye'de medyanın çeşitli sorunları olduğunu aktaran Erinç, bu sorunların başında ekonomik sorunların geldiğini ifade etti. Erinç, "Ondan daha da önemlisi Türkiye'de gazetecilerin özgürlüklerini kısıtlama sonucunu doğuran ve hem Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ile hem de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) kararlarıyla çelişen Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nin tavsiye kararlarına uyulmama konusunda özen gösterilen bir yaklaşım söz konusu. Uzunca bir süredir, TGC'nin 2004 yılında ifade özgürlüğünün önünü sınırlandırdığı ve hapis cezasını öngördüğü için karşı çıktığı TCK'nın 26 maddesi bugün uygulamalar sonunda gösterdi ki, 5 bin dolayında soruşturma, 2 bin dolayında kovuşturma, 100 yıla yaklaşan hapis cezası isteği karşısında görevini yapmaya çalışan basın mensupları söz konusu. Bizim yakındığımız bir bölümünün kaldırılmasını bir bölümünün de değiştirilmesini istediğimiz yasa maddelerinin uygulanması sırasında ortaya çıkanlar, sanırım ki devlet yöneticilerini de rahatsız edici boyutlara ulaştı" diye konuştu. Durumdan dolayı Şubat ayında İstanbul'da Adalet Bakanı, Adalet Bakanlığı Müsteşarı ve bürokratlarının katılımıyla bir toplantı düzenlendiğini hatırlatan Erinç, "Cezaları artırarak suç işlenmesinin önlenmesi yolunda bir eğilim olduğu görüşü hakimdi ama anlattıklarımızdan sonra gördük ki, hem suç tanımlarını değiştirmek hem de para cezası öngören bir yönteme gitme konusunda bir görüş birliği sağlanmış oldu. Ancak para cezaları dediğimiz zaman, aklımıza geçmişte yaşadığımız olaylar geliyor. Örneğin 2002 yılında Datça'da bir yerel gazeteci yayımladığı gazetelerden iki adedini savcılığa vermediği için hakkında dava açılmıştı. Dava açıldığı süreçteki ceza 90 gün hapisti. Fakat tam dava sürerken yasa değişti, yasanın değişmesiyle para cezası öngörüldü. Mahkeme özgürlüğü sınırlamaktansa, para cezasına mahkum etmeyi daha adaletli bir uygulama olarak gördü. Ancak gazetecinin o para cezasını ödemesi mümkün değildi, o nedenle para cezasının hapis cezasına dönüşmesi gündeme geldi ve yapılan hesaba göre gazetecinin yatacağı hapis 2 bin 400 küsur gün olarak belirlendi" dedi.

"288. MADDE ÖYLE DİYOR"

Erinç, Türkiye'nin hukuk konusunda reforma ihtiyacı olduğunun söylendiğini ancak Türkiye'de hukuk siyasi görüşlerle düzenlendiği için zaman zaman çelişkiler yaşandığını söyledi. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun (HSYK) seçiminde usulsüzlük yapıldığı iddiasıyla bir itirazın gündeme getirildiğini aktaran Erinç, "Üç itiraz nedeninden biri de Adalet Bakanı, Adalet Bakanlığı Müsteşarı ve Adalet Bakanlığı bürokratlarının hakim ve savcıları etkileme yönünde çaba harcadıkları ve etkiledikleriydi. Yüksek Seçim Kurulu bu itirazı reddetti. Reddetmesinin gerekçesi de şuydu, 'Hakimler ve savcılar konumları nedeniyle etkilenmezler' Adalet Bakanı'nın etkileyemediği hakim ve savcıları, haber yapan bir gazeteci kardeşimiz çok rahatlıkla etkileyebiliyor. Çünkü 288. madde öyle diyor. Yüksek Seçim Kurulunun kararı, Anayasamıza göre kesin bir yargı kararı. Böyle bir karar varken bugün çok sayıda gazeteci, hakim ve savcıları etkilemeye çalıştığı için yargılanıyor" dedi.