BAŞBAKAN ARTIK NEDEN HASAN CEMAL'E ''ABİ'' DEMİYOR?
MediaCat dergisine konuşan Hasan Cemal ve Ayşe Sözeri Cemal çifti ilk defa birlikte röportaj verirken ilginç açıklamalar yaptılar...
Biri, Türk basınının en kıdemli, en seçkin kalemlerinden biri,
diğeri 20 yıldır Hürriyet’in Reklam Grup Başkanı. İkisi de
mesleklerinde varılabilecek en yüksek noktada ve 15 yıldır evliler.
Hasan Cemal ve Ayşe Sözeri Cemal, MediaCat’e ilk kez söyleşi
verdiler.
Hasan Cemal, gazetecilik serüveninde nereden nereye geldiğini
özetlediği röportajda Başbakan Erdoğan ile hukukuna dair ilginç
açıklamalar yaptı. Cemal çiftinin özel hayatlarını da paylaştıkları
röportaj günümüz medyasının da fotoğrafını çekiyor...
İşte derginin Aralık ayında yapılan söyleşinden ilgili
bölüm:
NEDEN HİÇ BİRLİKTE SÖYLEŞİ
VERMEDİLER?
İkiniz de medya dünyasında tanınan, 15 yıldır evli bir
çiftsiniz ancak bugüne kadar birlikte hiç söyleşi vermediniz.
Bundan özellikle mi sakındınız?
HC: Olmadı, biraz benden kaynaklanıyor.
ASC: Hasan tercih etmedi. En son hatırladığım,
Hasan’la aynı duruşta olan meslek arkadaşları ve eşlerinin birlikte
katıldığı bir televizyon programı vardı. Hasan ona da hiç sıcak
bakmadı, istemedi. Ben de doğrusu buna hiçbir zaman hevesli
olmadım.
ÜLKE GÜNDEMİNİ EV HAYATINA TAŞIYORLAR
MI?
İşin farklı cephelerindesiniz ama ikiniz de medya dünyasına
mensupsunuz. Memleket ve meslek meselelerini eve ne kadar
taşıyorsunuz?
HC: Evde hem memleket meseleleri hem medya hem
benim yazılarım var. Ayşe genellikle benim yazılarımı
didikler ve olmadık zamanlarda da beni sinirlendirir. Ama aynı
zamanda bir yerde de benim vicdanım gibi davranır. O yüzden de hem
kızarım, tepki gösteririm hem de dediklerine kulak veririm. Bu hep
böyle gitti. Ülke sorunları tabii tartışılıyor. Bizim arkadaş
dünyamız da öyle. Herkesin bir cemaati var, bizim cemaat de politik
bir cemaat. O ağır basıyor, o yüzden evde siyaset var, medya var ve
Galatasaraylı olduğum için Galatasaray, futbol var.
ASC: Memleket meseleleri, medya meseleleri bizim
vazgeçilmez, her günkü konumuz. Bunun hem olumlu hem olumsuz
tarafları var. Olumlu tarafı, hiçbir zaman sohbetimiz, konuşacak,
tartışacak şeyimiz bitmiyor. Bu, çok güzel bir şey. Fakat olumsuz
bir tarafı da var. Sadece gazetecilik ve siyaset konuşunca fark
ediyoruz ki diğer alanlara pek zaman ayıramıyoruz. Memleket de
zaten izin vermiyor başka bir konu konuşmaya.
Yazılarımı didikliyor diyor Hasan Bey. Anlaşamadığınız
noktalar oluyor mu?
ASC: Ben sabah çok erken kalkıyorum, Hasan’ın yazısını da
okuyorum. Akşam yazısını hiçbir şekilde göstermez. Çok da doğal bu.
Ben sabah okurlarıyla birlikte okuyorum. Sabah kahvaltıda, çok
önemli bir olay olmamışsa yazısı üzerine konuşuruz.
HC: Beni geriyor.
ASC: Hasan’ın tepkisi “Sabah sabah niye benim
yazımı konuşuyoruz?” oluyor. Öğlen öğlen konuşamayız, ben
işimdeyim. Akşam akşam da konuşamayacağız, haftanın 2-3 günü
mutlaka ayrı programlarımız oluyor yaptığımız iş gereği ve akşama
kadar da yazı çok eskimiş olacak. Ben bunu ne zaman söyleyebilirim
ki? Daha söylediği gibi tepki veriyor. Ben tepki vermesine
aldırmıyorum, devam ediyorum. Daha önce çok alınıyordum ve
kesiyordum sesimi ama artık susmuyorum. Daha tabaklar, çanaklar
kırılmadı, o aşamaya gelmedik ama gelebiliriz.
HASAN VE AYŞE SÖZERİ CEMAL SİYASİ OLARAK
UYUŞUYOR MU?
Hasan Cemal bugün liberal cephede yer alan bir isim olarak
anılıyor. Ayşe Sözeri Cemal memleket meseleleri konusunda Hasan
Cemal’le anlaşabiliyor mu?
ASC: Şu anda bulunduğum görev gereği siyasi
tarafımı çok fazla öne çıkaran biri değilim ama benim eski bir sol
geçmişim var. Ben sıkı solcuydum.
HC: Radikal solcu.
ASC: Hasan daha liberal. Ben kendimi halen daha
sol demokrat bir çizgide görüyorum. Bu iki çizgi zaman zaman ortak
da hareket edebiliyor, yaklaşabiliyor. Zaman zaman da uzaklaşıyor
birbirinden. İşime yansıtmasam da ben gazetede öncelikle siyasi
haberleri okuyorum, ondan sonra reklamlara bakıyorum. Tabii ki
mesleğimin, sorumluluğunun farkındayım ama memleket yanarken de
reklama bakmam hiçbir zaman.
HASAN CEMAL MEDYANIN DURUMU İÇİN NE
DÜŞÜNÜYOR?
Son dönemde medyanın sahiplik yapısında da, siyasi duruş
çeşitliliğinde ciddi bir değişim yaşandı. Siz 44 yıllık bir
gazeteci olarak yaşanan değişimi nasıl
değerlendiriyorsunuz?
HC: Benim öteden beri savunduğum temel bir ilke
var: Gazete sahiplerinin sadece gazetecilikle ilgili
olmaları. Türkiye gibi bir ülkede eğer gazete, medya dışında
başka işleriniz varsa o zaman Ankara ile, siyasi iktidarla
ilişkilerinizde baskı altına girebiliyorsunuz, baskı altına
alınabiliyorsunuz. Siyasi iktidarlar her zaman bir şey verirken bir
şey de alır. Alacakları şey de o medyanın, gazetelerin,
gazetecilerin bağımsızlığına bir ölçüde ipotek koymakla ilgilidir.
Sadece bu dönemde değil. Bunun örnekleri hep yaşandı. Ama bugünkü
siyasi iktidarının medya üzerindeki gölgesi daha büyük.
Medyanın geçmişteki hataları mı buna yol açtı? Sizce durum
neden bu noktaya geldi?
HC: Medyanın temel hatası, medya sahiplerinin,
gazete sahiplerinin gazetecilik alanı dışındaki işlerinin daha ağır
basmasıydı. Bir başka hata da medya patronlarının medya dışındaki
iş menfaatlerini korumak için medyayı kullanmalarıydı. Burada
önemli olan gazeteyle iş çıkarları arasına yüksek bir duvar
çekebilmektir. Türkiye’de bu duvar çekilmemiştir. İkincisi
gazetelerin yönetiminde birtakım farklılıklar olması gerekir. Yani
gazetenin finans, marketing alanlarıyla yazı işleri arasına bir
duvar çekilmelidir. Bugün ekonomi sayfalarını sağolsun gazetelerin
reklam bölümleri çıkarıyor neredeyse.
Biraz da basın gezileri çıkarıyor…
HC: Bunlar da başka bir zaaf. İş dünyası
gazetelere müthiş nüfuz etmiş durumda. Sadece siyaset dünyası
değil. Evvelce bunlar böyle olmazdı. O kadar çok PR gezisi var ki
işin çivisi çıkmış durumda. Bunların kurallarının konması lazım,
konmuyor.
ASC: ‘Konmuyor’ biraz sert mi oldu acaba? Konması
bugün gerçekten çok zor. Ben Batı’da da bunun çok daha esnediğini,
eskisi gibi olmadığını düşünüyorum. Biz Hürriyet gazetesinde
gerçekten iyi niyetle böyle kurallar koymaya çalıştık. Bunun çok
savaşını verdik. Bir dönemde bazı muhabirler bazı gezilere
katılmadılar, gazetenin önemli bulduğu bir gezi değilse eğer. Fakat
devamını getiremedik.
HC: Şunu söyleyeyim. Yarın medya üzerine çok daha
ciddi bir şekilde uzmanlaşıldığı, medya eleştirileri yapıldığı ve
gazeteler kendi içlerinde medya servisleri kurdukları vakit,
geçmişe dönük örneklerle, bu işin nasıl cılkının çıktığını
göreceğiz.
Amerikan, İngiliz basınında gazetenin içinde nasıl bir ekonomi,
finans, dış haberler servisi varsa bir medya servisi vardır. Medya
servisi, medyada ne olup bittiğini izler ve haberleştirir. Wall
Street Journal satılırken başyazı çıktı, bu böyle olmaz diye. Satış
sürecindeki bazı şeyler eleştirildi. Biz buzdolabı fabrikası gibi
satıldık, mal gibi hepimiz bir anda bir gruptan öbür gruba gittik.
Hiç haberimiz yoktu, hiçbir bilgi verilmedi.
MİLLİYET’İN SATIŞI İÇİN YAZDIĞI YAZILARA
NASIL TEPKİLER ALDI?
Milliyet’in satışı sonrasında yazdığınız
yazılar için size hak veren oldu mu?
HC: Oldu, o zaman bizim grubun, Doğan grubunun
içinden, patron katından Wall Street Journal-Murdoch örneğini veren
yazılarım için tebrik aldım.
Wall Street Journal, Murdoch grubuna satılırken yazarlar,
gazeteciler her iki aileyle de oturdu konuştu. Sahipleriyle
gazeteler arasında editoryal bir anlaşma yapıldı. Milliyet
satılırken ne yapıldı?
HC: Hiçbir şey yapılmadı. Kalkıp ne denir?
Gazeteciler olarak bu gazeteleri satmayın diyebilirsiniz ya da
satarken editoryal açıdan şöyle kurallar koyarak sat
diyebilirsiniz. Ya da gazeteyi satın alanlara, yeni patronlara ‘Siz
bu gazeteleri alıyorsunuz iyi güzel ama biz de burada vitrin süsü,
saksı değiliz. Oturup bir editoryal anlaşma yapalım. Başka türlü
olmaz, bu gazetedir. Gazetenin de, gazeteciliğin de kuralları
vardır. O zaman bu kurallara uyulması gerektiği konusunda,
editoryal olarak neler yapılması gerektiği konusunda mutabakata
varalım, altına imza atalım’ diyebilirsiniz. Böyle şeyler olmuyor
tabii.
AYŞE SÖZERİ CEMAL NEDEN 25 YILDIR
HÜRRİYET’TE
Ayşe Hanım, siz 25 yıldır medyadasınız. Sizin
alanınızdaki yöneticiler çok yer değiştiriyor. Siz sadece iki yerde
çalıştınız ve bu 25 yılın büyük bölümü Hürriyet’te geçmiş. Hiç mi
teklif almadınız ya da bu istikrar niye?
ASC: Ciddi teklifler aldım. Bu meslekte bu kadar
geçmişim var. Hatta Hasan’la birlikte aldık bazılarını.
Siz yayın yönetmeni olsun, siz reklam başkanı gibi
mi?
ASC: Aynen. Hürriyet gazetesinde uzun yılların
vermiş olduğu bir rahatlık, karşılıklı güvenin de bunda rolü var
ama ben profesyonel olarak yaptığım işi en iyi Hürriyet’te
yapabileceğimi düşünüyorum. Büyük atılımların, yeniliklerin
yapıldığı tek mecra Hürriyet gazetesi. Ben de kendimi geçen bu
kadar süre içerisinde yenileyebiliyorum. Bunu başka bir gazetede
bulacağımı zannetmiyorum.
BAŞBAKAN ARTIK NEDEN HASAN CEMAL’E "ABİ"
DEMİYOR?
Birçok kişi, başbakan bile sizi ‘Hasan Abi’
diyor. Böyle bir hitaba maruz kalmak size neler
hissettiriyor?
Artık demiyor. Tayyip Erdoğan 2006 idi galiba hep birlikte onun
Amerika seyahatini izliyorduk. Özel uçakla giderken orada 5-6
gazeteciydik. Bana döndü Hasan abi deyince Ertuğrul Özkök de
Hürriyet’te haber yaptı. Sonra bir muhabbet başladı. Belki yaşla,
kıdemle ilgili bir şey. Ama ben abi, amca gibi sözlerden hoşlanıyor
muyum dersen, çok fazla değil.
Başbakan artık bana Hasan Abi demiyor dediniz.
Neden?
Hasan Abi diyor demiyor o onun takdiri, karışacak değilim. Tayyip
Erdoğan’ın 2000’lerin başında yükselmeye başladığı dönemde ben onu
çok eleştirdim. Sonra seçimi kazandı geldi, bir dönem de çok
destekledim. Fakat bu desteğim aynı zamanda eleştirel bir destekti.
Özellikle son üç yıldır eleştiri dozum arttı ve daha çok
eleştiriyorum. O yüzden de ilişkilerimiz eskisi gibi değil yani
görüşmüyoruz falan. Bu da sanırım Başbakan’ın artık eleştiriye
tahammülsüzlüğünün artıyor olmasından kaynaklanıyor.