14 Ağu 2011 10:05 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:40

BAŞAK SAYAN'IN KİTABININ İSİM BABASI HANGİ ÜNLÜ GAZETECİ?

Oyuncu-yazar Başak Sayan'ın yazarlık serüveni 'Bağlanma Korkusu' adlı romanıyla devam ediyor.

'BU KEZ TANRI BENİM'

Romanın ilham kaynağı politikacı dayısı, isim babası gazeteci Ahmet Hakan. Sayan 'Yazarken yaratan da yaratılan da benim' diyor.
Oyuncu Başak Sayan’ın ikinci kitabı, ilk romanı ‘Bağlanma Korkusu’ pişmanlıklar ve iç hesaplaşmalar üzerine şehirli, modern, kırık bir aşk hikayesini anlatıyor. Kolektif yaratıcılık gerektiren oyunculuktan sonra ilk kez bireysel yaratımın, kendi deyimiyle ‘tanrı’ olmanın hazzını yaşıyor. Sayan’la Tolstoy edebiyatı, kader planındaki önemli rollerden birine sahip Ahmet Hakan ve ‘tanrı olmak’ üzerine konuşurken yazar Başak Sayan’ı keşfe çıkıyoruz.

Yazar olarak anılmaya alıştınız mı?
Alıştım. Oyunculuk ve yazarlık, iki ayrı meslek, iki ayrı haz. Yazarlık, daha doyurucu bir iş. Oyunculukta izleyeciyle yalnız değilsin. Yönetmen, senarist, set ekibi, diğer oyuncular... Ekip işi. Yazarlık daha bireysel. Bire bir etki tepki hali var. Roman sonrası okuyuculardan binlerce mail aldım. Tek tek okuyup cevapladım. Geri dönüşümü almak ne büyük bir hazmış.

Ne zaman başladı yazma süreci?
Yıllar boyunca kelimelerini biriktiriyorsun içinde. Zaten hep yazan biriydim. Yazdıklarımı paylaşmak gibi bir niyetim yoktu. Hep kendime, hep kendime...

Kırılma noktası ne oldu?
Yakın çevremden ‘Bunları paylaşmalısın’ yorumunu çok duyar oldum. İlk kitap böyle çıktı. ‘Kitlesel Baştan Çıkarma Metodları’ üzerine bir araştırma kitabıydı. ‘Yazar okuru, oyuncu izleyiciyi, lider toplumu nasıl baştan çıkarır?’ın yanıtı üzerine bir kitap... Hepsinin karakterleri farklı olsa da dinamikleri aynı.

Baştan çıkarmak da bir sanat değil mi?
Kesinlikle. Hayatın gerçeği. İnsanların birbirlerini etkileme halinin süslü bir başlıkla sunulması aslında. İlk kitabın içinde, ucunu açık bıraktığım, ufak bir öykü vardı. Öyküyle ilgili çok fazla yorum aldım. Oradan bir kuvvet, hafif bir cesaret geldi.

Romanın baş karakteri Can fazla tanıdık. Hatta, belki fazla sıradan ve basit. Karakterle beraber kitabın da tamamına yayılmış yüzeysel bir hava sanki...
Herkesin hayatında yok mudur öyle bir yüzeysellik? Her kadının hayatında bir Cem olmuştur. O yüzden fazla tanıdık, fazla sıradan.

Karakteri yaratma sürecinde pek zorlanmamış olmalısınız...
Zorlanmadım çünkü Cem tarzı erkekler her yerde. Romanın bu kadar çok insana ulaşmasının sırrı da bunda gizli. Herkes kendi hayatından bir parça buluyor. Artık kimse derin ilişkiler kurmak istemiyor. Ama bir gün gelecek, tıpkı Cem karakteri gibi, önceliğiniz olan şeylerin aslında ne kadar anlamsız olduğunu fark edeceksiniz. Şahsen âşık olmadan yaşayamam. Aşkla yaşayan biriyim.

İnsan hayatında kaç kez âşık olur?
Ben sürekli âşık olurum. “Bir kere âşık oldum. Daha da olmam” demem mesela. Oscar Wilde’ın bir sözü vardır: “Hayatında bir kez aşık olduğunu söyleyen insanlar ya çok tembeller ya da hayal güçleri çok dar” Önemli olan aşkın şiddeti. Her seferinde aynı şiddetle sarsılmazsın, kabul. Neticede aşktır insanı ayakta tutan.

Wilde’dan alıntılamışken... Romanınız, edebi göndermelerden, alıntılardan uzak gayet yalın bir dile, sade bir tada sahip.
Okuyucuyu yormayan bir dil kullanmak istedim. Kitabın ilk hali daha ağdalıydı. Gelen yorumlar doğrultusunda daha sadeleştirerek son haline getirdim. İnsanlar ağdalı romanları pek okumuyor. Hemen sıkılıp bırakıyor. Akıp giden, okuyucuyu yakalayan bir roman olsun istedim.

‘Yazarken kitap okumam’

Başak Sayan’ın diline dair pek bir ipucu yok kitapta. Sizin edebiyatınızdan ziyade, hikaye ön planda. Bilinçli bir durum mu?
İlk kez böyle bir yorum aldım. Belki de öyle. Bilemiyorum. Dediğim gibi sade bir roman olması için tüm o ağdalı halini töpüledim. Bu açıdan bilinçli bir tercih aslında.

Siz nasıl bir yazarsanız?
Yazma sürecine başladıysam etkilenmemek adına hiç kitap okumam mesela.

Peki, oyunculukta başka filmleri, karakterleri incelemez misin?
İncelerim, bol bol izerim. Oyunculuğuma da büyük faydası olur.

Başkasının oyunculuğundan, mimiğinden etkilenmez misiniz?
O farklı bir süreç. Yazarlıkta diğer yazarların kelimeyle oynama, cümleyi kurma biçiminden etkilenirim diye korktum. Oyunculukta senin sınırlarını bir başkası veriliyor. Çizilen sınırlar içerisinde yaratıcılığını konuşturman gerekiyor. Yazarken, tanrı benim. Yaratan da yaradılan da benim.

Nasıl bir hismiş tanrı olmak?
Güzel bir duygu. Yaratıcılığını tamamen ortaya koyabildiğini hissediyorsun. Tek ihtiyacın kelimeler. Kitabı yazmama vesile olan hikaye dayımın hayatıdır. Dayım, DSP’nin kurucularından, Bülent Ecevit’in kurmaylarındandır. Âşık oldu. 15 senelik bir ilişki yaşadı ama evlenmedi. Parti davaları, memleket meseleleri peşinde koştururken aşkını erteledi. Bir gün, âşık olduğu kadını kaybetti. Gitti başka biriyle evlendi. Olmadı, boşandı. Bir bayram yemeğinde bana pişmanlıklarını döktü. Ertelemek, es geçmek, görmezden gelmek... Dayım anlattıkça vazgeçtiklerinle daha sonra karşı karşıya gelmenin çok acı olduğunu fark ettim.

Kendi hayatınızla özdeşleştirdiğiniz bir tarafı var mı?
Çok... Zaten yaşadıklarımı anlatınca dayım hikayesini anlatmaya başladı.

Evlilik, çocuk... Siz nelerden vazgeçtiniz?
Tüm saydıklarınızdan! Yapmak istediğim güzel hayallerim, hobilerim var. Bunlar uğruna yine çoğu şeyden vazgeçebilirim. Hadi, vazgeçtim diyelim. Sonra ne olacak? Nelerden vazgeçmiş olmam benim gelecekte canımı yakacak? Tüm bu sorulara yanıt ararken kendimi bu romanı yazarken buldum. Pişmanlık er ya da geç insanın yakasına yapışıyor.

Kitabın isim babası Ahmet Hakan. Yazdıkça paylaştınız mı kendisiyle?
Yazarken tek bir satır bile okumadı. Ben kitabın adını ‘Yalnızlık’ koymayı düşünüyordum. Kendisi ‘Bağlanma Korkusu’nu önerdi. Sosyal medyada yaptığımız araştırma sonucu yüzde 99’luk bir oy oranıyla ‘Bağlanma Korkusu’ önde çıkınca ktabın adını ‘Bağlanma Korkusu’ koyduk.

Yazarlık sürecinize nasıl bir katkı sağladı?
Kitabın ismini önermek dışında pek bir katkı sağlamadı.

Neler öğrendiniz kendisinden?
Herkes kadar onun da yazılarından, bakışından öğrendiklerim var tabii...

Yazarlık sürecinizi küçümseyen de çok. Nasıl başa çıkıyorsunuz bu eleştirilerle?
Duymazlıktan geliyorum. Ben doğru olanı yaptığımı düşünüyorum. Ortaya iyi bir iş çıkardıysanız gerisinin önemi yoktur. Benim için önemli olan kitabın okuyucunun kalbine değmesi. Okurlardan yüzlerce içten mail geliyor. Benim için önemli olan bu. İki kişi kalkıp romanı küçümsese kaç yazar ki?

Yazar olarak ciddiye alınma/alınmama gibi bir endişeniz, takıntınız var mı?
Hiç olmadı. Oyunculuğumun ciddiye alınıp alınmamasını da hiçbir zaman önemsemedim. Şimdi yazarlığım için de aynı şeyi düşünüyorum.. Benim bir yaram var ki bu romanı yazdım. Benim için yazmak bir nevi kendini şifalandırma süreciydi. Amacım farkındalık yaratmak. Ciddiye alınıp alınmamak umrumda değil. Gün gelip yaşlanacağız ve sürdürdüğümüz hayat uğruna nelerden vazgeçtiğimizi sorgulayacağız. İnsanlar kitabı bitirip kapağını kapadığında pişmanlıklarının farkına varsınlar, hayatlarını çok da geç olmadan sorgulasınlar istiyorum.

En son kan dolaşımınız etkileyen kitap?
İnci Aral’ın Sadakat’i. Çok etkilendim, beğendim.

Başucu yazar ve kitaplarınız...
İnci Aral var, Tolstoy var... Anna Krarenina’yı belki yüz kere okumuşumdur. Vadideki Zambak’ı da çok severim. Anna Karenina’da beni etkileyen şey detaydaki zenginlik. Her okuduğumda “Vay be” diyorum içimden. Tolstoy’dan, büyük romanlar yazabilmek için mutsuz ve yalnız olunması gerektiğini öğrendim.

Peki, roman yazacak kadar yalnız mısınız?
Ben her zaman yalnızım ve yalnız kalacağım. Depresif bir insanım. O kötü ruh hali besliyor beni. Mutluyken yazamam.

Tolstoy kadar detaycı mısınızdır?
Detaycıyım, evet. Ama, böyle bir iddiam yok tabii. Tolstoy gibi bir yazar daha gelmemiş ki şu dünyaya...

Kitabı sırf kapakta ‘Başak Sayan’ yazıyor diye isminize magazinden aşina olup alanlar da vardır. Bu popülarite yazarlık kariyeriniz için bir avantaj mı?
Bence dezavantaj. Fakat, kitabı alış sebebi pek de önemli değil. Dediğim gibi, okuyanı bir iç hesaplaşmaya ve farkında olma haline itiyorsa benim için yeterli.

‘Roman ruhumu hafifletti’

Roman yazmak sizi değiştirdi mi? Daha oturaklı, ciddi bir duruş ya da daha yüksek bir özgüven...
Duruşum değişmedi, ruhum hafifledi. Zannederdim ki kalbimi çarpatan tek şey aşk. Değilmiş meğer. Yazmak da âşık olmak kadar beni heyecanlandırıyor.

Yazarlık konusunda ne zaman “Ben oldum artık” dersiniz?
Ben artık o noktada değilim. Bu tarz yakıştırmalara, başka yerlere konmalara ihtiyacım yok. Hayat, büyük, korkunç hırslar için çok kısa. Hazır hâla elimiz ayağımız tutarken, bizi mutlu eden şeyleri yapalım. Tek temennim hayatımın geri kalanında beni mutlu eden şeyleri yaparak geçirmek.

Ne oldu da artık ‘o’ noktada değilsiniz?
Ölümü gördükten, sevdiğin insanları kaybettikten sonra. Yıllar önce ilk erkek arkadaşımı bir trafik kazasında kaybettim. Bir gün gitti ve bir daha gelmedi. Yola baştan ‘farkındalığı yüksek’ çıktım.

Kitabı yazarken çok ağlamışsınız...
Çok. Özellikle Cem’in annesinin hastalığıyla boğuştuğu ve Cem ile Bahar’ın yıllar sonra kavuştuğu sahneleri yazarken gözyaşlarıma hâkim olamadım. Yazdığım şey beni duygulandırmıyorsa anında silerim. Beni ağlatacak ki okuyucuyu da duygulandırsın.

Ali Tufan Koç/Radikal