BANA TASMA TAKACAK KİŞİ ANASININ KARNINDAN DOĞMADI!
Vatan Gazetesi'nin en sert kalemlerinden biri olan Mustafa Mutlu,medyadan siyasete birçok konuda görüşlerini Medyaradar röportajcısı Alev Gürsoy Cimin'e anlattı...
Dikkat çeken bir isim... Sivri... Keskin... Sert bir mizacı var.
Ama biraz konuşunca o sert bakışlar ve üslubun altında yumuşak bir
kalbin varlığı hemen dikkat çekiyor.
Konuşurken zorluyor; soru sormak zor ona ama yine de başardım. Her
ne kadar sert başlamış olsak da samimi cevaplardı.
Yarım saat erken gittim randevuya; 2. kattaki sevimli ve bir o
kadar da sıcak olan odasının kapısında karşıladı Mustafa Mutlu
beni... Vatan Gazetesi’nin en sert kalemlerinden… “Muhalif”
diyorlar ona ama o bu terime kızıyor. “Ben gazeteciyim” diyor.
Odasının manzarasına epey takıldım. Gazete binasının bir yüzü
adliye manzaralı... Hem de Türkiye’nin “en büyük adliye sarayı”
diye övündüğü Çağlayan’daki o koca bina. Mustafa Mutlu’nun odası
ise Oto Sanayi Sitesi’ne bakıyor.
“Manzaradan mahrumsunuz” diye espri yapıyorum.
“Emekçi kardeşlerimi izliyorum” diye takılıyor. Şakalaştık dediğime
bakmayın; zaman zaman gerildi sorularıma. Ama diyorum ya içtendi.
Medyadan siyasete birçok konuyu konuştuk. Onu en çok kızdıran konu
ise hani şu “Tasmalı gazeteciler” ifadesi vardı ya o oldu. Bir de
“medya” ifadesine kızıyor. Her “medya” deyişimde itiraz etti.
RÖPORTAJ: ALEV GÜRSOY CİMİN
twitter adresi: @gazetecialev
Mustafa Bey; çok fazla ekranlara çıkmayan ve röportaj
vermeyen bir isim olarak beni kırmadığınız için çok teşekkür ederek
başlamak istiyorum. Karşımda sizin gibi işinin ehli bir gazeteci
olunca medya ile başlayalım istiyorum… Son zamanların en moda
cümlesi yeni “Türkiye’nin yeni medyası.” Öncelikle bununla başlamak
isterim. Medya nerden nereye? Nasıl buluyorsunuz sektördeki
gidişatı?
- Hangi medya? Medya nedir? (Çok kızıyor bu
soruya ve gergin başlıyor söyleşimiz de.)
Neden medyanın varlığını kabul etmiyor
musunuz?
- Nedir medya, medyadan kastınız ne? Ne kadar aynı
özellikleri taşıyoruz ki?
Mustafa Bey; neden bu soruya tepki gösterdiniz
anlayamıyorum medyanın varlığını kabul etmiyorsunuz ama medyanın
bir bireyisiniz siz de. Vatan bu ülkenin bir medya organı ve siz de
bu gazetenin yazarısınız. Yanlış nerede? (Tabii arada medyanın
tarifini de yapıyorum.)
- Ben ortak özellikleri olan kurumsal bir yapı göremiyorum. O
nedenle bu soruya yanıt vermem. Lütfen bunları aynen yaz. “Aynen
yaz” dediğimi de yaz!
Peki; bunları “aynen” yazıyorum. Ama bu soruda diretiyor,
merak ettiğim ve yanıtını almak istediğim için sorunun şeklini
değiştiriyorum. Ülkedeki görsel ve yazılı medyayı nasıl
değerlendiriyorsunuz? Bir durum değerlendirmesi
yapsak?
- (Bu kez yumuşuyor) Çok farklı özelliklere sahip bir sektörden
bahsediyoruz. Hepsinin birbirinin gazeteci olduğunu kabul etmediği
ama herkesin gazeteci olduğunu savunduğu ve gazetecilik yaptığını
savunduğu karışık bir sektör... Örneğin ben bugün birçok
iktidar bağımlısı ve iktidar tarafından yönetilen, yönlendirilen
kurumlarda çalışan arkadaşları gazeteci olarak kabul etmiyorum. Ama
onlar da beni gazeteci olarak görmüyor.
İsim verebilir misiniz bana? Siz kimleri gazeteci olarak
görmüyorsunuz? Kimler sizi gazeteci olarak kabul
etmiyor?
- Neden isim istiyorsun ki; kişiye indirgemeyelim. Ben
iktidar yanlısı, temel gazetecilik ilkelerinden uzak, bu ilkeleri
umursamayan, gazetecilik kaygısından, gazetecilik ilkelerinden çok
belli bir gruba, belli bir cemaate hizmet edenleri gazeteci olarak
kabul etmiyorum.
Peki, gazeteciden kastımız ne? Yani gazeteci
kimdir? Nedir? Nasıl olmalı?
-Çok basit. Türkiye gazetecileri hak ve sorumluluk beyannamesinden,
bildirgesinden haberdar olan ve orada yazılan hak ve görevlere
sahip çıkan, yaşantısını buna göre düzenleyen; avantalara boyun
eğmeyen, bir takım baskılara direnebilen, haber verme ya da özgürce
yorum yapabilme kaygısıyla hareket eden meslektaşlarıma ben
gazeteci diyorum. Bunun dışında tüm bunları yok sayıp belli
görüşlere kapılarını kapatan; sadece bir takım gruplara hizmet
etmek ya da iktidara hizmet etmek amacıyla naatlar yani övgüler
yazan bir anlayışı gazeteci olarak kabul etmiyorum. Senin medya
patronun olan kişinin bile sözcülüğünü yapmayacaksın der
gazetecilik bize…
Siz muhalif bir isim olarak biliniyor; tabiri caizse
oldukça da sivri yazılar kaleme alıyorsunuz. Hükümeti de sıkça
eleştiriyorsunuz? Korkmuyor musunuz?
- Ben sadece iktidar değil; muhalefeti de hedef alan yazılar
yazıyorum. Bir şey söyleyeyim mi size? Bugün bana iktidardan çok
muhalefetin açtığı davalar var ve onlarla mücadele ediyorum.
CHP’nin açtığı davalarla hâlâ uğraşıyorum. Bu benim bağımsız
duruşumun göstergesi. Korkuyor muyum; “hayır”, gazeteci olduğumu
düşünüyorum. Ben gazetecilik yapıyorum. Tavrımın doğru olduğunu
düşünüyorum. Tavrım doğruysa ve bunun da bana faturası kesilecekse
razıyım.
-Birçok yazar son dönemde yazamamaktan daha doğrusu yazmak
istediklerini kaleme alamamaktan şikâyetçi. Siz zorlanıyor musunuz
yazarken? Tepkiler alırım veya yazılarım tırpanlanır diye? Veya hiç
baskı gördünüz mü? Yazı işlerinde “şu cümle yer almasın Mustafa
Bey” denildi mi size?
- Böyle bir dönemde böyle bir baskının olmadığını söylemek
koca bir yalan olur. Gerçekleri inkâr etmek demektir. Elbette
oluyor. Böyle bir baskı olmasa bile zaten siz çevrenize
baktığınızda, yaşananlara baktığınızda, bugün bizi, ülkeyi
yönetenlerin açık açık meydanlarda attıkları nutuklara baktığınızda
baskıyı fark edersiniz. Bizi medya patronlarına nasıl şikâyet
ettiklerine baktığınızda ister istemez oto kontrol mekanizmasını
elinize alıyorsunuz. Bu mekanizmayı işletmek zorunda
kalıyoruz. Eliniz yazarken “acaba” sorusunu hep soruyorsunuz.
Ben bu kaygıyı oldukça kulak arkası etmeye çalışıyorum. Ama insanız
hepimiz. Belli başlı kaygılarımız var Aşırı bir özen içinde
yazıları kaleme alıyoruz. Hepimizin kaygıları var.
Nasıl yani? Ne tür kaygılar bunlar?
- Hayat kaygısı diyelim bunun adına. Hayatın kalanını adliye
koridorlarında ya da cezaevlerinde geçirmemek için zaten aşırı bir
özen içinde yazılarını yazıyorsun. Geçenlerde gördük. Tuncay
Özkan’ın hayat arkadaşı mahkemede ara kararın açıklandığı gün kendi
kendine söylendiği “Yazıklar olsun” cümlesi için ifade veriyor;
yani bu ülkede yazıklar olsun demek bile artık suç ise yazıları
yazarken bin defa düşünmek gerekiyor. Kaleminizden çıkacak her
türlü ifadeye dikkat etmek gerekiyor. Ben sıfatlar kullanmak yerine
bilgi vermeyi tercih ediyorum. Söylenen sözler yanlışsa,
çarpıtılıyorsa ben o sözün doğrusu ne ise onu anlatmaya
çalışıyorum. Benim işim gazetecilik. Bilgi vermek. Gazetecilik
insanları karalamak değil, bilgilendirmek. Vatandaşı
aydınlatmak
Biraz da sizin gazeteye gelelim mi? Vatan Gazetesi el
değiştirdiği günden bu yana sarsıntılı bir süreç yaşadı…O süreçte
siz nasıl etkilendiniz? Ve şimdiki yönetimle aranız
nasıl?
- Ben de bu gazetenin çalışanlarından biriyim. Etkilenmemek
mümkün değil. En azından bir kayyum süreci yaşadık. Önce gazetenin
yabancı bir gruba satılacağı söylendi. Bağımsızken Doğan Grubuna
geçtik, 1 yıl orada çalıştık. Ardından Demirören –Karacan
ortaklığı. Ortaklar arası anlaşmazlık. Böyle bir süreçte
etkilenmemek elbette yanlış olur. Geleceğinizi göremiyorsunuz.
Gelecek ay maaş alıp almayacağınızı bilemiyorsunuz. Yazı
kalitesinde değil ama psikolojik olarak inanılmaz etkilendik.
Sürdürmek zorunda olduğunuz bir hayatınız var neticede. Ama bunu
yazılarıma yansıtmadım hiçbir zaman. Yeni yönetimle hiçbir sıkıntım
yok. Gazetemizin sahipleridir. Gazeteci- işveren ilişkisi içinde
birbirimizin haklarına ve durumuna saygılı bir şekilde
çalışıyoruz
Hükümet ve medyayı konuşursak; Başbakan Erdoğan’ın medyaya
özellikle siz köşe yazarlarına yönelik epey sitemi ve eleştirisi
oldu. Neden?
- Hangi medya? Ben sizin bu medya takıntınıza taktım. Başbakan
hangi medyaya ağır konuşuyor? Başbakan’ın belli gazetecilerle
ilişkileri gayet iyi, bazı gazeteciler hep onun yakınında... Siz
onları gazeteciden saymıyor musunuz? El bebek gül bebek davrandığı
o gazetecileri neden unutuyorsunuz? Başbakan bir grup gazeteci ve
köşe yazarına tepkili... Yani kendisini ve hükümetini eleştiren
gazetecilere... Eleştiriyi sevmiyor. Muhalif kesime ve gazetecilik
ilkelerini sürdürmek isteyen gazetecilere tutumu belli
-“Tasmalı” ifadesi vardı. Başbakan Erdoğan’ın bir
ifadesiydi. Gazetecinin tasmalısı nasıl oluyor? Hakikaten var mı
böyle bir ifade, böyle meslektaşlarımız?
-Bana tasma vuracak adam anasının karnından doğmadı. Tasma lafı
hayvanlaştırmaya yönelik bir laftır. Ben o hayvanlaşmayı asla ve
asla kabul etmiyorum. Bu ülkede gazetecilik yapıyorum diyerek o
tasmayı takmayı kabul edenler varsa o tasma da onlara zaten
yakışıyor. Ama tasma ve ben hayatta bir araya gelmeyiz. Köpeğim yok
ama olsa emin olun onun bile tasması olmazdı.
-Sizi ekranlarda çok sık görmüyoruz? Bu sizin tercihiniz mi
yoksa TV kanalları muhalif kişiliğinizden dolayı size yer vermek
istemiyor mu?
- Her ikisi de doğru. Çünkü beli bir medya yok. Sizin medya
kuruluşu olarak tabir ettiğiniz o medya kuruluşları beni
ekranlarına çıkarmaya korkar. Benimle yan yana bile gelmez, yok
sayarlar ama ben de onları yok sayıyorum. Ekranımıza çık da
demez diyemezler. Ara gruplar var birde, bu medya mensupları hem
iktidara şirin görünmek hem de gazetecilik yapıyormuş gibi görünmek
isteyenler. Dertleri reyting. Ben onları da asla kabul
etmiyorum. Düşünsenize Atatürk’e “diktatör” diyen,
“Atatürk’ten nefret ediyorum” diyen biriyle nasıl ekrana çıkar da
tartışırım ki? Kendime hakaret sayarım bunu. Onlar kim
ki?
-Dünden bugüne ne değişti? Nasıl buralara gelindi. Ya da
daha öncesi nasıldı bugünlerin? Hep böyle miydi bu sektör? Baskı
diyorsunuz yazamamak diyorsunuz; ekranlara çıkan belli isimler.
Daha önceleri de var mıydı bunlar?
- Her dönem yaşandı bunlar ama bu kadar değil. Türkiye’de
gazetecilik yapan herkes belli bir baskıya kurban oldu. Belli bir
baskı ile karşılaştı. Eğer bir ülkede yüz senede yüzden fazla basın
şehidi verdiyseniz; her dönem gazeteciler cezaevlerini doldurduysa
bu baskının sadece 10 yılda olduğunu söylemek de yanlış. Dönem
dönem özellikle darbe ve tek parti iktidarı dönemlerinde baskılar
yoğunlaştı. Cezaevleri gazetecilerle doldu. Bugün sadece olayımız
cezaevindeki gazeteciler değil, evet 100’e yakın gazeteci içeride
ama dışarıdaki onlarca gazeteci hakkında on binlerce tazminat
davası var ve o insanlar o kâbus ile uyuyor. Gelecek kaygısı var.
Herhangi bir sert yazıda gazetecilerin işsiz kalma korkusu da var.
İşsiz kalma korkusu da büyük bir baskı.
“Gazetecilerin işsiz kalma korkusu var” diyorsunuz ya hani,
peki siz hiç düşündünüz mü yarın “işsiz kalabilirim” böyle olursa
ne yaparım? Ya da şöyle sorayım; Mustafa Mutlu yarın köşesinden
olursa ne yapar?
- Türkiye’de gelecek planlamasının yapılamayacağı tek meslek
bizim mesleğimiz. Eğer gazetecilik yapıyorsanız yarını düşünmeye
çok fazla hakkınız yoktur. Çünkü yarını düşünmek bugün yapmanız
gerekenlere engel olacaktır. Korkmanıza, sinmenize neden olacaktır.
Oysa bir gazetecinin yarını düşünerek korkmaya ve sinmeye hakkının
olduğunu düşünmüyorum. Ben o nedenle yarını planlamadan ve
düşünmeden bugün bir gazeteci olarak ne yapabilirim diye
düşünüyorum.
Peki, geleceğe yönelik kaygılarınız var
mı?
- Elbette insan olarak benim de korkularım var,
umutsuzluklarım var ama umut da her zaman bizimle... Ben mesleğimi
iyi yaptığıma inanıyorum. Kaygıların esiri olmamak benim
gazetecilik tavrımın gereğidir.
Haberlerin görülüş şeklini konuşalım iki gazeteci birazda.
Son dönemde şehit haberlerinin çok köpürtülerek verilmemesi
gündemde... Bu olayların terör örgütünü daha fazla şımarttığı
söyleniyor. Sizce şehit ve terör haberleri nasıl
görülmeli?
- Terör her zaman silahlı propagandayı ön plana çıkarır. Ona
göre haberin iyisi kötüsü yoktur. Gazetelerin ön planında
olmak... Sansasyon yaratmak onu amacına ulaştırır. Terör
haberlerinin çok fazla abartılarak ve büyütülerek verilmesine ben
de karşıyım. Ama bunu yaparken bir siyasetçinin talimat vermesi
gerekmez, ben zaten iyi bir gazeteciysem bu sorumluluğumu yerine
getiririm. Ama bu şu anlama gelmez; terör haberlerini görmezden
gelmek.
Peki, 15 şehit haberinin görülme değeri 12 saniye
midir?
- Bunu haberleri 12 saniye haline getiren arkadaşlara sormak
gerekir. Eğer sokaklarda insanlar şehit cenazelerinde vakit
geçiriyor ve bu hayatın gerçeği haline geliyorsa bunu hak ettiği
kadar görmek de mesleğinizin gerekçesidir. Bundan kaçınamazsınız.
Haberciliğinizi yapmalısınız. Tabiî ki sömürmeyeceksiniz. Oradaki
insanların acılarını köpürte köpürte vermek, duygu sömürüsünden
beslenmek habercilik değil, fırsatçılıktır ama bunları hepten
görmezden gelmek de hem o insanlara hem de şehitlere
saygısızlıktır.
Gelelim gazetelere ekran yasağına... O deklarasyonda sizin
gazetenizin de imzası var. Buna kimileri hak veriyor, kimileri ise
çok tepkili. Hatta bu yasağı delenler oldu. Siz nasıl bakıyorsunuz
bu olaya?
- Gazetelerin özel haberlerini daha o gazete yayımlanmadan bir
takım özel yöntemlerle ele geçirilip yayımlanmasını ben de kabul
etmiyorum. Zaten haber ekmekten çabuk bayatlayan bir şey, hiç
değilse bu özel haberleri önce gazete kullanır belli bir süre geçer
ardından kaynak göstererek kullanabilir diğer internet siteleri
veya gazeteler. Ama diyorum ya belli bir süre. Biz birbirimize
yasaklar getirirsek, birbirimizin işini sekteye uğratırız. Bence
belli bir saat üzerinde tarafların anlaşması lazım. Haber kamunun
malıdır.
Bazı yazarlar şu an yaşanan süreci “12 Eylül’den bile daha
beter” söylemi ile değerlendiriyor. Bu eleştiri yerinde mi
gerçekten?
- Ben hayatım boyunca kıyaslamalara karşı çıktım. 12 Eylül
basın özgürlükleri açısından bugünden daha hafif geçti dersem
meslektaşlarıma haksızlık olur. Şunu söyleyebilirim;12 Eylül’de
akşam gazeteler baskıya girmeden sıkıyönetim komutanlığından
kişiler gelir ve ilk baskı sıkıyönetim komutanlığına gider bazı
haberler sansür yerdi. Hatta bazı haberlerin sayfası boş çıkardı.
Tepkiler o boşluklarla dile getirildi. Bu şu anlama gelirdi; “Bu
haber sansürlendi, biz de boş yayımladık.” Bakın o sansür bugün
direkt yok ama bugün daha beteri var, hiç yazmamak ya da yazamamak,
bu daha tehlikeli... Bazı konular var ki cızz ve herkes o cızın ne
olduğunu ve asla yazılmaması gerektiğini biliyor. Bugün
Türkiye’deki tüm gazetelerin hem iktidara bağlı hem de iktidarla
muhalefet arasında bir denge tutturmaya çalışan hatta
muhalefetlik yaptığını iddia eden gazete ya da televizyonların
haber toplantılarında bile o gün yayımlanacak haberlerden çok
“Hangi haberi kesinlikle görmeyeceğiz” konuşuluyor. Tablo
bu.
Durum bu kadar vahim mi gerçekten meslekte? Genç bir
meslektaşınız olarak içim karardı vallahi.
- Bu Türk basının ortak derdi. Eğer yazı işleri masasında
hangi haberi büyüteceğiz konusuna odaklanmaktan çok “Aman hangi
haberi kesinlikle görmeyeceğiz. Sakın ha tek sütün bile girmesin”
kaygısı hâkim oluyorsa o bu dönemin gazetecilik kalitesini
gösteriyor. 12 Eylül’de öyle bir korku yokken bugün bu korkunun
fazlasıyla var olduğunu düşünen gazetecilerdenim. Bugün doğrudan
sansür yok ama daha sonra hesap sorma var… Cezaevine düşmemek,
tazminat davalarıyla uğraşmamak için kalemlerini frenlemek gereği
duyuyor gazeteciler, bu da onlara fazlasıyla hatırlatılıyor.
Ama bu nereye kadar gidebilir ki; basından bahsediyoruz?
Bir sansür korkusuyla, kaygıyla bu meslek nasıl
yapılır?
- Nereye kadar gider sorusunun yanıtını verecek olan sizsiniz.
Ben kendi açımdan yapabileceğim gazeteciliğin en fazlasını her
dönemde yaptım. Bundan önceki iktidarlar döneminde ben yine muhalif
gazeteciydim. Bugün iktidarda olan anlayış o gün benim
gazeteciliğim övüyordu. “Ve bir gün biz iktidara geldiğimizde sizin
rahat gazetecilik yapmanızı sağlayacağız” diyordu ve biz de
“Telefonlarımıza bile çıkmayacaksınız” diyorduk. Ve gerçekten öyle
de oldu.
Peki, hiç hükümetten isimlerin yazılarınızdan dolayı sizi
bire bir aradığı oldu mu?
- Olmaz mı? İlk iktidara geldiklerinde arayan bakanlar oldu.
Ben cari açık tehlikesini yazmıştım. Ali Babacan aradı, “Asla böyle
bir şey yok” dedi. Ama cari açık bugün hâlâ Türkiye’nin en büyük
kâbusu. Cemil Çiçek ve Sağlık Bakanı da aramıştı.
Başbakan Erdoğan ile bir görüşme yapsanız neler söylemek
istersiniz? Köşe yazarlarına tavrı nedeniyle sitem eder misiniz
hiç?
- Ben sadece soru sorarım. Zaten o soruları da 10 yıldır her
gün köşemde düzenli olarak soruyorum ama yanıtını alamıyorum.
Başbakan’a bazı sözüm ona meslek büyüklerinin yaptığı gibi yanağını
okşayıp, sırtını sıvazlayıp akıl vermek benim haddim değil. Benim
anayasam bana der ki sen gazetecisin, soru sor. Başbakan’ın da
zaten konuştuğu belli gazeteciler var, bizim sorumlarımızı
yanıtlayacağını hiç düşünmüyorum.
Son günler en çok konuşulan bir konu varsa o da Suriye. Siz
bir gazeteci olarak nasıl bakıyorsunuz bu ülke ile gerilen
ilişkilere?
- Köşemde de milyonlarca kez sordum. Biz 2 yıl önce bu ülke
ile ortak bakanlar kurulu toplantısı yapacak kadar dost ve
kardeşken ve komşularla sıfır sorun politikasına kilitlenmiş bir
hükümet tarafından yönetilirken ne değişti? Sonuçta o zamanda
Suriye’de haksız durumlar vardı Çatışmalar, ölenler, öldürenler
vardı. Peki, bizim ikili ilişkilerimizde ne değişti? Dünyada belki
de Suriye ile ilk savaşa girecek ülke haline geldik! Bunun ötesinde
Suriye ile savaş çıkar mı? Nereden bileyim ben savaş çıkar mı
bilsem de söylemem, ben gazeteciyim.
Neden gazeteci bildiğini ya da öngörüsünü söyleyemez
mi?
- Gazeteci fal açmaz. Açmamalı. Böyle bazı isimler, özellikle
Taraf Gazetesinde bir arkadaş var. Neredeyse günü gününe, saati
saatine terör örgütünün nerede eylem yapacağını bir hafta ya da 10
gün önceden yazıyor. Bu gazetecilik mi? Hayır! Gazetecilik
muhbirlik ya da ajanlık değildir. Her iyi gazetecinin yapması
gereken iki iş vardır: 1- Doğru soruyu doğru zamanda sorabilmek 2-
Eğer haberci ise doğru olarak yazabilmek ve yorumcu ise doğru
olarak yorumlayabilmek.
Siz peki 18 yaş önerisine nasıl bakıyorsunuz, 18 yaşında
vekillerimiz olur mu dersiniz?
- Bu söyleşiyi en çok da gazeteci arkadaşlarım okuyacağı için,
o arkadaşlara da bir hatırlatmaya yapayım. Bu sorunuza vereceğim
yanıt benim gazetedeki yazı konum ve bu yazının bedelini Erdoğan
Demirören’den alıyorum. Bu ülke gündemine ilişkin benim yorumum
gazetede köşemde yer alır ve bunun bedelini alırım. Eğer başka bir
yere yorum yaparsam kuruma ihanet olur bu. Çünkü ben bunları
yazarak maaşımı alıyorum. Ben elbette yorum yaparım ama yorum
yapacağım yer burasıdır.
Ama bu bir röportaj ve ben de sizin görüşünüzü merak
ediyorum.
- Tavrım asla size karşı değil, ben bunu etik bulmuyorum. Ama
şunu söyleyebilirim, sorunuz yanıtsız kalmasın. Bir gündem
değiştirme malzemesidir. Eğer bu ülkede Anayasa’nın toptan
değiştirilmesi için 1 yıldır çalışan bir komisyon varsa ve konunun
halkın önüne gelmesi bekleniyorsa niye böyle bir değişikliğe
gidiyoruz? Anayasa’yı değiştiriyoruz bir yandan, diğer yandan da
birkaç madde daha değiştirmeye çalışıyoruz. Ben bunu gereksiz
buluyorum.
Hakkınızda 70’e kadar dava açıldı; peki neden? Kimler
açtı?
- Bu 70’e yakın davaların önemli bir bölümü siyasiler
tarafından açıldı. En çok da CHP dava açtı bana. Bunların bir
bölümü Yargıtay’da ama çoğunlunu kazanmış durumdayım.
Dava dedik aklıma cezaevindeki gazeteciler geldi. Tuncay
Özkan, Soner Yalçın ve daha sayamadığım birçok isim. Ne
düşünüyorsunuz meslektaşlarınızın bu durumuyla ilgili?
Meslektaşlardan da çok ses çıkmıyor.
- Bu insanlar ne suç işledi? Mahkeme ya da savcılık makamı
hâlâ bunu net bir şekilde ortaya koymuş değil. Bu ülkede domuz
bağıyla kadın öldüren, gasp yapan, cinayet işleyen insanlar 3-5 ay
yatıp serbest kalıyor. Katiller, tecavüzcüler serbest bırakılırken
ben son derece masum bir şekilde içerideki gazeteci arkadaşlarımın
hangi korkunç suçu işleyip de 5 senedir içeride yattıklarını merak
ediyorum. Ben davaları izliyorum. Ve onlara yöneltilen suçlar benim
vicdanımı rahatlatmıyor. Ayrıca bu insanlarla ilgili kaçacaklar ve
delilleri karartacakları gerekçesi önümüze sunuluyor. Bunların
hiçbiri kaçmaz, kaçmayacaklarının kanıtı da bugün tahliye
edilenlerin aramızda olması, hangisi kaçtı? Hangi delili karartacak
bu insanlar? 5 yıldır senin bulamadığın dellilerler varsa ve sen
bunları bulamıyorsan sorumlusu sensin. Ben bu gazeteci
arkadaşlarımın cezalandırıldığını düşünüyorum.
Neden cezalandırılıyorlar?
Muhalif oldukları için… Sert yazdıkları için…
Hâlâ birçok isim var muhalif olan ama sektörde, ee biri de
karşımda?
- Eee herkesi içeri mi tıksınlar? Birkaç serbest insan da
olsun ki özgürlük görüntüsü verilsin değil mi?
Mustafa Bey; sertsiniz zaman zaman sorularıma nasıl tepki
vereceğinizi anlamakta güçlük çektim ama bir o kadar da
samimisiniz. Gerçekten işiniz zor, yazdıklarınız nedeniyle
zorlanmanız bana “zordur zorda gazeteci olmak” söylemini
hatırlattı. Bu güzel sohbet için çok teşekkür ediyorum. Tabii güzel
çay için de.