BAŞBAKAN NEDEN KOCA BİR HALKI AYAKLANDIRMAYA UĞRAŞIYOR?
Taraf gazetesi yazarı Ahmet Altan bugünkü yazısında Diyarbakır'da yapılan açlık grevini ve devletin buna tepkisini eleştirdi
Neşe Düzel bir röportaj için Diyarbakır’da.
Dün sabah beni aradı.
Her zamanki duyarlılığı ve İzmirli heyecanıyla, “burası korkunç”
dedi, “ne yapmak istiyor devlet?”
“Ne oluyor” dedim.
“Burada çok sistemli bir polis şiddeti var. Herkesi dövüyorlar,
copluyorlar. Polisin böyle davranması için devletin buna karar
vermiş olması lazım. Bir defalık bir olay değil, sürekli olarak
sokaklarda aynı şiddeti kullanarak insanları sindirmeye
çalışıyorlar.”
“Halkın tepkisi ne?”
“Herkesle konuştum,” dedi, “sokaktaki insanlarla, eski
tanıdıklarımla, AKP’li Kürtlerle. Herkesin yorumu aynı, benim
gözlemim de aynı. Devlet bütün Kürtleri PKK’ya itiyor, bütün
Kürtlerin PKK’lı olması için uğraşıyor. Devletin burada yaptığı her
hareket Kürtleri biraz daha PKK’lılaştırıyor.”
Bir an sustu.
“Sence bunu niye yapıyorlar” diye sordu. “Devlet bilinçli bir
PKK’lılaştırma kampanyası sürdürüyor burada.”
“Bilmiyorum” dedim, “çoktandır devletin yaptıklarında bir mantık ya
da akıl göremiyorum.”
“Devletin ve AKP’nin çok aptalca davrandığını düşünmek zor” dedi,
“bir akıl yürütmeyle yapıyorlar bunu mutlaka.”
İçini çekti.
“Gizli bir anlaşma yapmış olabilirler mi” dedi.
“Nasıl bir anlaşma?”
“Bilmiyorum, sanki ülkeyi bölmek için bir karar vermiş gibi
davranıyorlar, bunu bir nedenden dolayı yapıyor olmaları
lazım.”
“Bir anlaşma yaptıklarını sanmam” dedim, “benim bulabildiğim tek
açıklama, Erdoğan’ın Kürtlerle Türkleri tümüyle iki kutba itip
ayırmak ve o düşmanlık üzerinden başkanlık için Türklerin oyunu
almak istiyor olması.”
“Muhafazakar Türkler buna razı olmaz bence” dedi Neşe, “mutlaka
buna karşı çıkarlar.”
“Ben de öyle düşünüyorum ama şu anda pek sesleri çıkmıyor”
dedim.
“Burada açlık grevlerine çok büyük bir destek var” dedi, “PKK’lı ya
da BDP’li olmayanlar da destekliyor. Biliyor musun, BDP’lilerin
açlık grevi yaptığı Konuk Evi’ne okullar destek için ziyarete
geliyorlar. Küçük çocuklar bile ziyaret sırasına giriyor.”
“Şehirde durum ne?”
“Bütün şehir ayakta. Akşamları yediden sonra Diyarbakır çığlık
çığlığa bağırıyor. Bütün evlerde lambaları yakıp söndürüyorlar,
zılgıtlar atıyorlar, havaifişekler patlıyor, arabalar korna
çalıyor.”
“En korkuncu ne, biliyor musun” diye devam etti.
“Ne” dedim.
“Polis, evlerinin ışıklarını yakıp söndürenleri, öğrenci
yurtlarında ışıklı eyleme katılanları tek tek filme alıp fişliyor.
Korna çalan arabaların plakalarını alıyorlar. Bütün şehri
fişliyorlar. Baskı inanılmaz. Bu şehri hiç böyle görmemiştim.”
“İnsanlar ne diyorlar?
“Çok öfkeliler” dedi, “ama bütün öfkelerine rağmen Türkiye’den
ayrılmak istemiyorlar, konuştuklarımın çoğu bir kopuş olmasın
istiyor. Ama bu baskı ve şiddet karşısında ne yapacaklarını da
bilemiyorlar. Zorla itildiklerini düşünüyorlar.”
“Ne olacak peki” dedim.
“Ne olacağını bilmiyorum ama iki sene böyle gitmez, emin ol bu
baskıya dayanamaz kimse. Kötü bir şey olacak diye korkuyorum.”
“Doğrusu ben uzun zamandır aynı korkuyu taşıyorum.”
Kederli bir iç çekişle kapattık telefonu.
Neşe’nin “Diyarbakır bağırıyor” sözleri kaldı kulağımda.
Diyarbakır bağırıyor ama o sesi batıdakiler duymamak için
direniyor.
Tam aksine, Başbakan, Kürtlerin canın daha da çok acıtmak, daha çok
bağırtmak için uğraşıyor.
Açlık grevlerine “şov” diyor, milletvekillerinin de greve
katılmasını “biraz rejime ihtiyaçları var” diye alaya alıyor,
“idam” palavralarıyla ortamı daha da geriyor.
Neşe’nin de söylediği gibi bütün Kürtleri çaresiz bırakıp, gayet
bilinçli bir politikayla PKK’ya doğru itiyor.
Niye böyle yaptığını kimse bilmiyor.
Kendi partisindeki yöneticiler de Erdoğan’ın yaptıklarını sürekli
düzeltmeye uğraşıyorlar, “idam” demagojisi için “onu Norveçliler
için söyledi” diyorlar, “idamla ilgili bir hazırlığımız yok, idamı
zaten geri getiremeyiz” diyorlar.
Lale Kemal ve Ümit Aslanbay’la konuşan Başbakan Yardımcısı Bülent
Arınç, açlık grevindekileri vazgeçirebilmek için çok daha yumuşak
bir üslupla konuşuyor.
“Kürtleri PKK’lılaştırmak, onlar için PKK’dan başka bir çare
bırakmamak” bir “devlet politikası” olsa diğer AKP’li yöneticilerin
de bu sertliğe katılmaları gerekir ama İçişleri Bakanı’ndan başka
bu sertliği destekleyen kimse çıkmıyor AKP’den.
Cumhurbaşkanı Gül de her seferinde biraz daha sesini yükselterek bu
baskıya ve şiddete karşı çıkıyor.
Benim görebildiğim kadarıyla bu “baskı ve şiddet” politikası
Erdoğan’ın kendi kişisel politikası.
On bin kişi hapishanelerde, BDP’li milletvekilleri Diyarbakır’da,
Leyla Zana Meclis’te açlık grevini sürdürüyor, bugün Diyarbakır’da
“yüz bin kişi” destek amaçlı açlık grevi yapacak.
Bu açlık grevleri belki PKK’nın stratejisi nedeniyle başladı ama
hükümetin politikaları sonucunda şu anda açlık grevleri PKK
hareketi olmaktan çıkıp büyük bir “Kürt hareketine” dönüşüyor.
Cevapsız soru ise ortada öyle duruyor.
Başbakan neden koca bir halkı ayaklandırmaya uğraşıyor?
Ahmet Altan / Taraf